Türkiye son 10 yılda toplumu ve siyasetiyle önemli yollar aldı, önemli işler başardı.
Bunlardan en önemlisi, devlet ve toplum hayatına adım adım (askeri olmayan anlamında) sivil değerlerin girmeye başlamasıdır.
Son 10 yıl içinde askeri vesayet düzenine, yasama faaliyeti, idari tasarruflar, yargı süreçleri üzerinden pek çok hamleyle neşter atılmıştır.
Kimi marangoz ve usül hatalarına rağmen, bunların demokrasi açısından anlamı büyüktür.
Otoriter ve kapalı düzenlerden demokratik ve açık düzenlere geçişte olmazsa olmaz iki husus bulunur.
Bunlardan ilki yüzleşme, ikincisi yaptırımdır.
Hatırlamak ve hatırlatmak, hatırlama eylemini, bellek meselesini siyasi değer sisteminin unsurları arasına sokmak, bir dönemin defterini tüm ayrıntıları ortaya koyarak kapamak anlamına gelir.
Yüzleşmek bir yönüyle, adaleti tam soluyarak tekerrüre set çekerek, arınarak ve iyileşerek unutmanın ilk adımıdır.
Bunu mümkün kılacak husus ise demokrasiye yönelik suçları, özellikle insanlık suçlarını affetmemektir, başka bir deyişle yaptırımdır.
Otoriter ve kapalı dönemler suç biriktirirler.
Türkiye'de askeri vesayet düzeninin dosyası kabarıktır.
İktidarın alaşağı edilmesi ya da edilme teşebbüsleri, faili meçhuller, kayıplar, işkenceler, deşhet cezaevleri, Ziverbey gibi karanlık köşk uygulamaları, 70'ler ve 80'lerde yaşanan katilamlar..
Devlet düzenini 'sivilleştiren' Türkiye bu açıdan, yüzleşme ve yaptırım açısından yolun neresinde?
İki hatta ilerliyoruz..
İlk hat şu:
Yüzleşip, yaptırıma tabi tuttuklarımız, genel olarak darbe fiilleri değil, darbe teşebbüsleri.. Üstelik Ergekenon'dan Balyoz'a değin 2002'den 2008'e kadar uzanan bir dönemde AK Parti iktidarına yönelik teşebbüsler..
Bugün AK Parti döneminde görev yapmış eski genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları, 2. başkanlar ile ordu komuta dokusu sayısal olarak etkileyecek miktarda muvazzaf general tutuklu.
Bu tablo kuvvetli yaptırım sürecine işaret etmekle birlikte, Türk siyasi hayatı dikkate alındığında, eksik yüzleşme haline ifade eder. 2010 Anayasa referandumundan sonra devreye giren 12 Eylül yargılama süreci ve TBMM Darbeleri araştırma komisyonu ise bu eksikliği ancak kısmen gidermiştir.
İkinci hat şu:
Türkiye askeri vesayet düzenin ve askerin siyasi nitelikli eylemlerinin sadece bir yönüyle ilgilenmekte, bunu yargılamaktadır. Bu yön, siyasi iktidar devirme fiili veya teşebbüsüdür, anayasayı bu açıdan ihlal ya da ihlal girişimidir.
Hatırlama, yüzleşme, teşhir, adalet söz konusu olunca, el atılması gereken sadece bu yön olabilir mi?
İşkenceler, faili meçhuller, keyfi idamlar, bu konuda emir veren, emir alanlar, cezaevi görevlileri, doktorlar, hatta savcılar ortaya çıkarılmadan, failleri araştırılmadan, bunlara yaptırım uygulanmadan, insanlık suçlarına değmeden anlamlı, kalıcı, işlevsel bir yüzleşmeden söz edebilir miyiz?
Yargılanması gereken sadece Evren ve Şahinkaya değildir.
Örneğin Mamak ve Diyarbakır Cezaevlerinin işkencelere, infazlara karışmış tüm görevlileridir, bunların amirleridir.
Susurluk döneminde işlenmiş faili meçhul cinayetleri ele almadan yüzleşme olabilir mi?
JİTEM 1987'de kuruldu. 1996'ya kadar cinayetler sürdü. O günlerde bu olaylara karışan, bunun tanığı olan askerler, subaylar sadece Cem Erever, Veli Küçük ve birkaç başka subaydan mı ibaretti? Geri kalanlar nerede? Hala görev başında olmasınlar…
12 Eylül yargılamasının akla getirdikleri bunlardır.
YENİ ŞAFAK