Geçenlerde çıkan bir yazım (3 Temmuz) şu soruyla bitiyordu: En az 60 yıllık demokrasi tecrübesine rağmen Türkiye'de askerin hâlâ siyasetin içinde olması nasıl açıklanabilir?
Bu konuda başlıca iki teori olduğu söylenebilir. Bir teoriye göre, askerler kendilerini ülkenin sahibi olarak görmekte, gerek içinde yetiştikleri otoriter Kemalizm anlayışı gereği, gerekse demokrasi üzerinde vesayet düzeninde sahip oldukları ayrıcalıkları korumak istedikleri için siyaseti seçilmişlere bırakmaya yanaşmıyorlar. Bu yüzden askerin siyasete müdahaleleri giderek dolaylı biçimlere bürünüyorsa da, Ergenekon soruşturmasının işaret ettiği üzere, darbe arayışları da tümüyle bitmiş değil.
İkinci teoriye göre ise, askerin siyasete müdahale etmeye devam etmesinin esas nedeni, sivillerin kendilerine düşen sorumlulukları üstlenmemeleri, savunma ve güvenlik konularında bilgisiz ve ilgisiz olmaları, en önemlisi demokratik hukuk devletinin ilkelerini benimsememiş, içselleştirememiş olmaları. Bu yüzden silahlı kuvvetler üzerinde sivil demokratik denetim tesis edilemediği gibi, politikacılar aralarındaki rekabette askeri birbirlerine karşı kullanma çabasındalar.
Benim kanım, birinci teori kadar ikinci teorinin de geçerli olduğu. 27 Nisan 2007'den bu yana sivil politikacılardan bazılarının performansına bir göz atalım. 1993-2003 arasında CHP Parti Meclisi üyesi Haluk Özdalga, Sosyalist Enternasyonal'e gönderdiği "CHP sosyal demokrasinin yüzkarasıdır" (bkz. Zaman, 27 Haziran) başlıklı yazıda mükemmel bir şekilde gösterdi: Ana muhalefet partisi CHP, yeni ve demokratik bir anayasa dahil özgürlüklerin genişlemesine yönelik her reforma muhalefet etmekle kalmıyor, orduyu demokratik sürece müdahaleye kışkırtıyor. Seçim kazanmaktan umudunu kesmiş olan CHP lideri Deniz Baykal'ın adeta bütün gayreti, bir ara rejimde iktidara gelebilmek.
Öteki muhalefet partisi MHP, tıpkı CHP gibi özgürlüklerin genişlemesi yönündeki hemen bütün adımlara karşı çıktığı gibi, iktidar partisi ile devlet kurumlarını karşı karşıya getirmek için elinden geleni yapıyor. Gerek Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesine, gerekse başörtüsü yasağının kaldırılmasına yönelik anayasa değişikliklerine destek vermesinin amacı buydu. MHP lideri Devlet Bahçeli AKP'yi kendi kendini feshetmeye, Başbakan Erdoğan'ı kenara çekilmeye davet edecek kadar demokratik ilkelere saygısız davranıyor.
Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz şunları söyleyebiliyor: Bölücülük ve din devleti tehlikesi devam ettikçe "Askerlerin kışlalarına dönmesi beklenemez... Parti kapatma çok ilkel bir cezadır... ama Türkiye'de korunması gereken bir önlemdir..." Ve "AKP merkez partisi olma şansını yitirerek altın fırsatı tepti. Siyaset boşluk kaldırmaz..." diyerek, baştan aşağı başarısızlıklarla dolu siyasi kariyerine, Yüce Divan'dan afla kurtulmuş olduğuna bakmaksızın, AKP'nin kapatılmasından kendisi için bir parti kurup iktidara gelme fırsatı doğacağı hayalini dile getirmekten çekinmiyor.
Ya bu ülkede yedi defa başbakanlık ve de cumhurbaşkanlığı yapmış, iki kez askerî müdahale ile iktidardan uzaklaştırılmış, 1980-87 arasında siyasetten yasaklanmış Süleyman Demirel'e ne dersiniz? Demirel, AKP hükümetinin devletin bütün kurumlarıyla sürtüştüğünü, ülkenin ahenk içinde yönetilmesi için hiçbir şey yapmadığını, Başsavcı'nın görevini yerine getirdiğini söyleyerek AKP'nin kapatılmasına ve Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan dahil 71 AKP üyesine siyasi yasak getirilmesine destek veriyor. Türkiye'de siyasilerin demokrasinin temel ilkeleri üzerinde hâlâ bir mutabakata varamamış olmalarının bundan daha ibret verici örneği olabilir mi?
Ya bir zamanlar AKP'nin 4 numarası sayılan, hâlâ AKP yönetiminde yer alan Abdüllatif Şener beyefendinin fırsattan istifade parti kuracağını açıklamasına ne demeli?..
ZAMAN