Bildiğim şu: 27 Nisan 2007'den bu yana çok kaygı verici bir siyasi mücadele sürecine girdik. Bu süreçte Türkiye'nin iç ve dış güvenliğinin sigortası olan Türk Silahlı Kuvvetleri, ne yazık ki, siyasi mücadelenin bir tarafı, adeta bir siyasi parti konumunda görünüyor. 21. yüzyılın sekizinci yılında Türkiye'de gerek seçkinler arasında gerekse kamuoyunda, sorunların ancak hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik düzen içinde çözülebileceği, askerin siyaset dışında olmasının ise bu düzenin en temel koşullarından biri olduğu konusunda, ne yazık ki, mutabakat bulunmuyor. Bu ortamda laikliğin de, ülke bütünlüğünün de, ancak insan haklarına dayalı hukuk devletinde güven altına alınabileceğini, askerin bu amaçlarla da olsa siyasete karışmasının büyük sakıncalarını anlatmaya ısrarla devam etmek zorundayız.
Bütün insanlık tecrübesi gösteriyor ki, ancak özgürlükçü demokratik rejimlere sahip olan ülkeler sorunlarını teşhis etmeyi ve çözmeyi başarabiliyor; yurttaşlarının sadakatini kazanabiliyor; daha güçlü ekonomilere ve dolayısıyla daha güçlü ordulara ve güvenliğe sahip olabiliyor. Sovyetler Birliği bunun en büyük örneği değil mi? Soğuk Savaş boyunca bir süperdevlet sayılan SSCB'nin sonunda bir "kağıttan kaplan" olduğu ortaya çıkmadı mı? Özgürlük olmadığı için ne ekonomik bakımdan gelişebildi ne de muazzam askeri gücüne rağmen dağılmaktan kurtulabildi.
Güçlü toplumlar ve ekonomiler gibi güçlü ordular da ancak demokratik rejimlerde var olabilir... Demokratik toplumların en temel ilkelerinden biri askerlikle siyasetin birbirinden ayrılmasıdır... Ordular, üstlendikleri görevler icabı hiyerarşi, disiplin, mutlak itaat ilkeleri üzerine, yani demokrasinin tam zıddı olan ilkeler üzerine kuruludur. Askerliğin ilkeleri ve gerekleri, demokratik toplumun ilkeleri ve gerekleriyle bağdaşmaz... Ordu siyasetin tarafı olması halinde, görevlerini gereği gibi yerine getiremez, ülkenin dış ve iç güvenliği zayıflar... Siyasete taraf olması halinde ordunun siyasiler tarafından birbirlerine karşı kullanılması, halk nezdinde itibar ve saygınlığının yıpranması, çok daha kötüsü iç bölünmelere ve iç kavgalara sahne olması kaçınılmazdır... Bunun ülke güvenliği açısından sakıncalarını en iyi görmüş, yaşamış toplumlardan biriyiz.
Demokratik toplumlarda askerlerin görevlerini gereğince yerine getirebilmeleri için: 1) Ordu demokratik yoldan seçilmiş olan ve halka hesap vermek durumunda olan sivil yöneticilerin otoritesine bağlı olmalıdır... 2) Savunma politikalarının dahi siviller tarafından belirlenmesi gerekir. Askerlerin bu alanda dahi yetkileri, tavsiyelerde bulunmak ve uygulamanın sorumluluğunu üstlenmekle sınırlıdır... 3) İktidarda hangi parti olursa olsun ordu, seçimle, halkın oyuyla işbaşına gelen hükümete sadakatle bağlı olmalıdır... 4) Bütün yurttaşlar gibi askerler de okullarında özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi eğitimi almalıdır... Demokratik toplumun bu temel ilkelerini geri dönülmemek üzere yerleştirmeliyiz.
Türkiye'de askerin en az 60 yıllık demokrasi tecrübesine rağmen hâlâ siyasi bir rol oynaması nasıl açıklanabilir? Bu yanlışın sorumlusu kimlerdir? Kendilerini ülkenin sahibi olarak görmek üzere yetiştirilen askerler mi, yoksa sorumluluklarını üstlenmekten kaçınan ve askeri birbirlerine karşı kullanmak isteyen sivil politikacılar mı? Bu soru başka bir yazının konusu.
Zaman