Asker mi, siyasetçi mi?

Mümtazer Türköne

Aziz Üstel'in köşesinde yayımladığı mektupta bir ayrıntı var. Mektup, I. Ordu Komutanlığı döneminde Çetin Doğan'ın emir subayına ait. Tanık olduğu ve hoşlanmadığı anekdotlar aktarıyor.

Benim takıldığım ayrıntı, ordumuzdaki asker sayısına dair iki orgeneralin muhabbeti. Diğer orgeneral belli ki pürüzsüz bir asker mantığı ile ülke çıkarlarını gözeterek muhakeme yürütüyor: Asker sayısının gereksiz çokluğundan şikâyet ediyor ve "profesyonel orduya geçiş şart" değerlendirmesi yapıyor. Çetin Doğan ise itiraz ediyor. Gerekçesi manidar: "Olmaz öyle şey. Bu ülkede doğan her erkek bu tezgâhtan geçerek, bizi tanıması lazım. İlçelere kadar askerin yayılması da, iç tehditlere karşı halkı kontrol etme stratejimizin gereğidir."

Ordumuz neden bu kadar kalabalık? Ordumuzun sayıca çokluğu, güçlü olduğu anlamına geliyor mu? Profesyonel orduya neden geçemiyoruz? Silah altındaki 60 bin gencimizin, orduevlerinde garsonluk yapması normal mi?

Bu soruların cevabından daha önemli bir şey var: Bu soruların cevabını kimin vereceği. Asker mi, yoksa siyasetçi mi? Askerî vesayet rejimi çözülüp gerilerken, askeri savunma babından bir karşılaştırma yapılıyor. "Asker mi, yoksa siyasetçi mi?" sorusunu akla zarar karşılaştırmalarla çözen ve askeri yüceltenler sizi ikna ediyor mu? Ülke yönetiminde kimi tercih ediyorsunuz: Askeri mi siyasetçiyi mi?

Bu sorunun hiç kimsenin şüphe etmemesi gereken kesin bir cevabı var. Siyaset içindeki asker, ordu yönetmeye kalkan siyasetçiden bin kat daha berbat bir yaratıktır. Bir siyasetçi, elindeki silah ve emrindeki ordu ile siyasete soyunan askerden bin kat daha dürüst, bin kat daha ahlâklı ve bin kat daha vatanseverdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi ve endişesi olmasın. Daha ötesi askerin yönettiği bir ülke, en beceriksiz siyasetçinin yönettiği ülkeden daha kötü durumda olur. Delili, yakın tarihimiz.

Siyasetçilerin en zayıf oldukları yerden başlayalım: Yolsuzluklar. Siyasette Lockheed skandalının bir benzeri vuku buldu mu? 12 Eylül döneminde Time dergisinin "dünyanın en zengin generali" diye kapak yaptığı kuvvet komutanına benzeyen bir siyasetçiye rastladınız mı? Neden sadece Hilmi Özkök'ün genelkurmay başkanlığı yaptığı dönemde bir kuvvet komutanı dahil, birçok asker yolsuzluk suçuyla askerî mahkemede yargılanıp hüküm giydi? Bütün yolsuzluk davalarının bu döneme tesadüf etmesi size manidar gelmedi mi?

Siyasetçi projektörlerin altında iş görüyor. Hata yapan generale gazeteci soruyu hazırolda soruyor. O da akreditasyonu varsa. Siyasetçi hayatının her evresinde hem de günlük olarak hesap veriyor. Gazetecisi muaheze ediyor, rakip partili hırpalıyor, seçmeni gelip hesap soruyor, sivil toplum örgütleri peşine düşüyor ve sandık ortaya çıktığı zaman halktan sağlı sollu tokadı yiyor, serseme dönüyor. Bütün bunlardan sonra ayakta kalmayı başaranlar bizi temsil ediyor ve yönetiyor. Ya asker?

Askerden hesap sorabiliyor muyuz? Hangi askerden bugüne kadar neyin hesabını sorabildik? Üstelik hesabını soramayacağınız birçok konu var. Ordumuz neden bu kadar kalabalık? "Güçlü ordu" ile "kalabalık ordu" arasındaki farkı en iyi askerlerin bilmesi lâzım. Demek ki siyasetçinin askere üstünlüğü, sadece memleket yönetimine dair değil. Türkiye'nin "güçlü ordu"ya sahip olabilmesi için, askerî konulara da siyasetçinin karar vermesi gerekiyor. Devleti yönetmeye hevesli generallerin karar verdiği asker sayısı, "iç tehdit"e dayalı kalabalık, yani kendi halkına aslan kesilmeye niyetli bir ordu ortaya çıkartıyor.

En sevmediğiniz, yüzde yüz muhalif olduğunuz siyasetçiyi dikkate alın. Türkiye'yi onun yönetmesi, bir askerin yönetmesinden bin kat evladır. İnanın o siyasetçi, elindeki silahı kullanarak siyaset yapan askerden bin kat daha dürüst ve bin kat daha vatanperverdir. Çünkü kaba gücü, yani silahı yönetme hakkına dayanak yapmak ahlâksızlıktır. Bu ahlâksızlık ise her türlü yolsuzluğu ve keyfiliği peşi sıra getirir.

Vatanı koruyan asker değil, siyasete hevesli askerden bahsediyorum. Siyasetçiyi öpüp başınıza koyun.

ZAMAN