Asıl Sorun Yargının Bağımsız Olamayışıdır!

Yazısında Yargı Etik Bildirgesi’ni değerlendiren Taha Akyol, bildirgede açıklanan etik kurallarının olumlu olduğunu ancak fiili olarak asıl sorunun yargının bağımsız olmayışından neşet ettiğine dikkat çekiyor.

Taha Akyol’un Karar’da yayımlanan konuyla alakalı yazısı (12 Mart 2019) şöyle:

Yargı Etik Bildirgesi

Adalet Bakanı ve HSK Başkanı Abdulhamit Gül, “Türk Yargı Etiği Bildirgesi”ni açıkladı.

Daha önce de aynı konuda Türkiye’de çalışmalar, açıklamalar yapılmıştı.

Eleştirimi aşağıda yazacağım. Öncelikle belirteyim ki, açıklanan etik kuralları isabetlidir.

Yargıya dair etik ilkeler uluslararası hukukta da büyük yer tutar: BM’nin 2001 tarihli “Bangalor Yargı Etiği İlkeleri” belgesi… Avrupa Konseyi’nin 2010 tarihli “Yargı Etiği Tavsiyeler” belgesi… Avrupa Hakimleri Danışma Komitesi’nin 2010 tarihli “Hakimlerin Magna Cartası” adlı belge.

Hepsinde Türkiye’nin imzası var.

Artık “yargı bağımsızlığı”, ülkelerin kendi beyanlarına değil, bu evrensel ilkelere göre değerlendiriliyor.

Uluslararası hukuk reformları

Daha eskilere gitmeden, yakın geçmişte Hikmet Sami Türk, Cemil Çiçek ve Sadullah Ergin’in adalet bakanlıkları döneminde evrensel hukuk yönünde reformlar yapıldı: Uluslararası hukuk ülkemizde üstün norm olarak tanındı, temel kanunlar AB kıstaslarına uyarlandı, bireysel başvuru yolu açıldı…

Bu gelişmeleri şükranla kaydediyorum.

Sonra FETÖ ile mücadele döneminde, yargıyı arındırmanın ötesinde, yargıda siyasi nitelikli düzenlemeler yapıldı. FETÖ’nün tahribatının yanında bu siyasi düzenlemeler hukuk sıralamalarında Türkiye’nin derecesini aşağıya çekti.

İçeride ve dışarıda yargıya yönelik eleştiriler çok yoğunlaştı. Bu, ekonomiyi de olumsuz etkiliyor tabii.

Şimdi Adalet Bakanı Gül bir gayret içinde.

29 Kasım 2018’de “Yargı Reform Zirvesi” çalışmasını başlattı; her görüşten eski Adalet Bakanlarını da davet ederek…

Son “Etik Bildirgesi” bilinenlerin tekrarı olsa da teyid bakımından çok olumlu bir gelişmedir. Fakat…

Yargı bağımsızlığı

Uluslararası metinlerde “yargı bağımsızlığı” hem devletlerin hukukî hem yargıçların etik görevi olarak belirtilir. Yukarıda saydığım metinlerde şu ilke vurgulanır:

“Yargı bağımsızlığı hukuk devletinin ön şartı ve âdil yargılanmanın temel garantisidir.”

Dün açıklanan bildirgenin 2’nci maddesinde ise yargı bağımsızlığı hakimlerin etik görevi olarak tanımlanıyor:

“(Hakimler) Bağımsızlıklarıyla adil yargılanmanın ve hukuk devletinin güvencesidirler.

Yargı bağımsızlığının, yargılama fonksiyonunun baskı ve tesirden uzak bir şekilde yerine getirilmesi için tanındığının bilinciyle hareket ederler…”

Çok doğru ama hakim sıkıntılarla karşılaşırsa ne olacak? “Kahramanlık” mı bekleyeceğiz?

Yargı tarihimizin en saygın isimlerinden Yargıtay Başkanı merhum Recai Seçkin, 1960 adli yıl açılışında darbeci subaylara hitaben şöyle konuşmuştu:

“Hâkimin kahramanlık göstermeden vicdanı ile ve hukuk anlayışıyla baş başa kalıp hüküm vermesini sağlayacak şekilde kanun hükümlerine yâni teminata ait hükümlere ihtiyaç vardır.”

Bugün de bu açıdan bakmalıyız: Etik kurallar çok iyi ama yetmez, yargı bağımsızlığını anayasa ve yasalarla teminat altına almak gerekir.

Uzun mesele, ben birkaç örnek vereceğim.

Asıl ihtiyaç bağımsız yargı

Kamuoyunda önem arz eden, dolayısıyla siyasetin de ilgisi çeken davalarda sık sık hakimler değiştiriliyor: Soma davası, gazetecilerin yargılandığı davalar, bazı hakaret davaları gibi.

Halbuki HSK’nın kendi atamalar yönetmeliğine göre, istisnai haller dışında hakimler genel kararnameler dışında atanmamalıdır, ama atanıyor işte.

AB kurallarına göre düzenlenen 2004 tarihli Ceza Kanunumuzda hakim ve savcılara her aşamada emir vermek, baskı yapmak suç idi. (Md. 277)

Fakat Haziran 2014’te “soruşturma aşamasında” yargıya emir vermek, baskı yapmak suç olmaktan çıkarıldı!

Öyle bir durumda sulh ceza hakimi ne yapabilir?

HSK’nın atama yapısının da kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğunu görmek için Venedik Komisyonu raporuna bakmak kafidir. (13 Mart 2017, No: 875/2017)

İşte zayıf delillerle, hatta delilsiz iddialarla nasıl tutuklamalar yapılıp iddianameler yazılabildiğini AYM Başkanı Sayın Zühtü Arslan’dan dinleyelim:

“Kararların önemli bir kısmında gerekçelerin çok iyi ifade edilmediğini, argümanların sağlam olmadığını, sonuca etkili bir iddianın gerekçede karşılanmadığını görüyoruz.” (Yargı Reform Zirvesi, 1 Aralık 2018)

Sayın Bakan’ın kendisi “yargı tasarruflarının meşrutiyetini zedeleyen” kararlardan yakınmıştı.

AYM “tutuklamak için delil yok” diyor, mahkeme dosyada müebbed ağır hapis cezasına hükmedebiliyor!

Netice: Etik kurallar gayet yerinde, alkışlıyorum. Ama daha büyük ihtiyaç, yeni anayasal ve yasal düzenlemelerle yargıda bağımsızlığın ve liyakat ilkesinin hayata geçirilmesidir.

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?