6 aya yakın bir zaman geçmesine rağmen hâlâ aydınlatılamayan Uludere katliamı üzerinden yeni dönem asker-iktidar ilişkisini ele alan İhsan Dağı, ordunun 28 Şubat'ta kaybettiği 'dindar, muhafazakar sağ' kitleleri yeniden kazanmaya çalıştığını iddia etti.
Uludere olayıyla ilgili sessizliği ve AK Parti hükümetinin ciddi bir soruşturma başlatamamasını hükümetin askerle kurduğu iyi ilişkiye bağlayan Dağı, “Birilerinin size itaat etmesi, selam durması onları hatadan, yanlıştan, cezadan, yaptırımdan münezzeh yapmaz ki!” diyor.
***
Asker, AK Parti ve Uludere karartması
İhsan Dağı / Zaman
Askerin topuk selamı Türk insanını kendinden geçirir.
Özellikle eski kuşak 'sağcılar' defalarca darbe yapan, hükümet deviren, başbakan asan asker selam çaktı mı, nihayet iktidar olduklarını sanırlar. Askerin dün neler yaptığını hemen unutmaya hazırdırlar. Ne de olsa, 'asker bizim askerimiz, devlet bizim devletimizdir'. Özlenen gerçekleşmiş, 'asker-millet-devlet kaynaşması' askerin itaati ve sadakatiyle sonuçlanmıştır.
Bilmezler ki, aslında o itaat ve sadakat görüntüsü askeri en sıkıştığı dönemde bile 'iktidar ortağı' haline getiriverir.
Son zamanlarda şahit olduğumuz gelişmeler böyle bir riskle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Askerle hükümetin ilişkisi, askerin sivil denetim altında olduğu bir tabloyu değil, birlikte hareket eden bir 'asker-hükümet bloku' görüntüsü veriyor. Sorun elbette 'uyum' değil, asker ve hükümetin bir 'iktidar bloku' gibi davranması. Böyle bir ilişki biçiminde taraflar birbirini korur ve kollar, ama asker üzerindeki 'sivil denetim' gerçekleşemez.
Uludere olayının soruşturulmasında altı aydan bu yana bir sonuca ulaşılamamasının nedeni, asker ve iktidar arasında kurulan 'iktidar bloku'. 'Blok'un tarafları, iktidar paydaşlarını zorda bırakacak hamleler yapmaktan, açıklamalarda bulunmaktan kaçınıyorlar. Bu, sivillerin asker üzerindeki denetimini işlevsiz kılmakla kalmaz, sivilleri iktidar paydaşı olan askerin elinde 'rehin' konumuna da düşürür. Yukarıda 'risk' dediğim şey budur...
Uludere olayının normal şartlarda şimdiye kadar aydınlatılması gerekirdi eğer böylesi karmaşık ilişkiler olmasaydı. İnsanlar uçaklarla bombalanmış, ölenlerin sivil köylüler olduğu belli, görüntüler çekilmiş... Geriye, eldeki bilgilerin kim tarafından analiz edildiği ve bu analizlerden hareketle operasyon emrini kimin verdiğini tespit etmek kalıyor. Bunlar da eğer 'rutin' içinde cereyan etmişse bilinemeyecek şeyler değil.
Zor mu bunlar? Değil elbette. Peki neden yapılmıyor? Yapılamıyor? Çünkü yapısal, geçişken bir ilişki var bu işlerden sorumlu olan kurumlar arasında.
Uludere olayının önemi bu 'ilişkiyi' çözmekte yatıyor. Ama daha derinlerde olan asıl önemli mesele, demokratik bir hukuk devletinde kamu otoritelerinin 'şeffaf, hesap verebilir' olması. Hele masum yurttaşların hayatı söz konusuysa. Daha bir, iki sene önce askerdeki ölümler konusunda ordunun şeffaf olmadığından yakınıyorduk. Bir askerin kendi komutanı tarafından ceza olsun diye eline tutuşturduğu el bombasının patlaması sonucu öldüğünün sonradan anlaşılması nasıl bir infial yaratmıştı? Bütün demokratlar, muhafazakarlar ordunun 'şeffaf' olması gerektiğini dile getirmişti.
Şimdi neden sessiziz? Öldürülenler köylü olduğu için mi? Kaçakçı oldukları, yoksa Kürt oldukları için mi? İkiyüzlülük ve çifte standart bize sadece utanç verir...
'Genelkurmay'ımıza güvenelim' diyorlar. Peki ama nasıl? Şeffaf olmayan, hesap vermeyen, hatalarını itiraf edip hata yapanları cezalandırmayan bir yapıya nasıl güveneceğiz? Birilerinin size itaat etmesi, selam durması onları hatadan, yanlıştan, cezadan, yaptırımdan münezzeh yapmaz ki!
Birileri güç dengelerine bakarak, üstelik iktidarın paydaşı olarak 'itaat' etmeyi tercih edebilir. Onlar biliyorlar ki itaat ettikleri sürece korunacaklar.
Ayrıca daha ileri gitmeye de hazırlar. Dün iktidarla uğraşanlar, bugün Kemalist muhalefete karşı bildiri yayınlıyorlar. Aşkolsun valla, bravo!... Bu 'jest'e bakıp orduya biraz daha sahip çıkmak isteyenler olabilir. Olsun, biz biliyoruz ki sivil denetim altındaki bir ordu, denetimi altındaki sivillerin rakiplerine kafa tutan bir ordu demek değildir. Sivil denetim, sevmediklerinize, beğenmediklerinize, fikirlerine katılmadıklarınıza 'ordumuzu' kullanarak ayar vermek de değildir.
Yıllardır 'iktidarın kurdu' haline gelen ordumuz müthiş hamleler yapıyor; 28 Şubat'ta kaybettiği 'dindar, muhafazakar sağ' kitleleri yeniden kazanmaya çalışıyor. Bunu bir yandan AK Parti hükümetinin yanında durarak, bir yandan da Kemalistlere hafiften sopa göstererek yapıyor. Kırdığı gönülleri kazanıyor, hükümetin koruyucu kanatları altına giriyor.
Ama iktidarı da bırakmıyor asker... 28 Şubat'ta 'post-modern' darbeyle ele almışlardı iktidarı, şimdilerde 'post-Kemalist' yöntemlerle tutunmaya çalışıyorlar iktidara. Uludere sessizliği bunu başardıklarını da gösteriyor. Sahi, 'en büyük asker', kimin askeri? Kemalistlerin mi, AK Parti'nin mi?