Peki, söyleyin, “gerçek” denilen meretle, şu “ulusal çıkar” denen şey çatıştığında hangisini tutacaksınız?
Bu, özellikle bizim ülkemizde hayati bir soru.
Çünkü gerçekle “ulusal çıkar” çatışıp duruyor.
Güçlükonak’ta, on bir köylüyü “resmî kişiler” minibüsün içinde yakıp suçu PKK’ya attıklarında da çatışıyor...
Darbeci generallerin ajanları “üfürükçü” kılığında “irtica geliyor” havasını yaydıklarında da çatışıyor...
Polisler insanları işkenceyle öldürdüğünde de çatışıyor...
Tuzla tersanelerinde, patronlar biraz daha fazla para kazansınlar diye “işçi kıyımına” göz yumulduğunda da yaşanıyor...
Türk Hava Yolları sekiz kere arıza yapmış uçağı yeniden havalandırdığında da yaşanıyor.
Çünkü burada “devletin işlediği suçları” saklamak “ulusal çıkar” olarak sunuluyor.
Devlet, her istediğini yapacak ve sen onu eleştirmeyeceksin, soruşturmayacaksın, yargılamayacaksın.
Eğer yargılarsan, “ulusal çıkar” zedelenir, “düşmanlarımız” bundan çıkar sağlar.
Devletle gerçek çarpışıyor burada.
Ve, bizim medya var gücüyle devleti tutuyor.
Kendi aralarında gruplara ayrılsalar da, kimi “muhalif” kimi “muvafık” olsa da, mesele devlete dayandı mı birleşiyorlar.
Gerçekleri saklıyorlar.
İşte o zaman sormamız gerekiyor.
Gerçekleri saklamak “ulusal çıkarlara” uygun mudur?
Bir ülkenin “ulusal çıkarları” sadece yalanlar üstüne kurulabilir mi?
Ben, kendi cevabımı söyleyeyim.
Yalana dayalı “ulusal çıkar” olmaz.
Eninde sonunda o yalan gelir o ulusu vurur çünkü.
Bugüne kadar da hep öyle olmuştur.
Şu Güneydoğu’da devlet görevlileri yüzlerce cinayet işledi, medya da bunları sakladı da ne oldu?
Ulusal çıkar mı sağlandı?
Hayır.
Uyuşturucu kaçakçıları tonla para kazandı savaştan yararlanıp para kazanırken biz binlerce çocuğumuzu, yüz milyarca dolarımızı kaybettik.
Ulusal çıkar bu mudur?
Çocuklarımızı öldürmek, paramızı silaha ve uyuşturucuya kaptırmak mıdır?
O savaşı yalanlarla sürdürmeseydik, insanca bir çözümle sona erdirebilseydik, o çocuklar ölmeyecek ve bu ülke bugün çok daha zengin olacaktı.
“İrtica geliyor” bağırtılarıyla 28 Şubat rezaletini yaşamasaydık bankalar o kadar soyulmayacak, banka sistemi çökmeyecek, belki de 2001 krizi o kadar hoyratça bu ülkeyi vurmayacaktı.
İşkenceci polisleri koruyacağımıza yargılasaydık, bugün hepimiz daha güvenli bir ülkede yaşayacaktık.
Bizi, bu “ulusal çıkar” denen yalan berbat ediyor.
Son olarak uçak kazasının sarsıntılarını yaşıyoruz.
“Ulusal çıkar” nedeniyle THY’nin hatalarını görmezden gelip, onun yanlışlarını saklayacak mıyız yoksa gerçekleri bütün çıplaklığıyla görecek miyiz?
Medya sitelerinin haberlerinden ve gazetecilerin sorularından anlayabildiğim kadarıyla “gerçeği” saklamaya daha yatkın duruyoruz.
THY’nin hatalı olduğunu söylersek “ulusal şirketimiz” zarar görür diye gerçeği saklamamız gerektiğine inanıyoruz.
Gerçekleri saklarsak insanlar yeniden ölür.
İnsan, bizim “ulusal çıkarlarımız” arasında yer almıyor mu?
Kendi insanının hayatını yok eden bir “ulusal çıkar” olur mu?
“Ulus” dediğiniz şey bu ülkede yaşayan insanlar değilse, ne o zaman?
Hollandalılar, bizim uçağımızın “altimetresi” hatalı olduğu için düştüğünü açıkladılar.
Karakutuda yapılan araştırmada, “yüksekliği gösteren” aletin bozuk olduğu, sisin içinde kalan pilotların uçağın bulunduğu yükseklikten daha yukarıda uçtuğunu sandıklarını, sisten çıkar çıkmaz durumu fark edip yükselmeye çalıştıklarını ama başaramadıklarını ortaya koyuyor.
Suç pilotlarda değil.
Suç, o uçağa uçuş izni veren yetkililerde.
Çünkü, “altimetre” bozulduğunda onu hemen değiştirmek gerekirmiş.
Sekiz kere bozulan bir altimetre ile uçak havalandırılmazmış.
Ama bizimkiler bu kurala aldırmamışlar.
Büyük bir ihtimalle bunu “ulusal şirketimiz” daha çok kâr etsin diye yaptılar.
Ne oldu peki?
İnsanlarımız öldü.
Bu gerçeği saklarsak, yarın aynı hatayı tekrar yapacaklar.
İnsanlar gene ölecek.
Hatayı ortaya koyar, sorumlusunu cezalandırırsak, bu hata kolayından tekrarlanmayacak, insanlarımız kurtulacak.
Gerçek mi, “ulusal çıkar” mı?
Gerçeği seçerseniz insanları kurtarırsınız.
“Ulusal çıkarı” seçerseniz, hepimiz parça parça ölürüz.
Şimdi seçin.
TARAF