ABD'de çekilen bir film tüm dünyayı allak bullak etmeye yetti. Filmin sponsoru, yapıcısı, yönetmeni muamma ama filmin yarattığı tepki gerçek. Libya'da ABD Büyükelçisi'nin öldürülmesi, Mısır, Libya, Yemen başta olmak üzere tüm dünyadaki tepkileri Batı ile İslam dünyası arasında ilişkilerin yeni baştan yapılandırılmasına yol açacak görünüyor. Tabii bu gelişmelerin bir etkisi de Suriye'deki gelişmeler olacak. İslam dünyasında Batı'ya verilen bu tepki, Suriye'deki durumu nasıl etkiler? Türkiye bu gelişmelerden nasıl etkilenir?
Bu soruları Orta Doğu Barış Araştırmaları Merkezi (IMPR) Başkanı ve Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Veysel Ayhan ile konuştuk. Ayhan, ortaya çıkan filmin bir hedefi de Obama dedi.
Röportaj: Murat Aksoy
Bence yaşananlar hem hedef hem de etki itibariyle bir ikinci 11 Eylül olacak özellikler taşımaktadır. 11 Eylül Batı'nın temsilcisi olan ABD'ye yönelik bir eylemdi. 11 Eylül'ün amacı ABD'nin İslam dünyası ve toplumu üzerinde kurmuş olduğu düzene bir tepkiyi ortaya koymaktaydı. Son günlerde gördüğümüz eylemlerde Batı'ya karşı birikmiş olan tepki ve öfkenin sürdüğünü görmekteyiz. Bundan dolayı büyükelçiliklere karşı düzenlenen son protestoları ve yakıp yıkmaları gerçekleştiren kişilerin 11 Eylül'ü geçekleştiren bireylerden farklı amaçlara sahip olmadığını görmek gerekir. Bu birinci benzerliktir. İkinci benzerlik ise etki boyutunda ortaya çıkacaktır. Yani, Batı son eylemleri doğrudan kendisine ve değerlerine yönelik bir karşı saldırı olarak algılayacaktır. En azından Batı kamuoyunda böyle bir tepkiye yol açacağı öngörülmektedir. Dolayısıyla amaç ve etki boyutuyla gerçekleşen eylemlerin ikinci bir 11 Eylül olarak nitelendirilmesinin doğru bir tespit olduğunu düşünmekteyim.
Bu tepkilerin mesajı ne?
Mısır'da, Libya'da veya diğer ülkelerde gerçekleşen saldırılar, yapılan açıklamalar doğal olarak var olan bir tepkinin dışa vurumudur. Bölge halkları Batı'dan gelen aşağılanmalar karşısında bir duruş alıyor, bir tavır koyuyor. Batı'ya artık değerlerimizle, insanlarımızla ve kutsallarımızla oynama diyor. Kutsalları yalnızca dinsel değil, insanlarımızın kaderleriyle de oynama diyor. Muhammed Mursi'nin seçimi bile çok zor gerçekleşti. Buna karşın, Mursi'nin ne bir başbakanı ne de seçilmiş bir meclisi var. Diğer taraftan Arap ülkelerinin kendi iç çekişmeleri de sürmekte ve Batı var olan iç çekişmelerde kendi çıkarları doğrultusunda taraf olmaktadır. Bütün bunlar maalesef bölgenin daha da radikalleşmesine yol açmaktadır.
Bu radikalleşme Arap Baharı için tehlike midir?
Radikalleşme Arap Baharı sonrası bölgede yeni otoriter yönetimlerin kurulması ve belki de bölgenin Batı'yla ilişkisini koparmasına kadar giden bir sürecin yaşanmasına yol açabilir. Diğer yandan ABD ve Batı 1. Dünya Savaşı'ndan bugüne değin otoriter yönetimlere verdikleri destek, İsrail-Filistin sorununda aldıkları pozisyon, son olarak Irak ve Afganistan'da öldürdükleri sivillerin Müslüman dünyasında yarattığı Batı karşıtlığını 'Biz sizi özgürleştirdik' politikası ile örtbas edemez. Mısırlıların Mübarek'in yargılandığı mahkemede, aynı zamanda İsrail ve ABD'nin de yargılanmasını arzu ettiklerini bilmek gerekir. Mübarek, Kaddafi, Zeynel Abidin bunlar yalnızca bir figürdür esas olan ise bunları yıllardır ayakta tutan sistem ve ülkelerdir. Ve inanın sokağa dökülen Arap halkları bunların yalnızca iyi bir figüran olduklarını bilmektedir. Bundan dolayı bugün yaşanan saldırıları anlamamız için birikmiş olan öfkeyi de iyi okumamız gerekir.
Bu film nereden çıktı?
Gerek film gerekse zamanlama dikkat çekicidir. ABD'de Obama'nın demokratikleşme adımlarından, Arap Baharı'ndan rahatsız olan güçlü bir lobi var, Bu filmin bir amacı da doğrudan Obama'dır. Seçimler yaklaşırken ortaya çıkan bu film ve doğan tepkiler bu açıdan hedefine ulaşmıştır.
Tabii bu saldırılar ister istemez Suriye'yi de etkileme potansiyeline sahip. Nasıl etkilenir Suriye bu gelişmelerden?
Batı kamuoyunun Arap Baharı sürecinde yaşanan değişimlerin kendi çıkarlarına bir tehdit oluşturmaya başladığını tartışmaya başlaması elbette Suriye'deki iç savaşa bakışlarını da etkileyecektir. Örneğin, Suriye'de yaşananları bir demokrasi mücadelesi olarak görüp görmeyeceği tartışmalıdır. Son bir aydır Suriye meselesiyle ilgili Batı basınında çıkan yazılara bakıldığında 'Suriye'de İslamcı ve Selefilerin El Kaide ile birlikte seküler değerlere sahip rejimi devirmeye çalıştığı' yönünde bir yığın yazı çıktı. Bunların doğru olup olmadığı önemli değildir. Ancak sonuç itibariyle bu yönde bir algı oluşmaya başladı. Robert Fisk bile gitti Şam'a ve El Kaide mensubu bir Türk'ün hapishanede olduğunu yazdı.
Büyükelçiliklere yapılan saldırılar da böyle mi okunuyor?
Mısır'da büyükelçiliğe saldırının yapıldığı gün İngiliz The Times gazetesinde Suriye'deki Müslüman Kardeşler'in Türkiye üzerinden ağır silahları aldığına dair bir yazı çıktı. Yani El Kaide'nin yanı sıra Müslüman Kardeşler'in de silahlı bir örgüt olduğu ve seküler rejimleri devirmek istediğine yönelik bir mesaj veriliyor. Aynı gün Papa 16. Benediktus Lübnan'dan Suriye'ye silah transferinin yapılmaması çağrısı yapıyor. Şimdi tüm bunların öylesine yapılmış haberler, verilmiş mesajlar olduğunu düşünmüyorum. Batı kamuoyunda Suriye konusunda ciddi bir kırılma yaşanıyor. Bu durum zamanla Suriye'de devrimsel değişime karşı olan bir Batı'nın ortaya çıkmasına yol açabilir. Sürecin bu yönde ilerlediğini iyi okumak gerekir. Ancak, burası Orta Doğu, sabahtan akşama çok şey değişebilir.
Türkiye bu gelişmelerden nasıl etkilenir?
Türkiye Suriye konusunda net bir şekilde devrimsel bir değişimden yana pozisyon almıştır. Suriye'deki olayların üzerinden 18 ay geçmiş ancak çözümün nasıl olacağı hâlâ bilinmez bir denklemdir. Tam bu noktada Arap ülkelerinde başlayan ve Batı'yı hedef alan protestolar ve tepki-ler Batı kamuoyunda 'neden bu insanların iktidara gelmesine destek verelim' sorusunun sorulmasına yol açmış olabilir. Türkiye önümüzdeki dönemde Suriye meselesinde Batı'yla ters düşebilir. Batı ile bir kopuş yaşanabilir. Nitekim, ben bizim kamuoyunda Batı'nın politikalarına bir güven olmadığı kanısındayım. Ancak, bu güvensizlik belli ölçülerde kontrol altında tutulmaktadır. Yoksa, bizde de insanlar büyük çaplı protesto eylemleri düzenlemek isterler. Nitekim, karikatür krizinde yüzbinlerin katıldığı protesto gösterilerinin yapıldığını hatırlamakta yarar vardır. Yani Türkiye'de Batı'ya iyi bakmayan belli kesim var.
Batı bu korkulardan dolayı Esed'i destekleyebilir mi?
Bence Batı Esed'i korkularından dolayı desteklemeyi tercih etse de Esed'le bu işin olmayacağını biliyor. Batı için Esed'den ziyade rejiminin temel karakteristiğinin korunması önemlidir. Yoksa Esed başta kalsın diye Batı'nın bir derdi olduğunu düşünmüyorum. Seküler olması, azınlıkların ordu, istihbarat ve kamu düzeninde etkili olması ve mümkün olursa dış politikada da Batı'yı tehdit etmemesi.
Türkiye Suriye krizinde yalnız kalabilir mi?
Bence Türkiye'nin Suriye konusunda Batı açısından bakıldığında bir yalnızlaşma yaşama olasılığı oldukça yüksektir. Ancak diğer yandan Mursi'nin önerdiği çözüme bakınca sanki yeni müttefikler de Suriye'deki çözümü devrimsel olarak görmüyorlar. Şimdi Suriye meselesinde ABD ve Fransa ile işbirliğini derinleştirirse Arap kamuoyu Türkiye'ye tepki duyacak, Arap kamuoyu ile işbirliğine yönelirse de Batı bundan rahatsız olacaktır. Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da laiklik üzerine yaptığı vurgunun Selefi ve Müslüman Kardeşler toplumu üzerinde yarattığı tepki olumsuz olurken, Batı ise olumlu görmüştü.
Arap Baharı size göre nedir?
Genel olarak bakıldığında Arap Baharı salt ekonomik nedenlerle izah edilebilecek bir olgu değildir. Esasında Bahar denilen olgu bir tepki bir başkaldırı ve bir isyan durumudur. İsyan, başkaldırı ve tepki kime yönelikti. Yalnıza iktidarda olan diktatörlere veya onlarla başında olduğu rejime yönelik değildi. Sokağa dökülen tepki hem büsbütün rejimlere ve bir o kadar da rejimleri koruyan ve sürekli isyanların bastırılmasına, işkenceye ve baskıya destek veren Batı ve özellikle de ABD'yeydi. Aslında Arap dünyasının demokrasiye kansız geçişi 2000'li yılların ortasında olabilirdi ama Batı ve ABD buna izin vermedi.
Nasıl?
Batı 2000'lerin ortasında Filistin'de, Mısır'da demokratikleşmenin ve seçimlerin Batı'yı kendi ile eşit gören bağımsız aktörleri iktidara taşıyacağına tanık oldu. Hem Filistin'de hem de Mısır'da Müslüman Kardeşler kazanmıştı. Benzer sonuçlar diğer ülkelerde ortaya çıkınca Batı demokrasinin bu bölge için iyi bir şey olmadığına karar verdi ve projeyi rafa kaldırdı. Daha sonraları 2010'ların sonundan itibaren bu kez insanlar demokratik yöntemlerle elde edemediklerini isyan ederek, başkaldırarak ve daha doğrusu sokağa çıkarak elde etmeye çalıştı ve başarılı oldu.
Bu saldırılar ABD ve Batı'nın Arap Baharı'na bakışını değiştirebilir mi?
Bence kaçınılmaz bir şekilde Batı kamuoyu bir kez daha Filistin ve Mısır seçimleri sonrası olduğu gibi demokratikleşmenin kendi çıkarlarına tehdit oluşturan iktidar yapılarına yol açtığını düşünmeye başlayacaktır. Olaylara romantik değil rasyonel olgular üzerinde değerlendirecektir. Ancak, rejimler için bunu söylemek oldukça güçtür. Onlar pragmatik olmayı sürdüreceklerdir. Çünkü, Batılı rejimler Arap Baharı'nda yaşanan isyanlar sırasında şunu açık bir şekilde test ettiler. Karşı müdahaleleri yeni bir İran'ın ortaya çıkmasına yol açabilir. Batı Mısır'da veya Libya'da aynı hatayı yapmak istemiyor.
Bütün bu gelişmelere baktığımızda, Türkiye ne yapmalıdır?
Oldukça önemli bir soru. Bence iyi analiz edilmeden, siyasi ve risk analizleri yapılmadan siyasi ve ekonomik girişimde bulunmak rasyonel değildir. Örneğin, Sanayi Bakanı olsun Maliye Bakanı olsun bazı iş adamlarını Libya'ya, Tunus'a, Mısır'a yatırım yapmaları için iş gezileri düzenledi ve bazılarına da katıldılar. İş adamlarına dağıtılan ülke bilgi notları ise söz konusu ülkelerdeki gelişmeleri analiz eden bilgi notları olmaktan oldukça uzak, basit verilerden oluşmaktaydı. Bakanlıkların, iş adamlarımızı milyon veya milyarlarca dolarlık yatırımlar yapmalarını, yeni seçilmiş Başbakanlar veya Bakanların lafına dayanarak yapmaya yöneltmeleri ne kadar akıllıca sorusu gündeme geliyor.
Değil mi?
Derinlemesine araştırma yok. Ticaret yapan iş adamlarının bir kısmı ise siyasi risk analizleri içeren fizibilite çalışmasının ne olduğuna dair bir bilgiye bile sahip değillerdir. Sonra siyasi süreçler farklı işlemeye başlayınca Suriye'de olduğu gibi ekonomik kayıplarının karşılanması için sorumluluğu hükümetlerin üzerine atarlar. Bence Orta Doğu ve Kuzey Afrika büyük bir değişim sürecinin içinden geçiyor. Herkesin bu süreçte daha çok çalışması ve yaşananları tüm yönleriyle analiz edecek saha çalışmalarına öncelik vermesi gerekir.
YENİ ŞAFAK