Ahmet Varol’un konuyla alakalı yazısı (30 Kasım 2018) şöyle:
İşgalciyle İlişkileri Normalleştirme Yarışı
Hukuk mantığına göre herhangi bir ülkede bir fiilin o ülkenin yasalarına uygun olması hukuka uygun olduğuna delil teşkil etmez. Çünkü o fiili onaylayan yasaların hukuka uygun olmaması ihtimali vardır. Aynı şey suç tanımlaması açısından da söz konusudur. Bu değerlendirmeyi uluslararası ilişkiler ve bu ilişkilerin meşruiyeti açısından da gözönünde bulundurmamız mümkündür.
Bu itibarla siyonist işgal rejimiyle diplomatik ilişki, herhangi bir menfaat, maslahat çerçevesine oturtulabilir ama meşru bir temele dayandırılamaz. Çünkü siyonist işgal kendisi gayrimeşrudur ve onun Filistin toprakları üzerindeki hakimiyeti meşru bir temele dayanmamaktadır. Dolayısıyla onu meşru tanımak, onunla diplomatik ilişkiyi onaylamak çıkar ilişkisine dayandırılsa da halkların meşru haklarının gözetilmesiyle ilgili hukuk ilkelerine aykırıdır. Dolayısıyla meşruiyet temeline dayanmamaktadır.
Bu itibarla siyonist işgal rejimiyle ilişki hırsızdan mal almaya benzer. Sen belki aldığın malın parasını veriyorsun ve satıcıya herhangi bir haksızlık etmiyorsun. Yaşadığın ülkenin yasaları da engel çıkarmıyor olabilir. Ama yine yapılan ticaret hukuka aykırıdır.
Siyonist işgal rejimi, Filistinlilerden gasp ettiği topraklar üzerinde gayrimeşru bir şekilde kurulduğu tarihten beri bir yandan hakimiyetini sürdürme ve genişletme savaşı verirken bir yandan da kendisinin bu hakimiyetini dünya ülkelerine onaylatma savaşı vermektedir. Çağımızda uluslararası ilişkilerde hukuk ve meşruiyet ilkelerine bağlı kalınması çok önemsenmediğinden, siyonist işgalin kendini onaylatma konusunda önemli bir mesafe katettiğini söyleyebiliriz. Bunda tabii çağdaş emperyalizmin ve küresel sömürgeci güçlerin desteğini arkasına almasının önemli bir rolü var.
Bazı ülkeler izledikleri politika açısından siyonist işgali tanımayı ve onunla açıktan ilişki içine girmeyi normal kabul ettiler. Bazılarının izledikleri siyaset ve benimsedikleri ilkeler buna müsaade etmiyordu ve hiçbir şekilde buna yanaşmak istemediler. Bazılarının ise buna engel teşkil eden politikaları vardı ama ilkeleri yoktu. Dolayısıyla politikaları gereği açıktan ilişki içine girmedi, ilkesizlik sebebiyle de perde arkasından ilişki içine girdiler.
ABD Başkanı Trump, Suudi Arabistan’ı ziyareti esnasında Arap ülkelerine yaptığı çağrıda İsrail ile açıktan ilişki içine girmelerini ve perdenin arkasında yürüttükleri ilişkileri artık perdenin önüne taşımalarını istedi.
Son dönemde bu talebin yerine getirildiğini ve Arap dünyasında ve Afrika’da siyonist işgal rejimiyle ilişkilerin normalleştirilmesi için önemli adımlar atıldığını görüyoruz.
İşgal rejiminin başbakanı Netanyahu, Umman’ı ziyaret etti ve büyük bir ilgiyle karşılandı. Sonra işgal devletinin iki bakanı arka arkaya Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret etti. Geçtiğimiz günlerde de Çad Cumhurbaşkanı İdris Debi işgal rejimine bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretten kısa süre önce siyonist medyada Netanyahu’nun Bahreyn’e önemli bir ziyaret planladığından söz edildi. Siyonist medyada bu ziyaret planıyla ilgili yorumlarda da bunun bir başlangıç olacağına, asıl önemli gelişmelerin ondan sonra geleceğine dikkat çekildi.
Bütün bu gelişmelerden cesaret alan siyonist işgalciler, Sudan’ın da kendileriyle ilişki içine gireceğini ve Netanyahu’nun bu ülkeye de ziyaret düzenleyeceğini iddia edecek kadar ileri gittiler. Bu iddia doğal olarak Sudan içinde siyasi çevrelerde ciddi tartışmalara neden oldu. Ancak Sudan hükümeti böyle bir şeyin söz konusu olmadığını ve Netanyahu’nun Sudan’a ziyaret düzenlemesinin mümkün olmadığını açıkladı.