"'Asker düşmanı' olmak" başlıklı yazıma çok sayıda karşılık aldım. 75 yaşında (babamla aynı yaşta) Durmuş Göktekin isimli emekli bir askerin yazdıklarının benim için anlamı farklı. Şöyle diyor: "Sizin yazdıklarınıza, inandıklarınıza ruhu canımla katılıyorum.
Demek ki ben de kendime düşman biriyim. Sizi tenkit edenlerin damarlarında dolaşan gurur, enaniyet, tarafgirlik ve menfaat saikidir. Sevilen bir zümre bireylerinin kullandıkları imtiyaz inancıdır. Dost doğru söyler. Düşman ve menfaatperestler doğruları sevmez." Bu kadar temiz ve akıcı bir Türkçe ile bugün kaç kurmay subay meramını anlatabilir? sorusunu sormak için yukarıdaki satırlar bile kâfi.
Bir savaş durumunda savaşı yürütecek ve ülkenin bütün savaş yeteneğini derleyip toparlayarak düşmana karşı sevk ve idare edecek bir silahlı güç, tarihin bize öğrettiği en gerekli kurumlardan biri. Barış zamanında da bu ordunuzun gücünü sağa sola göstererek düşmanlarınızı caydıracak, dostlarınıza da güven vereceksiniz. Bu silahlı gücün kurumlaşması, sürekli bir kadro ile çalışması, modern silah ve gereçleri kullanma yeteneğini, eğitim aracılığıyla sürekli diri tutması, bunun için el üstünde tutulması lâzım. İşte bu kurumda, barış zamanında sabahtan akşama kadar (günün 24 saati) savaşa hazırlık yapan profesyonel, yani geçimini bu işten temin eden bir meslek grubu var. Bunların görevi, ülkeyi savaşa hazır tutmak. Söz konusu olan vatan savunması olunca, bu mesleğin bir kudsiyet halesi içine girmesi, bu mesleği yapanların şeref gibi, fedakârlık gibi yüksek hasletlerle donatılması da kaçınılmaz.
En son 1922 yılının 30 Ağustos'unda Yunan Ordusu'nu imha ettiği tarihten bu yana, aradan geçen 87 yılda bu ordu hiç savaşmadı. 25 yıldır devam eden "terörle mücadele"nin -başka ordularla savaşmak üzere organize olan- bu ordu marifetiyle yürütülmesinin ne kadar yanlış olduğunu, vardığımız noktada komutanlar kendileri itiraf ediyorlar. 87 yıldır savaşmayan bu ordunun içinden birileri tam dört kere askerî darbe yaptı. Altıdan az olmamak üzere darbe teşebbüsünde bulundu. Bugün de, siyaset üzerinde "ülkeyi savunmak görevi" ile ilgisi olmayan ayrıcalıklar ve haklar talep ettiği için yıpranıyor.
Genelkurmay II. Başkanı'nın, üç haftadır imzasını tartıştığımız Albay için "sonuna kadar sahip çıkacağız" demesini, "asker olmak" mantığı içinde düşünelim. Bir komutan elbette kendi astına sahip çıkacak. Hatta sonuna kadar sahip çıkacak. Barış zamanı emrindeki askere sahip çıkmayan bir komutan, savaşta bir emir ile ileri atılacak asker bulamaz. En küçük bir askerî birim bile birbirlerini, canları pahasına korumaya çalışır. Askerlik yapanlar bilirler. Bir takım, arkadaşını satmak yerine toplu cezaya razı olur. Bu gayretlerin hepsi savaşın ve askerliğin mantığına uygundur. Ama aynı işi barış zamanında siyasete müdahale etmek, bunun için suç işlemek kastıyla yapınca ortada ne askerlik ne de savaşma yeteneği kalır.
Bizler, hepimiz askeriz. Komutanın, benim üstlendiğim anayasal vatandaşlık görevimi yani "asker olmak" sıfatımı dikkate almayan "kurumsal tepkisi" ülkemin savunmasına zarar verir. İktidar kavgasına tutuşmuş, bunun için tezgâh başına geçmiş kişi, üzerinde üniforma olsun olmasın asker değildir, düpedüz siyasetçidir. Siyasetin, askerlikten fersah fersah uzak karmaşık dünyasına üniformasıyla dalanların da askerlikle ilişkisi yoktur. Daha kötüsü, elindeki silahın ve sırtındaki üniformanın varlık sebebi ortadan kalkmaktadır.
O zaman mesele "asker olmak" değil. Profesyonellik söz konusu olunca "askerlikten geçinmek" ile "askerlikle geçinmek" arasındaki farkı dikkate almak lâzım. Türkiye'de askerlerle siviller arasında değil, asker politikacılarla sivil politikacılar arasında bir rekabet var. Bu rekabeti ise demokrasi ve hukuk dışında çözmenin imkânı yok.
ZAMAN