Arap Baharı’nın yelkenini şişiren rüzgar, değişim talebidir. Halklar diktatörlerden, zâlim krallardan, oligarşik sistemlerden, fakirlikten, yolsuzluklardan, iktidar elitleri tarafından itilip kakılmaktan bıkmış ve tabiî olarak bundan kurtulmak istemektedir.
İslâmî eğilimli kesimler de, liberaller de, ideolojisi olmayan halk da geleceğe umutla bakmak, çocuklarının yarınlarını parlak kılmak istiyor. Yaşadıkları mahrumiyetleri yeni nesiller yaşamasın istiyorlar. Kendi hür iradelerinin iç ve dış siyasete, ekonomiye yansımasını arzuluyorlar. Gâyet insanî ve ahlâkî taleplerdir bunlar.
Bir halk bunları istiyorsa umutlu olmak gerek, istemiyorsa da endişelenmek. Çünkü zulmü içselleştirmek çürümüşlüğün göstergesidir, ona direnmek ve ortadan kaldırmak iradesi sergilemek de hayatın.
Bugün yaşanan kavgada karşı karşıya olan, statükoyla değişim taraftarlarıdır. Küresel güçlerin halk isyanlarını fırsat bilip bunu Ortadoğu haritasını yeniden şekillendirmek amacıyla kaldıraç kılmaya çalışmasını da biliyoruz. Batı’nın sinsi planları bazı kesimleri maalesef yapılan zulümler karşısında sessiz kalmaya ve ayaklanan halklara kuşkuyla bakmaya itiyor. ABD ve şürekası devrim hareketlerine nüfuz ediyorsa, bu; halklar haklarını aramasın noktasına götürmemeli bizi. Halklar otursun ve acımasız vesayet sistemlerini sineye çeksin denmemeli. Dün bu kadar zulme isyan etmeyen halkları eleştirenler bu paradoksa düşmemeli.
Halkların bağımsız, özgür, şeffaf, hesab sorulabilir, âdil ve vatandaşlarına eşit davranan bir devlet talebi desteklenmeli. Tabiî ki bunlar yapılırken ABD’nin, AB’nin bölgeye dair oyunları da tartışılsın ve uyanık olunsun. Halklara yol gösterilsin, buna kimsenin itirazı olamaz. Bilakis bunların yapılması tarihî bir sorumluluktur.
Eğer antiemperyalist çizgideki kesimler insiyatif alıp mücadelenin tarafı olmaz ise, işte o zaman mukavemet hareketleri Batılıların insiyatifine terkedilmiş olur. Artık gelinen bu aşamadan sonra geriye dönüş de olmadığına göre, bu hatada ısrar edilmemeli.
Müslüman halkların Soğuk Savaş döneminden kalma uydu devletlere karşı ayaklanması bunların sandığı gibi sanal değil, salt Batı prodüksiyonu hiç değil. Onurlu bir hayat talep eden ve bunun bedelini ödemeye de hazır kitlelerin değişim arzusundan kaynaklanmaktadır. Bu coğrafyanın iç dinamikleri, tarih tecrübesi, bunlara ruh veren din algısı yukarıdaki talepleri karşılayacak ve yönetecek zenginliktedir. Bu talepleri eğer Müslüman kanaat önderleri, cemaatler, STK’lar vs. yönlendiremiyor, ayaklanan halkların mücadelesini emperyal oyunlara karşı koruyamıyorsa, suçu halklarda aramamak gerekir.
Arap Baharı’nı Batı’nın oyunu görenler eleştirmenin ve itham etmenin ötesinde yapılması gerekenler konusunda da bir şeyler söylemeli değil midir? Yoksa, kerhen de olsa vesayet sistemlerine teslimiyet öneriyorlar demektir.
Batı’nın daha onurlu bir hayat için başlatılan direnişi kendi lehine yönetmek istemesi ve Arap Baharı’nın Batı baharına dönüşme tehlikesi vardır kuşkusuz, ama bu diktatörlere karşı sessiz kalmayı meşru kılmaz. Diktatörlerden kurtulmanın hem de bağımsızlığa giden yolu işaretleyecek ve milli serveti sömürgeci devletlere kaptırmayacak yollar üzerine kafa yormanın zamanıdır şimdi.
Sessiz kalmak yahut ayaklanan halklara kuşkuyla yaklaşmak, istemeyerek de olsa Batılıların elini güçlendirecektir. Elde edilen başarılar masa başında bir daha kaybedilmesin deniyorsa, farklı insiyatif sergilemek kaçınılmazdır.
YENİ AKİT