"Mahalle baskısı" diye kamuoyunda şöhret bulan araştırmaya yöneltilecek ilk önemli eleştiri, Türkiye'nin bugünkü realitesini yansıtmaktan hayli uzak olmasıdır. Kavramsal çerçevesinden önce, metodolojisi üzerinde durmak gerekir.
Saha araştırmaları konusunda hem teorik hem pratik çalışmaları olan Dr. Tevfik Göksu -önümüzdeki belediye seçimlerinde Esenler'de AK Parti adayıdır; bilgi birikimi ve siyaset deneyimi olan bu gibi insanların siyasete katılması büyük bir kazançtır- 2002 yılından beri araştırmalarda belli standartlara riayet etme mecburiyeti olduğuna dikkat çeker. AB üyelik sürecinde uyulması gereken kriterlere göre 72 milyonluk Türkiye üç bölgeye ayrılmaktadır: Bir konu veya sosyal gelişme hakkında kanaat sahibi olunabilmesi için 1. bölge 12 ilde ve asgari 1.500 kişi; 2. bölge 26 il ve asgari 4.000 kişi, 3. bölge 81 il ve asgari 10.000 kişi üzerinde araştırma yapmak gerekir. Hiç kuşkusuz her bölgede yapılacak araştırmalarda elde edilen bilgi diğerlerinden farklı olacaktır.
Binnaz Toprak ve arkadaşları, haklı olarak araştırmanın "derin mülakat" adı verilen yöntem kullanılarak yapıldığını söylemektedirler. Buna itiraz yok. Bu yöntemin kendine özgü sorunları vardır, dolayısıyla bizi ne kadar gerçeklik dünyasına götürdüğünü anlamak için, yöntemi kendi başına referans alamayız. Bir hedefe ulaşmak üzere bir yola girersiniz, ama bu yolun sizi hedefinize götürüp götürmeyeceğinden emin olamazsınız. Olabilir ki, İzmir'e gideyim derken Erzurum arabasına binmişsiniz; bir de bakmışsınız ki, yolculuğun sonucunda İzmir'e değil, Erzurum'a gitmişsiniz.
Benim kanaatime göre, denek usulü yapılan araştırmalarda il ve denek sayısına göre Türkiye'nin üç bölgeye ayrılması fena sayılmaz. Benzer ölçüleri "derin mülakat"larda da kullanmak mümkün. Hem yerleşim birimleri hem uzun uzadıya konuşulacak şahısların seçiminde bu gereklidir. Böyle olunca, araştırmada başvurulan 401 kişinin serdettiği kanaatler, dile getirdikleri şikâyetler kendi ölçeklerinde önemlidir; ama 72 milyonun genel profili hakkında bize doğru bilgi veremez.
Araştırmayı yapanlar, kantitatiflerde oran verilmez, prensibinden hareketle, baskıya uğradığını iddia edenlerle detaylı görüşmeler yaparak sonuca varmışlardır. Araştırma kantitatif değildir, ama vardığı sonuçlar ve bu sonuçlardan istihraç edilen hüküm cümleleri kantitatif bir araştırmanın hüküm cümleleriyle aynı. Medyada meslekten olmayan yazarlar "derin mülakat" yoluyla oluşturulan kanaat hakkında yeterli bilgilere sahip olmadıklarından, kolayca, oransal kesinliklere sahiplermiş gibi yazıp çizdiler. Binnaz Toprak ve arkadaşlarının niyetleri bu olmadığı halde araştırmayı 'operasyonel' kılan illet de budur.
Bilimsel bir araştırma bir hipotezi sınamaya çalışır. Adli soruşturma bir iddiayı doğrulamak ve elbette ispatlamak ister. Elimizdeki metin, "bilimsel araştırma" olma iddiasındadır, fakat test ettiği bir hipotez yok. Önceden kabul edilmiş iddiaları ispatlamaya çalışmaktadır. Bir ülke hakkında hüküm bina etmek için başvurulan kişi sayısı yetersizdir. Nihayet bunun için, bu kadar ile gitmek gerekmezdi; mesela Cumhuriyet, Hürriyet ve Milliyet gazeteleri referans gösterilseydi, yeterdi. Bu tür "amaçlı örneklem" söz konusu gazetelerde her gün yer alır.
Derinlemesine mülakatları "insan hakları izleme komiteleri" ve "psikologlar-pskiyatristler" de kullanır. Sosyolojik zeminde yapılan mülakatlar anlamaya ve çözümlemeye dönük yapılır. Bu yüzden sosyolojik çalışmaların dili politik değil sosyolojinin sınırları içinde kalmak durumundadır. Siz eğer, yeni bir toplumsal değişmeyi veya gelişmeyi anlamak istiyorsanız; bunun belirtilerini, dinamiklerini ve seyrini ortaya koymaya çalışırsınız. Anlamaya ve tanımaya ne kadar sadık kaldığınızın göstergesi diliniz, yönteminiz ve kavramsal çerçevenizdir. Maalesef araştırma sosyolojik olmaktan çok politik karakterde şekillenmiş gibi durmaktadır.
ZAMAN