Arınç, ODTÜ ve Uludere Hakkında Konuştu

Bülent Arınç, gündemdeki konulara ilişkin 32. Gün programında Mehmet Ali Birand'ın sorularını cevaplandırdı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kanal D televizyonunda yayınlanan, ''32. Gün'' programında gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.

Arınç, ODTÜ'deki olaylar hatırlatılarak, değerlendirmesinin sorulması üzerine, öğrencilik yıllarında kendisinin de protestolarda bulunduğunu, protestonun ne şekilde yapılacağını, şiddetten uzak bir protestonun anlayışla karşılanacağını bilenlerden olduğunu ifade etti.

-''Demir leblebilerle misket atmaya kalkarsanız''-

Üniversitelerin yeni eğitim-öğretim yılı açılış törenlerine katılmaya çalıştığını belirten Arınç, şöyle devam etti:

''Birkaç tanesinde sayıları da çok az, kızlı erkekli öğrencilerin yuhaladıklarını, ellerinde pankart açmak istediklerini gördüm. Yakınımda oldukları için gördüm, bazılarını da dışarıdan seslerinden işittim. Ve orada da söyledim, beğenmeyebilirler, herkes herkesi alkışlayacak diye bir şey yok. Her konuda eleştiri de olabilir ama fiili saldırıya dönüşmemesi lazım. İkincisi de oradaki toplumun huzurunu bozmaması lazım. Yani siz konferans salonunda olur da sürekli bağırarak, çağırarak slogan atarsanız içerdeki asgari 500 kişinin dinleme hakkını da çiğnemiş olursunuz. Protestonuzu yapın, selametle gidin. Bu türlüsü bir protesto, bir eleştiri hakkı olarak görmek mümkün. Ben de onları desteklerim, ben de onları alkışlarım. Ama yumurta atmak kadar değil. O bile masum kalacak birtakım gösterilere dönüşürse, demir leblebilerle misket atmaya kalkarsanız, varillerle bir şeyleri yakmaya çalışırsanız, özellikle yüzlerinizi, gözlerinizi bağlayarak molotof, yanıcı maddelerle hücum ederseniz oraya polis mutlaka gelir ve orada insanların güvenliğini sağlamaya çalışır.''

-''Görüntüler Çok Tehlikeli''-

ODTÜ'ye 3 bin 500 polisle gidildiği lafının nereden çıktığını bilmediğini dile getiren Arınç, ''Sayın Kılıçdaroğlu'nun söylediğine bakıyorsunuz. 700 polis vardı orada ve mecburen gelmişlerdi. Bugünkü uygulamalarda da üniversite yönetimi davet etmedikçe polis gelemiyor. Demek ki işin kötülüğünü, zorluğunu gördüler, girdiler. Ama müdahaleler sırasında acaba orantısız güç denilen bir şey mi kullanıldı?'' diye konuştu.

Arınç, olaylarda 9 aracın zarar gördüğünü, 15 polisin çeşitli yerlerinden yaralandığını aktararak, öğrencilerin isimleriyle profillerine baktıklarını ve çok sayıda kişinin de başka üniversitelerin öğrencisi olduğunu tespit ettiklerini vurguladı. Arınç, şöyle konuştu:

''Bunlar özellikle seyyar ekiplerdir ve bunların marjinal dernekleri vardır veya illegal kuruluşları vardır. Hepsinin de isimleri var. Alfabede harf kalmayacak şekilde Türkiye'de örgütler var. Bunların bir kısmı legal yapılardır, legal tabelalar altında illegal çalışma yaparlar. Bir kısmı tamamen illegal yapılanmalardır. Flamalarına bakarsanız eğer hepsinin hangi fikirlerde olduğunu görebilirsiniz. Bunlar orayı karıştırmak için gelmişler. Ve polisle bunun için çatışıyorlar. Görüntüler çok tehlikeli. Şüphesiz poliste onlara karşı elindeki imkanları ister az, ister çok kullanmış'' diye konuştu.

''Polis biraz sert değil mi?'' sorusuna ise Arınç, ''Olabilir. Bunu İçişleri Bakanı da söylüyor, biz de söylüyoruz. Dünyada genel kabul görmüş bir kabul var. Orantısız güç kullanmamak lazım'' dedi.

Yaşananların polisin de psikolojisini etkilediğini belirten Arınç, ancak bunu, ''Mazeret olsun'' diye söylemediğini, polisin güçlü olması gerektiğini söyledi. Arınç, polisin edilgen durumda kalması, sabır ve sükunetle hareket etmesi gerektiğini ifade etti.

''Siz hiç gençliğinizde dayak yediniz mi, polisler sizi hırpaladı mı?'' sorusunu da yanıtlayan Arınç, ''68'de işgal ve boykotlar vardı. Yurtlarımız da işgal edildi, okullarda da boykotlar vardı. Kızılay'a da indiğimiz çok zamanlar oldu. Yani polisten tekme yediğimi biliyorum ama karşı taraftan daha çok yiyorduk. Polisler o zaman ellerindeki imkanlarla zavallılar bazen sopalarla, coplarla girişiyorlardı'' dedi.

-''Üniversitelerde potansiyel olarak bir tehlike var''-

Arınç, polisin, sabırlı ve dikkatli olması, olayın büyümesini engelleyecek tavır sergilemesi gerektiğini, ancak karşısındakilerin de aymazlığıyla veya bizzat polise yönelik saldırılarıyla istenmeyen olaylar yaşandığını, polisin de o noktada yok edilmemesi gerektiğini vurguladı.

Bazı rektörlerin ODTÜ'yü eleştiren açıklamalarının hatırlatılması üzerine de Arınç, rektörleri Hükümetin atamadığını hatırlattı. Arınç, ''Bu tür olayların büyüme istidadı var. Üniversitelerde potansiyel olarak bir tehlike var. Bizim üniversitelerde en çok görmeyi arzu ettiğimiz şey, bilimsel çalışmalar yanında farklı görüşler, farklı düşüncelerdir'' diye konuştu.

Üniversite yönetimlerinin bu tür kanun dışı eylemlere karşı kendi önlemlerini alması gerektiğini belirten Arınç, öğrencilerinden bu işe karışanlarla ilgili de disiplin ve idari soruşturma sürecini başlatmasının önemli olduğuna işaret etti.

Arınç, ODTÜ'lülerin herkesi protesto ettiğinin söylenmesi üzerine ise ''Etmedikleri vardır. Çok sevdikleri, beğendikleri insanlar olur. Doğu Perinçek bugün dışarıda olsaydı, ODTÜ'ye gelseydi onu alkışlarla karşılarlar, belli bir yere oturturlardı. Yalçın Küçük'e karşı hiçbirinin tepki göstereceğini düşünmüyorum'' dedi.

Bülent Arınç, ''ODTÜ rektörü istifa etmeli mi?'' sorusuna ise ''Hayır. YÖK zaten bununla ilgili bir soruşturma başlattı. YÖK'ün bulacağı nedir veya bunun müeyyidesi nedir bilmiyorum. Ama ben Sayın Rektörü, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'na katılan bir Başbakan Yardımcısı olarak biliyorum ve bildiğim kadarıyla ikinci defa atandı. Sayın Cumhurbaşkanımız onu tercih ettiler. Mutlaka bu tercihte önemli ve olumlu faktörler rol oynamış olabilir. Buradan çıkaracağımız dersler olabilir ama ben 'Sayın Rektörün istifasına gerek yok' diye düşünüyorum'' ifadesini kullandı.

''Tarihe baktığımızda üniversite hocaları, öğrencileriyle uğraşan siyasetçiler hiçbir zaman kazanamamışlar tehlikelidir. Bu iş pek doru dürüst yönetilemedi gibi geliyor bana'' denilmesi üzerine Arınç, 1960 ve 1980 darbesi öncesinde üniversitelerde yaşanan olayları anımsattı. Öğrenci olduğu 1968-69 yıllarında Deniz Gezmiş'in İstanbul'dan Ankara'ya geldiğinde ODTÜ'de barındığına değinen Arınç, ''Bir tarafta siyasal yurdu, bir tarafta ODTÜ'nün yurdunda birtakım insanlar kalır ve birtakım faaliyetler yürütürlerdi'' diye konuştu.

Üniversitelerde barışı sağlayacak formüller bulunması gerektiğini belirten Arınç, ''Üniversite yönetimine çok görev düşüyor, şüphesiz hükümetimize de görev düşüyor. Onları yok sayamayız. Onlar geçmişte de vardı bugün de var, gelecekte de olacak. 'Benim fikrimden değil' diye o insanları yok saymamız mümkün değil. Önemli olan şiddete bulaşmadan bu farklılıkları götürmeleri'' dedi.

-''Ben olsam ben de kızarım''-

Arınç, ''Başbakan çok sert değil mi?'' sorusuna karşılık, şunları söyledi:

''Ama düşünün Türkiye'nin en sevinçli bir gününde yanında Genelkurmay Başkanı, bakanları var, tüm dünya uydular marifetiyle onları izliyor. Bu kadar güzel bir atmosferde dışarıda bir savaş yaşanıyor. Taşlar atılıyor, molotoflar atılıyor, ağızlarından düşen cümlelere bir baksanız hepsi kayıtlarda var bir insanın yüzünü kıpkırmızı yapacak türden. Böyle bir şeye kızmaz mı Başbakan? Ben olsam ben de kızarım. Sadece slogan atsalardı 'atarlar kardeşim, herkes beni beğenmez ki' derdiniz ama taş atıyor.''

''Polisin tutumu bizi tahrik etti'' sözlerine katılmadığını belirten Arınç, şunları kaydetti:

''Tam tersi onların eylemlerine karşı polis belki haddinden fazla biraz taşkınlık yapmış olabilir. İsterseniz ikisine de 'yanlış yaptı' diyelim ama bir yanlış yapan var. O da o günkü eylemleri bu şekilde şiddete dönüştüren öğrenciler ve onların liderleri. Belki onların arkadaki siyasi destekçileri. Bunlar çok açık, iki kere iki dört. Raporlar, ifadeler, hepsi bize bunu gösteriyor. Bunu meşru bulamayız. Bu, yanlıştır. Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu var istediği yerde gösteri yapabilir, slogan atabilir, beğenmediğini ifade edebilir.''

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 2 yıl önce Diyarbakır Üniversitesi'nin açılışına giderken protesto edildiğini, şiddete başvurmadan gerçekleştirilen bu protestoyu yapanlara teşekkür ettiğini vurguladı.
 

ULUDERE OLAYI

Uludere olayının yıl dönümü olduğunun hatırlatılarak, soruşturmanın uzayıp uzamadığının sorulması üzerine Arınç, olayın çok zor, acı ve üzüntü verici bir olay olduğunu söyledi.

Arınç, şöyle devam etti:

''Orada eşini, çocuklarını kaybeden herkes için bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum. 'Çok uzamadı mı?' derseniz, bunun sebepleri var. Aslında dosyalarımda, 2012 yılının hukuk, siyaset, yargı bakımından dikkati çeken olaylarını da çıkarmıştım. Ama unutmayalım 12 Eylül'ün yargılanması bu yıl içinde başladı. Yani iki tane hayatta kalmış Milli Güvenlik Konseyi'nin başkan ve yanındakiler, hasta yataklarından bile olsa yargılanmaya başladı. 28 Şubat süreciyle ilgili şikayetler, 27 Nisan muhtırası ile ilgili yargısal faaliyetler başladı. Meclis, fazlasıyla çok güzel işler yaptı. Darbeler Komisyonu, Uludere Komisyonu toplandı, diğerleri... Onlar da raporlarını vermek üzereler. Bir taraftan yargıda önemli davalar başladı, bir kısmı bitti, bir kısmı bitecek, devam ediyor.''

Konuyla ilgili kendisinin de birkaç defa konuşmak zorunda kaldığını belirten Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da konu açıldığında fevkalade üzüldüğünü, üzüntüsünü de samimi olarak ifade ettiğini dile getirdi.

Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Türkiye öyle acı olaylar yaşadı ki. Diyelim ki bir karakola baskın var, bir mayın patlaması, termal kameraları koyuyorsunuz, insansız hava araçlarını koyuyorsunuz, predatörler çalışıyor, zor bile olsa insan istihbaratı ile yola çıkıyorsunuz, bunların size gönderdiği verileri, istihbaratın tamamı doğru bilgi değildir. Test etmek suretiyle veya çapraz getirmek suretiyle bir neticeye ulaşmaya çalışıyorsunuz. Şimdi öyle olaylar oldu ki sınırdan girmişler, gerişleri de kameralarla tespit edilmiş. Komutana soruyorsunuz ve bunlar bir baskın yapmışlar, komutana diyorsunuz ki 'bakın bunlar görünüyor, niye müdahale etmediniz?' 'O bölgede çobanlar vardı, çoban zannettik' diyor. Biz alaya alıyoruz, 'olur mu canım bu kadar da. Çoban zannettik. Bak onlar geldi 15 askeri şehit ettiler'. Ama adam haklı, neden haklı? Biz ona diyoruz ki 'iyice emin olmadıktan sonra, senin hedefin terördür, teröristtir. Masum halk, kadın, çoluk, çocuk bizim hedefimiz değildir. Biz hukuk içinde mücadele yapacağız'. Ama diyor ki 'Ben emin olamadım. Bunları şu zannettim'. Mesela bir sivil kamyonun içinde, kamyonla karakola baskınlar oluyor. Karakola ekmek getiren bir kamyon düşünün veyahut kömür getiren kamyon düşünün. Önce geldiler ve havaya uçurdular. Ama ondan sonra asker, mecburen ateş açmaya başladı. Şimdi başka bir yerde de 'terörist sandık ama çobanmış'. Amanoslar'da da bunu yaşadık.''

''Şimdi terörle mücadele eden bu insanlara ne söyleyebileceğiz?'' diye soran Arınç, şunları kaydetti:

''Şunu söyleyebileceğiz; 'Bak bu olay Türkiye sınırları içinde olmadı. Sınırlar dışında oldu, takriben 10 kilometre. Çevrede de PKK'nın kamplarının olduğu biliniyor. Biz gözetlememizi yapacağız, insansız hava araçlarıyla ve diğer araçlarla ve ikazını yapacaksınız, ola ki yanlışlık olabilir. Ondan sonrada emin olduğunuz takdirde vuracaksınız veya yakalayacaksınız'. Bütün bunlara bakarak şunu söyleyebiliyor, ölenler 35 kişiydi, 8-10'u genç, pırıl pırıl evlatlarımız. Diğerleri de erkek, yaşları değişiyor. Yakın köyden Gülyazı'dan zannediyorum. Kaçakçılık amacıyla yani akaryakıt kaçakçılığı. Katırlar var, katırlara yüklenen bidonlarla vesairelerle gidip gelmeler. Bunun da eskiden beri yapıldığı söyleniyor. Şimdi biz bunu çok tartıştık yani kendi aramızda. İçişleri Bakanımızla, terörden sorumlu veya terörle mücadele üst kurulu başbakan yardımcımızla, başbakanımızın da olduğu yerlerde onunla. Gözümüze gelen ne var? Kalabalık bir grup, katırlarla gidiyor. Nereye gitti? 'Türkiye sınırları dışında, kamplara doğru gidiyor'. Tespit böyle diyelim. Kendilerine ikaz da yapılıyor. Yani bir işaret fişeği atıldığı yani 'geri dönün' şeklinde de bir haber verildiği söyleniyor. Ama ısrarla yollarına devam ediyorlar. Ankara ile irtibat kuruluyor veyahutta oradaki komuta kademesi ile kuruluyor, 'yine şunu yapın. Ondan sonra emin olmaya çalışın' diyorlar. 'Bunu yapın' diyorlar hatta oradaki korucu başlarıyla, vesaireyle... Yani bunlar kaçağa giden olabilir mi olmayabilir mi? Oradan sonra gelen haberlerle bunların bir terörist yapı içinde olabilecekleri söyleniyor ve verilen, şüphesiz bir yetki var, o yetki içinde de bombalama yapılıyor.''

-''Sonuçlarını almak belki şu ana kadar mümkün olmadı ama mümkün olacak''-

Arınç, ''Bu emri hükümet mi veriyor, Genelkurmay mı?'' denmesi üzerine ise ''Benim bildiğim kadarıyla bu konudaki yetki tamamen askeri organlarındır. Komuta merkezinindir, neresiyse orası'' yanıtını verdi.

''Siz biliyor musunuz kim vermiş?'' sorusu üzerine ise Arınç, ''Ben bilmiyorum, isim olarak da sormam mümkün değil'' dedi.

Her ölümlü olaydan sonra başsavcılığın yargısal bir işlem başlattığını anımsatan Arınç, ''Önce Şırnak Başsavcılığı, sonra Diyarbakır Başsavcılığı olaya el koydu. Bütün eldeki bilgi ve belgelerin oraya istendiği takdirde gönderildiğini biliyoruz'' ifadesini kullandı.

Genelkurmay Başkanlığı'nın da kendi içinde bir soruşturma başlattığını anımsatan Başbakan Yardımcısı Arınç, ''Şimdi biliyorsunuz Meclis'te bir komisyon kuruldu. Bunların sonuçlarını almak belki şu ana kadar mümkün olmadı ama mümkün olacak'' dedi.

Afyonkarahisar'da da bir olay yaşandığını hatırlatan Arınç, şöyle konuştu:

''25 askerimiz dışarıdan hiçbir müdahale olmadan, bilebildiğimiz kadarıyla da içerde bir müdahale olmadan, sadece oradaki 'işte fünyesi çekildi mi çekilmedi mi, bombalar yanlış mı istif edildi. Bu sebeple hayatlarını kaybettiler. Orada idari açıdan görevden alınan komutanlar var, asker veya rütbeli insanlar var. Dava henüz başlamadı bildiğim kadarıyla. Bu süreçler belki birilerine uzun gelebilir ama şunu söyleyeyim, inanınız o anneler kadar o babalar kadar fevkalade üzgünüz. 'Keşke bunlar bombalanmasaydı ve bu olay olmasaydı' diyebiliriz. Terörle mücadele konsepti içinde her komutanın eldeki veriler, bunun bir terör faaliyeti olduğunu gösterdikten sonra yapacağı tek bir şey var. 'Keşke bu görüntüler iç istihbarat, dış istihbarat, yani şöyle olsaydı, böyle olsaydı' denebilir ama görevini yapmak zorunda olan insanların da bulunduğunu bilmeliyiz. 'Çoban zannettik vurmadık' derseniz o gelip sizi vuruyor. 'Terörist sandık' derseniz karşınızdaki çoban çıkabiliyor. Allah bu kötü ateşin bir an evvel sönmesini kısmet etsin. Tabii insani olarak çok şeyler yapıldı. Tazminattan hiç bahsetmeyeceğim çünkü o insanları yaralamak istemiyorum, hiçbirisi de almadı zaten. Yasal süresi içinde biz onu bloke ettik.''

''Almadılar mı?'' denmesi üzerine Arınç, ''Benim bildiğim almadılar. Çok asil bir davranış gösteriyorlar, ben onları kutluyorum. 'Biz adalet istiyoruz' diyorlar ama bir süre içinde o paranın ödenmesi lazımdı. Sağolsun, İçişleri Bakanlığımız ve Başbakanımızın talimatıyla aslında 30 bin lira civarında olması gereken tazminatı biz 100 binin üzerine çıkardık, bloke ettik, ne zaman isterlerse alabilirler. Onlar adalet istiyor, biz de adalete güveniyoruz'' dedi.

Miktarın yeniden sorulması üzerine Arınç, rakamı tam olarak hatırlamadığını ancak 100 veya 120 bin civarında olduğunu söyledi.

''Biz fazlasıyla verelim, bu acı büyük bir acıdır'' dediklerini belirten Arınç, şöyle devam etti:

''Bir ayıbımız da şu oldu; o parçalanmış insanların cesetlerini o insanların anneleri, babaları katıra yükleyerek köye getirdiler. Keşke orada devletimiz olabilseydi. Bütün imkanlarla o cesetleri biz alabilseydik ve ondan sonra hastaneye biz götürebilseydik. Ayakları katırın sırtından dışarıya taşmış insanların cesetlerini görmek bizi fevkalade üzdü. Sayın Başbakanımızı da üzdü. Ne yapalım ki 30 yıldan beri Türkiye buna benzer çok acılar yaşadı, bu son olsun diye ümit ediyorum. Eşini gönderdi, kendisi gidemedi, bakanlarımız gitti. Ben de giderim. Yarın zaten büyük bir toplantı olacak. Yani o insanlarla üzüntü noktasında paylaşma içindeyiz ama çok senaryolar olabilir. Bunları ben dillendirdiğim zaman en az 5 tanesini, bu yeni tartışmalara yol açar. Çok acı bir olayın bu şartlar içinde ben inşallah bir daha yaşanmamasını diliyorum.''

-''Üzülüyorum, çok üzülüyorum''-

''Siz çok duygusal bir insansınız, zaman zaman muhalefet sizin bu duygusal yönünüzle alay ediyor. Bu sinirlendiriyor mu sizi?'' sorusu üzerine de Arınç, şunları söyledi:

''Üzülüyorum, çok üzülüyorum. Gözyaşı dökmek bir nimettir aslında. Ben gözyaşından mahrum olan insanlara acırım. İnsanda merhamet duygusu olmalı, duygulanabilmeli'' dedi.

Arınç, bugün bilim ödülü alan bir bilim kadınının çok güzel bir konuşma yaptığını, ailesine teşekkür ettiğini belirterek, şöyle devam etti:

''Yani ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bu benimle ilgili bir olay değil ama insani bir olay. Gencecik bir bilim kadını, çok önemli bir ödül aldı. Orada şu kadarcık bir çocuğu var annesine el sallıyor, ne kadar güzel bir manzara. Bundan dolayı hiç kimsenin gücenmesine veya alay etmesine gerek yok. Şunu anlarım ama insan kolay kolay da ağlayamaz, ben babam vefat ettiğinde 14 yaşındaydım, ağladığımı zannetmiyorum, yani o çocuk hali içinde ne olup bittiğini bile bilmiyordum ama ağlamamıştım. Ama sonradan olur olmaz bir çocuk görsem ağlayacak hale geliyorum, bunları da insani görmek lazım. Ama beni eleştirmek adına bütün bunları yapan yani siyasetçi bile denmez birtakım insanlar var. Aslında ağlamak güzel şeydir, ağlayabilse insan duygulu olsa, bu empati içinde birilerini yakından daha iyi tanıyabilmek için de çok güzel bir şey. Mesela ben Şerafettin Elçi'yi çok beğenirdim, Allah rahmet eylesin. Cenazesine gittim, eşi çok mütedeyyin bir hanımefendi.''

-TBMM'deki cenaze töreni-

TBMM'deki cenaze törenine MHP'nin gelmemesini nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine ise Arınç, ''Çok yanlış, bu kadar kötü bir şey olabilir mi? Mutlaka gelmeliydi. Yani bir başsağlığı dilemek için bir cenazede buluşmak için bizim ne farkımız olabilir. Ben koşa koşa gittim. Keşke Cizre'ye de gidebilseydim bugün. Bu ne kadar doğru bir şey. Yani bu adam siyaset yapmış, 'ben Kürdüm ve bu ülkede bu kadar var' dediği için 27 ay hapiste yatmış. Benim için kötü sözler sarf eden insanlarla ben dün başsağlığı diledim, taziye yaptım. Onlar da yani hepsi, bir tarafta Sırrı Sakık evladını kaybetmiş'' dedi.

Sırrı Sakık'ı aramayanların ayıp ettiğini dile getiren Arınç, ''Ben şahsen aradım, uyutmuşlardı. Kardeşiyle konuştum, o da bilir bu tavrımızı. Yani Murat Bozlak'ı hastanede gördüm ziyaret ettim, bunlar çok insani şeyler. Her parti için bunu yapabilmeliyiz, sevincini, üzüntüsünü paylaşabilmeliyiz. Ama MHP dün ne için orada yoktu, belki makul bir sebep söylerlerse doğrusu sevinirim. 'Ankara'da yoktuk falan' diyecekler mi onu da bilmiyorum. Biz bu noktalarda çok şefkatli olmalıyız. Birbirimize sevgimizi gösterecek fırsat bulmalıyız'' değerlendirmesinde bulundu.  

 

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu