Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanma kararının ardından cezaevine giderken Mahkeme önünde kendisini bekleyen gazetecilere sarf ettiği cümle şuydu: “Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı, terör örgütü kurmaktan ve yönetmekten tutuklandı. Takdir yüce Türk milletinindir.”
Bu iki cümleyi kurarken Başbuğ’un yüzü her zamankinden daha gergin, sesi de aşina olduğumuzdan daha titrek ve acıklıydı. Büyük bir skandalı halka şikâyet eder gibiydi. Uzun yıllar hizmetini gördüğü devlete sitem eder bir tarzı vardı. Şikâyet ve siteminin kimler tarafından ve ne kadar kale alındığını anlamak için Başbuğ, ilk sinyali Silivri cezaevi önünde aldı. Kendisini bayraklarla karşılayan ve “Ordu-Millet el ele” diye slogan atanlar hepi topu on kişilik bir İşçi Partili gruptu. Fiilen arkasında durmak üzere sahaya inenler ordunun Maocu-Kemalist uzantılarından başkaları değildi.
İkinci sinyal ise (eğer doğruysa) eski silah arkadaşlarından geldi. Ergenekon, Balyoz ve İnternet Andıcı davalarından tutuklu bulunan Çetin Doğan, Özden Örnek, İbrahim Fırtına, Hasan Iğsız gibi orgeneraller Başbuğ’u koğuş arkadaşı olarak kabul etmemişler. Mehmet Haberal’ın koğuşu da müsait olmayınca “bari tek kişilik hücrede kalayım da belki kitap yazarım” diye düşünmüş en sonunda. Hatırlatmak gerekirse aynı davadan daha önce tutuklanan ve “S. Kn” tarafından satışa geldiklerini düşünen Dursun Çiçek, Hıfzı Çubuklu ve Hasan Iğsız mahkemede Başbuğ’u işaretlemişlerdi. Böylece zaten beklenen “Silivri celbi” aciliyet kespetmişti.
Devlet Üstün Hizmet Madalyası verilmeyen tek Genelkurmay Başkanı olarak bilinen Başbuğ’un durumunun ne kadar ümitsiz vaka olduğunu göstermek açısından iki söyleme de dikkat çekmekte fayda var. Birincisi tutukluluğunun ertesi günü konuşan oğlu Murat Başbuğ’un şu sözü sürecin nasıl algılandığına dair güçlü bir gösterge sayılmalı: “Aslında 2008 yılından beri bekliyorduk bir şey olacağını.” Oğul Başbuğ babasını tanımlarken “1993-1995 yılları arasında Güneydoğu’da teröristlere karşı aslanlar gibi çarpıştı” cümlesinin yanına “Babama yapılan bu suçlamalar tam bir iğrençlik.”
Başbuğ’un bu davayı kaybedeceğinin yani suçlu bulunup ekibiyle mahkûm edileceğinin en önemli göstergelerinden biri de avukatı başta olmak üzere hemen bütün destekçilerinin mahkeme arayışlarında kendini gösteriyor. Genelkurmay Başkanlığı yaptığı dönemle ilgili suçlar dolayısıyla Başbuğ’un Özel Yetkili Mahkemelerde değil de Yüce Divan’da yargılanması yönündeki ısrarlı talepler suç-ceza dengesi işini ucuza kapatma hayallerinden kaynaklanıyor olsa gerek.
Başbuğ’un tutuklanması yaşanan son süreç itibariyle sürpriz değil sürpriz olmasına ama geniş zaman içerisinde ve yakinen tanıdığımız devlet geleneği düşünüldüğünde önemli bir kırılmadır. “Zaten beklenen bir gelişmeydi, sıranın ona gelmesi kaçınılmazdı” gibi sözlerle kısa bir süre önce Hükümete, topluma, medyaya parmak sallayarak fırça atan, herkesi TSK kriterleri doğrultusunda doğru tarafta olmaya icbar eden, ortaya çıkan onca bilgi, belge hatta lav silahlarına rağmen hesap vermeye değil hesap sormaya kalkışan adam işte bu adamdı: İlker Başbuğ.
Ergenekon ve Balyoz gibi İnternet Andıcı davası da askeri vesayetle daha açık söylemek gerekirse askeri cuntalarla hesaplaşmak için muazzam imkânlar sunmaktadır bizlere. Daha düne kadar siyaset ve toplumu kaosa sürüklemek için suikast, faili meçhul, sabotaj, işkence, gözaltında kaybetme gibi her türlü kontrgerilla faaliyetini örgütleyen bir cuntanın tetikçilerinden bile hesap sormayıp karamsarlık içerisinde geçirilen uzun dönemleri unutmayalım.
Sadece tetikçiler ve ara elemanlar değil onların alay, tugay, tümen, kolordu, ordu gibi en büyük ve merkezi birimleri yönetenlerle birlikte karargâhın başındaki kişi yani Genelkurmay Başkanı, hükümeti devirmek üzere darbeye teşebbüs için kurulan bir örgütün yöneticisi olma suçlamasıyla hücreye kapatıldı. Selefleri gibi kendisi de “devletinden teşekkür bekleyen” Başbuğ’un, Silivri yolunda “çok üzücü, anlaşılması zor” olarak tasvir ettiği manzara diğer taraftan toplumun en temel haklarının teminat altına alınabilmesi için oldukça sevindirici ve anlaşılır bir şeydir. Böylece 700 bin personele sahip bir ordunun Genelkurmay Başkanı dâhil hiç kimsenin topluma karşı sürdürdüğü asimetrik savaşı kazanamayacağı teyit edilmiş oldu.
Gerekli cezaları vermek için darbecileri yargılamaya başlamış bir siyasi iradeden beklenen nedir? Elbette öncelikle zulmü mümkün kılan bütün yasa ve teamüllerin ilga edilmesidir. Ardından fert ve toplum için hukuk ve sosyal adaletin hâkim olduğu bir kardeşlik iklimini mümkün kılmaktır.