Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un gürültü yaratan konuşmasını değerlendirmeye devam ediyoruz.
Konuşmanın henüz başlarında şunları söylüyordu Genelkurmay Başkanı:
"Demokratlık kisvesi altında Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratmak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı sistematik muhalefet yapılması demokrasimizi geliştirmeyecektir. Bu çoğulculukla ifade edilebilecek ve açıklanabilecek bir husus değildir. Aynı şekilde Silahlı Kuvvetler'i demokrasinin gelişmesinde, çoğulculuğun toplumsal bir boyut kazanmasında engelleyeci bir kurum olarak göstermek yanlıştır…"
Bu sözleri kaçıncı kez duyuyoruz askerden…
Madalyonun diğer yüzünü, askerin geleneksel meydan okumasını anlatıyor bu sözler…
Bu sözler sadece eleştiriye tahammülsüzlüğü ifade etmiyor, bir aydın karşıtlığı ve bilgiye yönelik tepkiyle iç içe giriyor.
Eleştiriyi kurum yıpratma, orduya düşmanlık kabul etme alışkanlığı "söz ve karar tekeli"nin askeri zihniyetin parçası olduğunu da gösteriyor.
Demokrasi kisvesi sözü bu açıdan son derece manidardır.
Ne var ki demokrasilerde bu işler böyle olmuyor…
Genelkurmay Başkanı'nın önce şunu hatırlaması gerekir.
Siyaset ve devlet ayrımı, siyaset ve toplum ilişkisi demokratik toplumlarda kurumların, darbe yasaları ve anayasalarının yaptığı tanımlar üzerine oturmaz. Askerin ben siyasete müdahale etmiyorum, ilgilendiğim devlet meseleleridir demesiyle kimi meseleler siyasi alandan çıkmaz, topluma kapanmaz…
Siyaset, toplum, devlet ilişkileri ve alanları ülkelere göre değişmez…
Otoriterlik ve totaliterlik tanımı da öyle…
Siyasi alana devlet adına kural koyan asker siyasetin merkezindedir. Böyle bir rejim ise otoriter rejimdir…
Hiçbir gerekçe, ülkenin koşulları, coğrafyası, etnik ve dinsel haritası bu durumu değiştirmez…
Neden eleştiriliyor asker Türkiye'de?
Hatırlatmaya gerek var mı.
Bu ülkede 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi doğrudan ve dolaylı askeri müdahalelerin yaşandığını, ülkenin siyasi hayatının yarısından fazlasının sıkıyönetimler ve olağanüstü haller altında geçtiğini bilmeyen var mı?
Biri başbakan, ikisi bakan üç insan asıldı darbelerde, birçok başka başbakan hapislere girdi…
Neden oldu bunlar?
Siviller yeteneksiz olduğu için mi?
Askeri vesayet mantığından kaynaklandı bunlar…
Dolayısıyla askere yönelik eleştiri onun askeri işleviyle ilgili değildir, siyasi fonksiyonuyla ilgilidir. Asker siyasi fonksiyona soyunduğu oranda bu eleştiri devam edecektir. Zira asker ve siyaset ilişkisi, daha doğrusu (askerin anlayacağı biçimde söyleyelim) asker-siyasi karar ilişkisi böyle sürdükçe, sınırları asker çizdikçe, yasal değişikliklere muhtıralarla, yüksek mahkeme yargıcı ayarlamalarla, baskılar, olmadı darbelerle yanıt verdikçe bu ülkede gerçek anlamda demokrasiden söz edilemez…
Askerin gölgesinin yansıdığı yerde demokrasi olmaz…
Asker siyasetin göbeğinde olduğu sürece siyaset sadece rejim tartışmalarına ve kutuplaşmalarına kilitlenir ve normalleşemez…
Normalleşemediği oranda demokrasi olgunlaşamaz, dahası siyasetçi olgunlaşamaz…
Şunu unutmayalım ve Bağbuğ da unutmasın…
Sivil toplumun iki şiarı vardır:
Özgürlük ve eşitlik…
Kışlada ya da askeri toplumda ise eşitliğin karşılığı hiyerarşidir, özgürlüğün karşılığı ise itaat…
Her ikisini yasalar tanımlar, o zaman demokrasiyi tanımlayan yasalar değildir, o yasaların ruhudur.
Yasanın ruhu özgürlük ve eşitlik üzerine dayanırsa o düzene demokrasi denir…
Askerin egemen olduğu düzende hiyerarşi ve itaat hakim olur, bunu ne yumaşak dil değiştirir, ne de 21. yüzyılda 19, yüzyılın aydınlanmacı felsefecilerinin bugün tarih başlığında ele alınacak görüşleri…
YENİ ŞAFAK