Ortadoğu İntifadası, Arap Baharı, Arap Uyanışı vb. isimlerle adlandırılan 2 yıllık süreci anlamaya çalışmaktan, empati kurmaktan uzak komplo teorisyenlerinin iddialarına göre süreç kendi iç dinamiklerinden değil ABD’nin planları çerçevesinde sahneye konmuş bir senaryodan ibarettir.
İddia o ki, bu sebepledir ki süreç bazı ülkelerde devrim yaptırırken özellikle Arap şeyhliklerinde Arap Baharı yaşanmamaktadır. Bu senaryoya göre “Arap Baharı” ABD’nin istemediği(!) iktidarları devirmek için sahnelenmişti. Onun için de ABD’nin istediği iktidarlar sarsılmamıştı…
Gelin Fas’tan Ummân’a şöyle bir göz atalım ve “Arap Baharı” Neden Diğer Ülkelere Uğramadı? Sorusuna komplosuz ve empati eksenli cevap arayalım…
FAS:
Tunus’ta Aralık 2010’da başlayan gösteriler, Fas’a da sıçradı. Fas’ta Ocak sonunda başlayan gösteriler, 20 Şubat’ta kitleselleşmeye çalıştı. 20 Şubat gösterilerine katılanlar, anayasal reform istedi.
Sonuç olarak Fas rejimi Ortadoğu İntifadasından en az zararla etkilenmek için bir dizi reforma imza attı. Rejimin şiddete değil reforma başvurması da ülkede “yumuşak bir geçiş”in önünü açmış oldu. Hatırlatalım Fas kralı ABD’nin ve İsrail’in müttefiği iken iktidara gelen İslamcılar tam tersi bir tutum içinde… Fas kralının yetkilerinin sıralanması ya da devrilmesine ABD ya da İsrail sevinmez…
CEZAYİR:
Cezayir'de 2010'un aralık ayından beridir devam eden protesto gösterileri aralıkalrla sürüyor. Ancak Cezayir Türkiye’deki 28 Şubat sürecine benzer bir kıskaç içinde. Bu sebeple kitlesel gösteri ya da devrim Cezayir şartlarında çok zor ihtimaller. Hatırlatalım Cezayir rejimini de ABD ve özellikle Fransa destekliyor…
FİLİSTİN:
Özellikle Mahmud Abbas rejimi ve ona bağlı Batı Şeria’daki Filistin Hükümeti ABD’nin tüm desteğine rağmen yolsuzluklar ve rejim karşıtı Filistinli hareketlere karşı işlenen insan hakları ihlalleri ve ekonomik sıkıntılar sebebiyle hemen hemen her gün protesto gösterilerine muhatap oluyor.
LÜBNAN:
Lübnan yaşadığı iç savaş sonrası mezhep ve din eksenli bir bölünmüşlüğün üzerine dengeler demokrasisi tesis etmiştir. İnce dengeler üzerine konumlanan taraflar halkın parçalı yapısını karşılıklı taviz ve uzlaşmaya göre ayarlamışlardır. Esed işgalinin son bulması sonrası Lübnan’da Hizbullah’ın başını çektiği Direnişe Vefa Bloğu ile Müstakbel Hareketi’nin başını çektiği 14 Mart Bloğu arasındaki rekabet siyaseti belirliyor. Bu sebeple Lübnan halkının çoğunluğunun rejime karşı isyan etmesi gibi bir durum Lübnan bağlamında “mümkün değildir” Lübnan’da meydana gelebilecek bir iç karışıklık iç savaşa gider Devrime değil…
ÜRDÜN:
Çevre ülkelerde yaşanan devrim dalgası Fas Kralı'ndan sonra Ürdün Kralı Abdullah'ı da harekete geçirdi. Kral Abdullah, sınırlı anayasal reformlara onay verdi. Buna rağmen Kral Abdullah meclisi feshetti. Ülkedeki en güçlü muhalefeti Müslüman Kardeşler ise reform için başkent Amman’da büyük bir gösteri düzenledi. İhvan merkezli muhalif hareketlere yönelik kısıtlamaların artması Ürdün’de yakın zamanda bir Devrim dalgasının başlayabileceğini gösteriyor. Bu yüzden olsa gerek İsrail’den Kral Hüseyin’in muhalefete karşı destek açıklamaları geliyor…
SUDAN:
Sudan'da Ömer El Beşir rejimi zor günler geçiriyor. Ekonomik dar boğazdaki ülkede halkın dayanacak gücünün kalmadığIı çok açık. Kızgın halk tepkisini artık sokağa çıkarak gösteriyor. Öğrencilerin tepkisine Hasan Turabi ve Sadık El Mehdi gibi muhalif liderlerin, sendikaların, meslek birliklerinin de destek vermesiyle gösteriler büyüdü…
IRAK:
Irak'ta işgalin başladığı 2003 yılından bu yana süren şiddetin ortasında gerçekleşen Gösterilerde 6 kişi öldü, 140 kişi yaralandı. Ülkede ABD-İran ortak desteğinde bir rejimin tesis edilmiş olması ve halen dengelerin oturmamış olması Irak’ta yekvücut bir halk hareketinin doğmama nedenleri olarak sayılabilir. Ülke nüfusunun %60’ını oluşturan Şiilerin blok halinde hareket etmeleri ve rejimin yanında durmaları olayı izah ediyor. Sonuçta ülkede ne Diktatörlük ne de demokrasi var. Irak’a mezhep eksenli bir bölünmüşlük hakim.
SUUDİ ARABİSTAN:
2011 yılında başlamış protestolar bastırılıyor. Göstericiler, reform talebiyle protesto yürüyüşleri ve mitingleri düzenlemiştir. Kadınlar ise yine reform talebiyle "sürücülük" istemişlerdir. Hicaz’da üç ana muhalefet damarından bahsedilebilir. Kuzey’deki Katif bölgesinde yoğunlaşan Şii muhalefet, Selim Avva gibi alimlerin öncülük ettiği Mutedil Selefilerden oluşan reformist İslami muhalefet ve şiddet eksenli el-Kaide. Bu üç damarın önümüzdeki günlerde Suud hanedanlığını zorlayacağı açık. Suud krallığının baskıcı ve kapalı yapısının enformasyon olarak bölgeyi perdelemesi oradaki diğer muhalif unsurları ve güçlerini anlamamızı zorlaştırıyor…
KUVEYT:
Kuveyt Emiri anayasa mahkemesi tarafından yeniden kurulmasından sadece 3 ay sonra 2009 parlamentosunu fesh etti. Yaklaşık yaklaşık 2,7 milyon nüfuslu ülke’de düşünce özgürlüğü konusunda işkence vb. ciddi bir sıkıntı yaşanmıyor. Son reformlarla birlikte kadınlar da oy kullanma hakkına sahip olmuş ve seçmen sayısı 139 bin'den 339 bin'e çıkmıştır.
Kuveyt 2011 yılının Ocak ayından aynı yılın Kasım ayına kadar çok ciddi bir siyasi kriz geçirmiştir. Bu krizin ana tarafları başbakan Şeyh Nasır El-Muhammed’in hükümeti ile muhalefet gruplarına mensup millet meclisindeki bazı milletvekilleri ve “El-Sur El-Hamis”, “Nehc” ve “Kafi” gibi gençlik grupları idi. Protestocuların ileri sürdükleri talepler Kuveyt’in başbakanının halk tarafından seçildiği bir Anayasal Emirlik haline gelmesi, başbakanın düşürülmesi ve yolsuzlukla mücadele edilmesi konuları üzerinde odaklanmaktaydı.(2)
Kuveyt’te İslami kimliğe yoğun bir baskı gözlemlenmemekte. Ekonomik açıdan da bakıldığında Kişi başına düşen gelirin 55 bin Dolar olduğu ülkede halkın rejime kitleler halinde isyan etmesi için çok sebebi bulunmuyor. Zaten Kuveyt diye bir ülke de petrol bulunana kadar mevcut değildi. Ancak tüm bunlara rağmen düşünce özgürlüğü ve halk iktidarı talepleri ABD-İngiltere Dostu Kuveyt Emiri’nin koltuğunu sallıyor.
BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ
BAE İstihbaratçıları, üç siyasi aktivisti tutukladıktan Davetul-Islah Partisinin Başkanı Şeyh Sultan Bin Kait el-Kasimi'ye da tutukladı. Ras el-Hayme Emirliği'nde hüküm süren aile mensubundan olan Şeyh Sultan Ben Kait el-Kasimi , hükümeti eleştirdiği ve reform talebinde bulunduğu için tutuklandı.
BAE'de siyasi aktivistler defalarca, Al-i Nahyan Hanedanından siyasi reform talebinde bulunarak, ülkede adalet ve özgürlük istiyor, ancak Al-i Nahyan rejimi halkın talepleri gözardı ederek, siyasi aktivistleri ya tutukluyor yada sürgün ediyor.
6 milyonluk ülkenin Yüzde 16.5’ini yerli halkın, yüzde 83.5’ini ise Hint ve Güneydoğu Asya kökenli işçilerin oluşturduğu ülkede Kişi başına milli gelir 46.857 dolar. Yüzde 83.5’in düşük gelirle çalıştırılan kesimin olması bu milli gelirin yüzde 16.5’luk kesime çok daha fazlasıyla dağıtıldığını gösteriyor.
Dolayısıyla düşünce özgürlüğü konusunda eksilerde dolaşan BAE, bu açığı ekonomik refah ile kapatıyor. Bundan dolayı BAE’nin “azınlıktaki efendileri” bireysel dini yaşantıya da karışılmayan ülkede kitlesel isyan görüntülerine rastlanmıyor.Buna rağmen BAE Yönetimi “İhvan çizgisinin Körfez ülkelerini tehdit ettiği” açıklaması yaparak en azından geniş vadeli endişesini dile getiriyor.
KATAR
1 Milyon 700 bin kişinin yaşadığı Katar’da ülkede genellikle Filipinler, Nepal, Hindistan gibi ülkelerden yaklaşık 1,5 milyona yakın işçi çalışmaktadır. Yani 200 bin “yerli efendi”ye 1,5 milyon işçi… Kişi başına 90 bin dolar’ın düştüğü ülkede BAE’deki gibi bir durum var. Bu milli gelirin yüzde 200 bin kişide çok daha fazla toplandığı aşikar. Katar Monarşisi’nin İslami kimliğe, bireysel dini yaşantıya baskı yapmıyor oluşu ve ekonomik müreffehliğin yüksek oluşu Katar’da siyasal bir devrim dalgası oluşmamasını mantıklı kılmaktadır.
UMMÂN
2.650.000 kişinin yaşadığı Umman’da 600.000'lik kesim Pakistan, Hindistan, Bangladeş gibi Güneydoğu Asya ülkelerinden çalışmaya gelmiş göçmenlerden oluşturuyor.
Sultan Kâbus döneminde, siyasal alandaki toplumsal uzlaşıyı güçlendirmek ve halkın rejime olan desteğini artırmak için bazı reformlar gerçekleştirilmiştir. Sultan Kâbus, Uman siyasi sisteminde ve dış politikasında siyasi otoriteyi elinde bulundurmasına karşın ülke yönetiminde geleneksel ve modern kurumların kurulmasına öncelik vermiştir. 1981’de yılında savunma ve dış politika alanları hariç, sosyal, ekonomik ve eğitim konularında kendisine danışmanlık yapması amacıyla bir danışma kurulu oluşturmuştur.
1990’de oluşturulan Danışma Konseyi’nde tüm vilayetlerden temsilcilere yer verilmiştir. Danışma Konseyi 1992 tarihinde resmen açılmış ve iç politika konularında Sultan’a aktif danışmanlık yaparak öneriler getirmiştir. 6 Kasım 1996 tarihinde Sultan Kâbus tarafından yayınlanan kararnameyle anayasa niteliğindeki Temel Yasa ilan edilmiş ve Devlet Meclisi ve Şura Meclisi’nden oluşan iki kanatlı Meclis ile Umman hukuksal olarak meşruti monarşiye dönüşmüştür.
Son yapılan değişikliklerle 21 yaşını doldurmuş Ummanlılara oy kullanma hakkı tanınmasına karşın Sultan seçimlerin ardından farklı kişileri parlamentoya atama hakkını elinde tutmaya devam etmektedir. Öte yandan kadınların siyasal alanda temsil edilmesine önem veren Sultan Kâbus, Danışma Şurasına 4 bayan atamıştır.
SONUÇ:
Sosyolojik olarak “Devrim” ya da şiddet içerikli ayaklanmalar için bölgede 4 temel şart var:
1-Rejimin baskı politikalarını kitleye yayması/Reform ümidinin tükenmesi
2-Düşünce özgürlüğünün kısıtlanması
3-Sınıf uçurumunun olması-Ekonomik sıkıntıların kitleye yayılması
4-İslami Kimliğe baskıların gözle görülür biçimde artması
Bu 4 temel şarttan birisinin olmaması o ülkede kitlesel ayaklanmalara sebep olmaktadır. Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, Yemen, Bahreyn ve Suriye’de bu unsurların hepsi mevcuttu ve kendi bağlamlarında olgunlaşıyorlardı.
Bu sebeple Devrime en uygun ülkeler olarak “önce” buralarda başladı. Ayrıca hatırlatalım ki Özellikle Libya ve Suriye’de diğerlerine nazaran devrimin şiddetli oluşunun nedeni bu iki ülkedeki rejimlerin kitlesel katliamlara imza atmış olmalarından kaynaklanıyor.
Cezayir’de bu şartlar kısmen mevcut iken Sudan’da 4, Fas’ta 1-3 ve 4 mevcut değil. Filistin/Batı Şeria’da’de tüm şartlar mevcut ve Abbas rejimi hızla eceline doğru ilerliyor. Ürdün’de 3 ve 4. Şartlar yokken 1 ve 2. Şartlar gittikçe olgunlaşmakta. Irak’ta ise ana kitle şimdilik mezhep eksenli biçimde rejime destek oluyor. Lübnan’da ise tam tersi biçimde çok parçalı mezhep-din bloklaşması ülkede bir devrimi imkansız kılmaktadır. Bu sebeple Irak ve Lübnan’ı Ortadoğu’da istisna kılabiliriz.
Suudi Arabistan’da ise 1-2.şartlar mevcutken 3 ve 4. Şartlar olgunlaşıyor. Kuveyt’te ise 2. Şart mevcutken 1-3 ve 4. Şartlar zayıf. Birleşik Arap Emirlikleri’nde ise 2. Şart mevcut iken 1-3 ve 4. Şartlar mevcut değil. Katar’da ve Umman’da 1-2-3 ve 4. Şartlar mevcut değil.
Yukarıdaki genel değerlendirmemizde de görüldüğü üzere Ortadoğu’daki toplumsal gelişmeleri ABD ekseninde okumak yanıltıcı olacaktır. Çünkü Tunus, Libya, Yemen, Bahreyn ve Mısır rejimleri ABD ve Batı destekli rejimlerdi. ABD-İsrail destekli Ürdün yönetiminin koltuğunun sallanıyor oluşu bir yana toplumsal değişim ve dönüşümler küresel güçlerin sahnelediği oyunlar değildir. En azından bu insan zekasına hakarettir…
Sonuç olarak sürecin öncesinde ve en başında ne dediysek bugün de onu söylüyoruz. Gelişmelere herhangi bir devletin, grubun ya da mezhebin çıkarı ile değil ilkeler bazında okumak ve eğer taraf olunacaksa mezhep ayrımı yapmaksızın o ilkeler çerçevesinde taraf olmak gerekiyor.
1-Rejimin baskı politikalarına karşı halkın yanında yer almak ve reform sürecini desteklemek, reform mümkün değilse devrim seçeneğine evet demek…
2-Düşünce özgürlüğünün yanında yer almak
3-Sınıf uçurumunun olmaması için Ekonomik sıkıntılara karşı sosyal adaleti talep etmek
4-İslami Kimliğe baskılara karşı İslami Hareketlerin yanında olmak.