Asiye Dilipak'tan sitem: 30 yıllık dostlarımız bir telefon dahi açmadı!

Asiye Dilipak, Abdurrahman Dilipak’ın İstanbul Sözleşmesi’ni ve sapkınları eleştirdiği yazısının çarpıtılması sonrası yaşanan sürecin kendilerini derinden yaraladığını ifade etti.

Yeni Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'ın eşi Asiye Dilipak son olaylar üzerine bir mektup yazdı... Asiye Dilipak, kaleme aldığı mektubunda; çarpıtılan bir yazısı sebebiyle hakkında 81 ilde suç duyurusu yapılan eşi Abdurrahman Dilipak’ın, 28 Şubat sürecinde bir yandan cuntacılarla mücadele ederken, diğer yandan başörtülü kızlarımızın yanında yer aldığını ve bugün kendisine dava açanların haklarını savunmak için defalarca hakim karşısına çıkarak maddi-manevi bedel ödediğini dile getirdi.

Asiye Dilipak'ın mektubu:

YA RAB! “Sen ondan razı, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön” buyurdun Fecr Süresi ayet 28’de. Senin rızanı kazanmak en büyük duam. Ömrümü; elimden geldiğince böyle yaşamaya çalıştım. Başım örtülü olduğu için ortaokuldan sonra okuyamamıştım. O zamandan başlamıştı mücadelemiz. Önce rahmetli Şule Yüksel Şenler ablamız bize rehberlik etmiş, onun açtığı yolda biz de kardeşleri olarak yürümeye devam etmiştik.. Yağmur-çamur demeden ev ev gezerek, Müslümanların haklı davalarını anlatmaya çalıştık hanımlara. Onların kalplerini fethedersek bu işi başarmamız daha kolay olurdu. 3-4 kişi başlamıştık tebliğe. Hem öğrendik hem anlattık. Sonra siyasi mücadelemiz başladı. Çocuklarım küçüktü ve onları “Sen”den başka emanet edebileceğim kimsem yoktu. Babaları zaten hep seferdeydi. Şimdi de anneleri evde yoktu... Onlar için zordu ve yalnızdılar. Bizi merak ediyorlardı. İğne ile kuyu kazarcasına ilerliyorduk. Azmimiz vardı ve başaracaktık.

Emine Erdoğan hanım ve gönüllü bir çok kardeşimizle aynı masanın etrafında oturuyor, “daha fazla neler yapabiliriz”leri konuşuyorduk. Herkesin büyük bir samimiyetle sadece Allah rızası için çalıştığı dönemlerdi. Hiç kimsenin “şu makama ve mevkiye geleyim, adımı duyurayım, eşime dostuma şu imkânı sağlayayım” diye bir derdi yoktu. Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya şiirindeki mısraları gibi:

“Hamallık ki; sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık; anneden, vatandan, arkadaştan…”

Ben yoksam başkası da yoktu. Hiç kimse arkasına bakmıyordu. İnandığımız doğrular uğruna mücadele etmek, zamanın adil şahitleri olmak, geleceğe güzel bir miras bırakmak… Bu şuur ile çalıştık. Başörtüleri yüzünden okula alınmayan evlatlarımız için, çocuklarımızla birlikte fakülte önlerinde eylemler yaptık. “Cahil ve örümcek kafalı” diye yaftalandığımız dönemlerde, inançlarımızdan taviz vermeden, sesimizi duyurmaya ve toplumsal aktörler olmaya gayret ettik.

Ya Rab, Sen’den davamız uğrunda beraber koşturacağım bir eş istedim, nasip ettin çok şükür. 45 yıl; çileli ama “sevgi ve saygı”nın eksik olmadığı bir evlilik hayatımız oldu. Abdurrahman Bey yazdığı yazılar ve düşünceleri yüzünden hep sanıktı. Onu bazen günde 4-5 mahkemeye yetiştirmeye çalışıyordum, araba kullanamadığı için. O içeride yargılanırken, ben dışarda her zaman olduğu gibi dua ediyordum “Allah’ım sen güç kuvvet nasip et, yardımcısı ol” diye. 28 Şubat sürecinde, gazetenin Güven Erkaya’ya yönelik attığı “Hakkımı helal etmiyorum” manşeti ve eşimin yazısında kullandığı “toprağı bol olsun” ifadesinden dolayı tazminat davası açıldı. Bu dava sonucu evimizi, eşyalarımızı haczettiler. Mülkün sahibi de; alan da, veren de sensin. Çevik Kuvvet polislerinin evimizi adeta bir terör yuvası gibi basması, o gün yaşadığımız gerilim ve yaşananları korkuyla izleyen çocuklarım... Sonra posta kutusuna bırakılan yüce dinimize ve şahsımıza yönelik hakaret mektupları, gece yarıları gelen tehdit telefonları, küçük kız çocuklarıma yönelik iğrenç tecavüz ve sevdiklerime yönelik ölüm tehditleri, daha burada yazmakla bitiremeyeceğim bir çok acı tecrübe yaşadık… Bir eş ve anne olarak korkuyordum elbette. Ben aciz bir kul ve yalnız bir insandım. Sen’den başka sığınacak kimsem yoktu. Başım secdede, Hz. Yakub’un (as.) duasında dediği gibi, hüznümü ve kederimi sadece sana arz ediyordum. Senin koruduğuna kim ne yapabilirdi, ne zarar verebilirdi ki! Daha sonra FETÖ’cülerin algı operasyonlarına ve iftiralarına maruz kaldık. Bunlara da sabrettik, direndik… Sen her şeyi gören ve bilensin. Yolumuz senin istediğin istikamette olduktan sonra, ne gam. Bugün yine yeni bir süreç ve imtihan ile karşı karşıyayız. Gazeteci bir hanımın attığı bir Tweet ile başlayan, sayısını bilmediğim kadar çok kişinin hakaret ve küfürleriyle büyüyen, Abdurrahman Bey’in maksadı dışında yorumlanan bir ifadesi üzerinden, AK Parti yönetimi ve AK Partili kadınlar bir iftira ve linç kampanyasına başladılar. Televizyonda önce Lütfiye Selva Çam hanımın, sonra da Cumhurbaşkanının eşime yönelik sert ithamlarını ve bu ifadeleri avuçları patlarcasına ayakta alkışlayan kadınları içim acıyarak, ibretle izledim bizi karalayan ak kadınları(!?)

Şimdiye kadar yaşadığımız hiçbir şey beni bu kadar yaralayıp üzmemişti, içim kan ağlıyordu. Günlerce, yapılan yanlışlığı anlarlar ve dava açmazlar umudu taşıdım. Birçoğuyla 30 yılı aşkın arkadaşlığımız vardı. Evimize gelmişler, evlerine gitmiş, aynı masada yemek yemiştik. Bir tanesi bile telefonu açıp “durum nedir” diye sorma zahmetine katlanmadı. Bu kadar bile hukukumuz yokmuş bu insanlar nezdinde, bunu görmüş oldum. Suç duyurusunda imzası olanlar makamlarında yükselirken, biz birbirimizden uzaklaşmışız demek ki. Hak, hukuk, kadir, kıymet değil; “makam-mevki” geçer akçe olmuş. Bu mesele karşısında, “doğru nedir”, “Allah rızası nerededir” demek yerine, “teşkilatım ne der”, “yöneticim ne düşünür” diye endişelenir olmuşlar. Bu mesele adeta bir turnusol kâğıdı görevi gördü, kimler vefalı birer dost, kimler değil; kim hasbi kim hesabi bu vesile ile görmüş olduk.

Ya Rab, bu dünya gelip geçici bir yer. Esas olan ahiret dünyamız. Hayatımızda bize çok bedel ödetmeye çalıştılar. Hiç şikâyetim yok. Başta da dediğim gibi; “Sen razı ol yeter.” Burası imtihan yeri ve biz bu imtihanı başarmak istiyoruz. Onlar bu dünyanın mahkemelerine verdiler dilekçelerini ve ispat etmek istercesine poz poz resimler çektirdiler. Vicdanları el veriyorsa devam etsinler, polisler eşliğinde onlar da göndersinler haciz memurlarını ve alsınlar eşyalarımızı. Mal, mülk, makam ve mevki hiçbir zaman bizim derdimiz olmadı. Ben ise; Rabbim, dava dilekçemi Sana sunuyorum. Sen hakimler hakimisin ve hesabı çabuk görensin. Bize bu haksızlığı reva gören AK Parti yönetiminden ve bize dava açan 81 ildeki kadınlardan tek tek şikayetçiyim. Mazlumla senin aranda perde yok. Onların bizi tanıması gerekirdi. Halkın Kurtuluş Partisi, Gazeteciler Cemiyeti, KADEM ve AK Parti bu konu çerçevesinde ortak bir noktada buluştular. Bu durum bana yine Merhum Necip Fazıl’ın “baba katiliyle, baban bir safta” dizelerini hatırlattı…

Hep şeffaf bir hayatımız oldu. Elli yıla yakın bir ömrü, karınca kaderince senin yoluna adamış birisinin üstü, bir kalemde çizilmemeliydi. “Dilipak soyadı” bazı çevreleri ne kadar rahatsız ediyorsa, Sana sonsuz şükürler olsun ki, aynı “soyadı”, kardeşlerimiz arasında gittikçe büyüyen bir sevgi halkasına vesile oluyor. Ben inanıyorum ve biliyorum ki sen sevdiğini sevdirirsin.

İlk tazminat davasında olduğu gibi, evimize gelerek, arayarak, dua ederek destekleyen tüm kardeşlerimizden Sen razı ol. Bizim en büyük zenginliğimiz onlar. Allah’ım sen birbirlerine dua eden Müslümanları arşının altında gölgelendireceğini buyurdun.  Bizi onlarla Peygamber Efendimizin sancağı altında haşret. Sırat-ı müstakimden ayırma. Birbirimizi hayırla yad edecek bir ömür nasip et. Bizi bize bırakma. Hasbunallahu ve nimel vekil.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!