TSK'nın sistem içinde kendisine uygun gördüğü yeri-rolü birkaç yıl önce yayımladığım birkaç yazıda özetle şöyle eleştirmiştim:
TSK'nın kendisini, olması gerektiği gibi, devletin bir kurumu (bir "aygıtı") olarak değil, "milletin ayrılmaz bir parçası" olarak tarif etmesi terk edilmesi gereken ilk varsayımdır.
Türkiye'de "ordu-demokrasi" ilişkisi bu tariften başlanarak konuşulmalıydı. Yani her şeyden önce "ordu"nun kendisini nereye yerleştirdiği, sonra da nereye yerleştirmesi gerektiği konuşulmalıydı.
TSK'nın kendisini "milletin ayrılmaz bir parçası" olarak tarif etmesi, takdir edersiniz ki, ortaya çok sayıda sorun çıkartmaktadır. Bu bağlamda akla gelen ilk soru şudur herhalde:
TSK, kendisini, olması gerektiği gibi bir "devlet aygıtı" olarak değil de, niçin doğrudan "millet"e başvurarak tarif etmektedir? Bir "devlet aygıtı" olarak tarif edilmek ona niçin yetmemekte, az gelmektedir?
Ben bu soruyu şöyle cevaplıyorum: Çünkü TSK, 27 Mayıs'tan başlayarak "eski rejim"dekinden farklı biçimde gerçekleştirdiği demokrasi karşıtı eylemleri (darbe, muhtıra, andıç vs.), bir "devlet aygıtı" olarak kendisinin değil, doğrudan "milletin" birer marifeti olarak sunmanın çok daha "pratik" olduğu sonucuna varmıştır.
"Askeri darbe" mi dediniz? Yanlış, çünkü bu işi gerçekleştiren "milletin ayrılmaz bir parçası" olan TSK'dır, yani bir bakıma "milletin kendisidir".
"Muhtıra", "andıç" vesaire mi dediniz? Yanlış, çünkü onun sahipleri zaten "milletin ayrılmaz bir parçası" değil mi?
Görüyorsunuz, aslında "karabasan" gibi bir şey bu!
Sözünü ettiğimiz "tarif"e öyle özel bir akıl yürütmeyle varılmış ki, kimin kimden şikayetçi olduğu hepten karışmış. Bu akıl yürütme çerçevisinde "millet" adını verdiğimiz "egemen" darbe yapanın mı "ayrılmaz bir parçası"dır, yoksa tam tersine darbenin doğrudan mağduru mudur belli değil!
Bakın, anlatmaya çalıştığım bu "mantıksızlığın" çok iyi bir örneğini de var.
61 Anayasası'nın "Başlangıç" bölümünde bu 27 Mayıs askeri darbesinden şöyle söz ediliyordu: "Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı Türk milletinin yapmış olduğu 27 Mayıs…"(!)
Görüyorsunuz, "deli çıkmak" işten değil…
Meğerse 27 Mayıs askeri darbesini TSK değil, "Türk milleti" yapmış.
İsterseniz inanmayın; 20 yıl yürürlükte kalan bir anayasa diyor bunu.
Peki o halde soralım: TSK, -anayasada bile- 27 Mayıs askeri darbesini (adı üzerinde) kendisinin yaptığını niçin söylemiyor ya da söyleyemiyor.
Tabii ki, yazının başında söz ettiğimiz "tarif"ten, yani kendisini "milletin ayrılmaz bir parçası" olarak sunmasından dolayı. TSK çok iyi biliyor ki, 61 Anayasası'nın "Başlangıç" bölümünde "…meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı TSK'nın yapmış olduğu 27 Mayıs.." denildiği an "büyü" bozulacaktır! Bozulacaktır, çünkü bu durumda "millet" -belki?- "Bakın bizim seçtiğimiz hükümeti meğer TSK devirmiş" diyerek uyanacaktır. Ama TSK bunu istemiyor; o istiyor ki, bu ülkede iktidarı seçen de, yerinden eden de "Türk milleti" olsun. Bu süreçlerde kendisinin de, "ayrılmaz bir parçası" olduğu "milletine" yönelik küçük bir katkısı olabilir tabii ki… Ama bu öyle tehlikeli (de) bir denklem ki, bu yolun sonunda "Kendine karşı darbe yapan millet!" gibi eşi benzeri görülmemiş bir formüle ulaşmak kaçınılmazdır.
Şimdi aklıma geldi: Sadece askerin değil sivillerin de pek beğendiği "asker millet" tabiri yazı boyunca anlatmaya çalıştığım bakış açısının güzel bir özeti olmasın?
YENİ ŞAFAK