Maide Suresi 2 وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰى.وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ. وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ اِنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِ
‘’İyilik ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir." (Mâide, 5/2)
Ayeti celilede geçen “birr” kelimesi "İyilik, erdemlilik, ihsan etmek, doğruluk" gibi anlamlara gelir. (bk. Bakara 177, 197) “İsm” kelimesi terim olarak, "işleyene ceza gerektiren, insanı hayır, hasenattan alıkoyan eylem" şeklinde tanımlanır. Şüphesiz yardımlaşma ve dayanışma Müslümanın sosyal hayatının bir gereğidir. (Kur'an Diyanet Tefsiri) Ancak bu yardımlaşma İslam’ın ilkelerine uygun olmalıdır; Müslümanlar arasındaki uhuvveti, hayırlı ümmet olmayı, insanlar arasında adil şahidler olmak sorumluluğunu gözeten bir yardımlaşma ve dayanışma olmalıdır. Her türlü iyiliği, hayrı, hayırda kemâli ifade eden anlamda birr'in zıddı itaatsizlik, hayrın zıddı da şerdir.
"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyilik/birr değildir" (Bakara 177) ayetinde, birr'in itikadî esaslarla ve amelî hususlarla ilgili oluşunu açıkça görürüz. İman dinin başlangıcı, birr ise dinin gayesidir. Dinin, insanları ulaştırmak istediği hedef, tevhid inancına sahip; hayırlı bireyler ve Müslüman topluluk olmak şeklinde özetlenebilir.
Takva, Allah'ın himayesine girmek, emrini tutup azabından kurtulmaktır. Takvâ, anlam ve derinliği geniş bir kavramdır. Ahirette zarar verecek şeylerden kaçınmak ve teşbihi anlamıyla da dareynde, kınanmaya yol açacak her türlü günahtan kaçınmak anlamlarını kapsar.
Rabbimiz bu ayette Müslüman topluluğa; aranızda iyilik, takva, hayırlar, güzellikler konularında yardımlaşın; kini nefreti soğukluğu ve düşmanlığı artıracak yardımlaşmalardan kaçının diye buyurmaktadır. Kullarını yaratan ve onları en iyi tanıyan yüce rabbimiz bizlerin zaaflarını da faziletli yönlerini de en iyi bilendir. O, kalplerin sırlarından ve duygularımızdan haberdardır. O, bu hassas konularda nasıl davranacağımızı bize bildirmektedir. Rabbimiz bizlere son derece etkili bir eylemi, fıtratımızla uyumlu en hikmetli ahlakı ve davranışları emretmektedir. Velev ki mümin kardeşimiz kusurlu da olsa bunu tamir etmenin, güzelliğin ve aramızda ıslahın yolu kardeşimizi eleştirerek dışlamak, onu küçük görmek, kınamak değildir. Bilakis kardeşimize karşı bağışlayıcı olmak, hayra ve iyiliğe dikkatleri çekmek, aramızda güzelliği teşvik etmek en ahlaklı ve en kalıcı bir davranıştır. Şayet bir ihanet, büyük bir ahlaksızlık ve Müslüman ümmete karşı açılan bir savaş yok ise; iyilik (birr) ve takvada yardımlaşmak her zaman birbirimize olan görevimizdir. Bu etkin tutum kaldı ki kişiyi İslami bir hal içinde tutan ve fikri pratik yönlerden kişiyi ıslah eden bir eylemdir. Beşerin ilişkiler ağı geniştir, her öğe birbiriyle bağıntı içindedir. Ailemizde, yakın çevrede iş hayatında ortak ve etkili bir tutuma ihtiyaç vardır. İşte bu tutum şudur; aramızda iyilik ve takvada yardımlaşmak; düşmanlık ve günahta yardımlaşmamaktır. İşte bu imani ve ahlaki davranış; hikmetli, basiretli bir topluluk olmanın temel taşlarındandır. Kitabımız biz müminleri ortak işlerimizde şura’ya, hayırlarda buluşmak konusunda cemaat olmaya, toplumsal yaşamda aramızda yumuşak davranmaya, titiz olamaya, iman, ihsan iyilik yardımlaşma mümin kardeşinin yanında durma konularında en çok yitirdiğimiz bir ahlaki zaafı gidermenin yolu bizlere öğretilmektedir.
Hatırlayalım. Uhud savaşında Müslümanların zarar görmelerine ve birçok şehidin verilmesine yol açan davranışlardan olan okçuların yerlerini terk etmeleri olayı sonrasında Rabbimiz, elçisi Rasulullah’a müminlere karşı katı kalpli, sert tutumlu olmadan davranmasını ve yapacağı işlerde onlara danışmasını (şura) emretmektedir. Bu davranış Allah’tan bir rahmet olarak tanımlanmıştır. Uhud’da yaşananlardan sonra şura/danışma eylemi, Müslümanlara aralarındaki işlerde; içtihadi meselelerde ve toplumsal maslahatlara dayalı kararlarında emredilmiştir.
‘’Sen onlara Allah’ın bir rahmeti gereği yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli davransaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever’’ (Ali İmran 159) İslâm’ın eğitim, toplumu inşa ve hayatı ıslah metotlarından biri affetmektir. Kamuya açık işlerde de aramızdaki işlerde de af, cezadan daha etkilidir. Bu sebeple Allah Teâla aynı surenin 152. ayetinde müminlerin Uhud Savaşı’ndaki hatalarını affettiğini ilân ediyor, Rasulullah (sav)’ e Müslümanları affetmesini ve onların bağışlanmaları için dua etmesini emrediyor. ‘’Za’f gösterdiniz. (Rasulullah’ın emrettiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, ahireti isteyenler de. Sonra sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi. (Kaçıp hezimete uğradınız) Buna rağmen sizi bağışladı. Allah, Müminlere karşı çok lütufkârdır’’. Allah Rasulü ve yanındaki müminlerin gerek savaşa katılanlara ve gerekse de katılmayan Medine halkına karşı ayetten anladıkları hikmetle ve merhametle davranmaları neticesinde birçok kimsenin hızla Müslüman olduğu rivayet edilmiştir (İbn Âşûr, IV, 145). Âyette emredilen “danış/şâvir” kelimesi, müşavere kökünden türemiştir. Müşâvere, “herhangi bir iş hakkında konunun uzmanlarının veya o konuda görüş bildirebilecek kimselerin görüşlerine başvurmak, onlarla görüş alış-verişinde bulunmak” demektir. Ayette geçen “iş hakkında onlara danış” şeklindeki ilâhî emirle Rasulullah’ ın şahsında bütün ümmete ve özellikle yöneticilere danışarak iş yapmaları emredilmiştir. Şura 38’de “İşleri aralarındaki danışma ile yürür” (Şûrâ 38) şeklinde tavsiye kipiyle zikredilen şura eylemi Uhud’ da yaşanan ve daha sıkıntılı bir ortamın ardından sadece o dönemdeki Müslümanları değil tüm çağlarda yaşayacak Müslümanların aralarında gerçekleştirecekleri bir hikmete, bir toplumsal inşaya; bir evrensel ilkeye dönüşüvermiştir. İşte affetmenin ve müminlerin aralarındaki takva ve iyilikte yardımlaşmalarının sonucunda Allah’tan bir lütuf gereği bir hikmet ve temel bir maslahat eylemi inşa olmuştur. Böylece, Müslümanların Allah’ın Nebisine ve birbirlerine karşı sevgi ve saygıları daha da artarak birlik ve beraberlikleri sağlanmış, münafıkların istismar edebilecekleri kapılar kapatılmıştır.
Maide Suresi 2. Ayetin içinde geçen ‘takva ve iyilikte yardımlaşmak düşmanlık ve günahta yardımlaşmamak’ cümlesinin tefsiri olarak ilginç bir anekdot aktarılır. Bu anlatılan örnekte de müthiş bir maslahat ve insan psikolojisinin gözetildiğine tanık olmaktayız. Müslümanın affedici ve takvayı hayırları iyilikleri öne geçirmesi gereken tavrı öne çıkmaktadır. Rivayete göre Hutam b. Hind el-Bekrî adında bir adam Medine’de Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek kendisini kavminin temsilcisi diye tanıtmış, arkadaşlarıyla birlikte gelip Müslüman olacaklarını söylemiş ve İslâm’ın ne olduğunu öğrenmek istemişti. Allah’ın Rasulü (sav) de İslâm’ın, Allah’tan başkasına tapmamak, namaz kılmak, zekât vermek ve oruç tutmak olduğunu anlatınca Hutam, “Senin bu anlattıkların biraz güç, ben dönüp bunları kavmime anlatayım, kabul ederlerse ben de kabul ederim; eğer kabul etmezlerse ben onlarla beraberim” deyip Hz. Peygamber’in huzurundan ayrıldı. Yurduna dönerken Medineliler’ in meralarda yayılmakta olan develerini de sürüp götüren Hutam, ertesi yıl Yemâme’den bir ticaret kervanı yükleyip hacca gelmiş ve bir yıl önce götürdüğü develerin birçoğunun boynuna gerdanlık takıp kurbanlık olarak Harem-i şerife sevk etmişti. Bunu haber alan Müslümanlar, adamın kervanını vurmak için Hz. Peygamber’den izin istediler. Bunun üzerine bu âyet inerek Müslümanların ona saldırmalarını engellemiş ve hac ibadetiyle ilgili işaretlere saygılı olmalarını emretmiştir (Taberî, VI, 54; Ebüssuûd, İrşâdü’l-akli’s-selîm III, 4). Tefsirlerde geçen bu rivayet aynı zamanda ayetin nüzul sebepleri arasında zikredilir. Yaşanan olay Müslüman toplumun inşa harcında nasıl bir ferasetin; hikmet üzerinde buluşan bir ortak aklın ve merhametin etkin olduğunu ve yapıcı etkisini resmetmektedir.
Müslüman bir sosyal hayat, tevhidi kaim kılmak ve fıtri değerler üzerinde uygar Müslüman topluluklar inşa etmek için müminler arasında tuğlalar gibi kenetlenmeyi; takva ve iyilikte yardımlaşmayı ön görüyor
Ebu Musa'nın bildirdiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Bir müminin diğer mümin kardeşlerine karşı ilgisi, birbirine bağlayıp destekleyen bir binanın taşlan gibidir." Rasulullah (sav) böyle derken parmaklarını birbirine kenetledi. (Buhari, Müslim) "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana terk ve teslim etmez, Kim, bir kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah ta onun ihtiyacını karşılar. Kim, bir kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah ta onun kıyamet sıkıntılarından birini giderir. Her kim de bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah ta kıyamette onun ayıplarını örter." (Buhari)
Dayanışma anlamına gelen teâvün kelimesi; ‘birine yardımcı olup yükünü sırtlama, yükünü paylaşma’ anlamında Kuran’da geçen kelimelerdendir. Yine aynı anlamlara yakın “teâdud, tezahür, tesânüd, tevâsul, ülfet/teâlüf, ihsan, infak” gibi kavramlar da yardımlaşma anlamında kullanılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de “iyilik ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık yolunda yardımlaşmayın” buyurulmak suretiyle cahiliye asabiyetinin beslediği, hiçbir ahlâkî ölçü tanımayan kabileci, nesepçi dayanışma ve yardımlaşma yerine İslam’ın insanın fıtrat üzerinde ve kulluk gereği olarak tanımladığı; iman, ahlak ve kardeşlik değerlerinde buluşulması istenmektedir.
Haşr Suresinde 9. Ayette geçen Muhacirlere kucak açan Medineli Müslümanlardan söz edilirken, “Onlar kendileri darlık içinde olsalar bile muhacirleri kendi öz canlarına tercih ederler” buyurulmaktadır. Bu ayet, bir Müslümanın iman kardeşini gerektiğinde kendisine tercih etmesinin yüksek bir ahlâkî erdem olduğuna işaret eder. Medineli ilk Müslümanların Kur’an’da Ensar adıyla onurlandırılması ve hatıralarının ebedîleştirilmesi (bknz. Tevbe 100, 117) onların bu yardım severliklerinden kaynaklanmıştır. “Bir kimse kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah da ona yardımını sürdürür” (Müsned, II, 274) mealindeki hadisler yardımlaşmanın hem dinî değerine hem toplumsal yararına işaret etmektedir.
Yardımlaşma ve dayanışma konuları Müslüman kimliğin temel vasıflarındandır
Yardımlaşma, ortak akıl birliği (şura), hayırlı toplum inşası, siyasal sosyal ve kültürel değerlerde aynı gelecek fikrinde buluşmak gibi meseleleri ele alırken bilinçli Müslümanların ortak kabullerinin bulunduğu görülür. Basiret ve hikmet Müslümanın kaybolmuş yitik değerlerindendir. Bunların temini için ilk defa Müslümanların aynı hedef üzerinde buluşmaları ve değişmez sabitelere dayanan bir usuliddin algımızın bulunması gerekmektedir. Yine ortak kabuller üzerinde söz birliği etmiş, kararlı, sağlam inanç sahibi Müslüman gencin yetişmesi için planlı programlı bir çaba içinde olmak çok önemlidir. Modernleşmenin dayattığı eğitim öğretimi ıslah edip atalet ve bireyciliğe karşı mücadele etmek Müslümanları gevşekliğe sevkeden mevcut dini algıyı sahih olan değerlerle onarmak ve içinde yaşadığı çağı İslami değerlere uygun yorumlayabilen bir dünya modeli günümüz Müslümanının hedeflerinden olmalıdır.
Günümüzde Müslümanlar arasında İslam’ın özünde bulunan sosyal, siyasal, ekonomik, ahlaki, ilmi, eğitim öğretim gibi geniş sahalarda iyilik ve takva üzere yardımlaşma ve dayanışma olgusu gelişen iletişim, ulaşım ve basın imkânlarıyla kendisini daha rahat ifade etme imkânı bulmuştur. Böylece ayrı coğrafyalarda birbirlerinden habersiz yaşamakta olan Müslümanlar şimdi birbirlerinden haberdar olma ve yakın irtibat kurma imkânı yakalamışlardır.
Fakat bunun yanında küresel ve yerel etkiye sahip modernitenin yaşam etkileri hayata müdahale eden yüce yaratıcının buyruklarını hayatın dışına çıkarmaktadır. Günümüz Müslümanı hayata dair hedeflerinde, sosyal ilişkilerde, bilgi ve imkânları elde etmek uğraşlarında bu baskın yaşam şeklinden etkilenmektedir. Dolayısıyla imkânsızlıklar içinde büyük emeklerle bu güne ulaşan İslami birikim ve tecrübe, etkili bir tebliğ ve örneklik oluşturma konusunda büyük bir daralma ve zaaflar yaşamaktadır. Türkiye’deki İslami uyanış süreci veya Kur’an ve Sünnet temelli İslamcılık süreci, büyük ölçüde daha büyük zulüm, haksızlık hatta yabancılaşma şirki işleyenler karşısında İslami değerlere ve Müslüman halklara düşmanlık yapmayanlara adaletle yaklaşmaya çalışmaktadır. Lakin ümmet bilinçli İslamcılar, reel politikanın açmazlarıyla uğraşan bir kilitlenmeyi aşıp, özgün olarak İslamlaşma veya İslami bilinçlenme sürecimizi yeni şartlar karşısında yenileyecek ve aşacak yapıcı özeleştiri ve tutarlı bir inşa hamlesi için müzakere ve meşveret kanallarını kurmalı ve işletebilmeliydi. Bu tarz açılımların taşıyıcısı olacak ve biyografik kimliği tutarlı olan 40-45 yıl önceki yoksunluğumuzu aratmayacak kazanımlar içindeki ‘ulül el-bab’ ımıza bu konuda önemli sorumluluk ve mükellefiyetler düşmektedir. (H.Türkmen/İslamcılığın tasnifi İslami yorumun yenilenmesi - Haksöz Haber)
Fussılet Sûresi’ndeki “Öncelikle iman eden yani Müslüman’ım diyen, sonra salih amel işleyen yani bunun modelliğini ortaya koyan ve sonra da insanları Allah’a çağırandan daha güzel sözlü kim olabilir?” ayeti aslında bu konuda bizim mücadele tarzımızın nasıl olması gerektiğini de ortaya koymaktadır.
Dünya hayatında, İslam'dan başka çıkış yolu yoktur
İslam dininin asli kaynaklarından (Kur'an ve sahih Sünnet) hareketle Müslüman şahsiyetin vasıflıları şu esaslara dayanmalıdır:
Tevhidi netlik ilkesi, ahlaki dürüstlük ilkesi, merhamet ve adalet ilkesi, bağışlama ve kusurları affetme ilkesi, küs durmamak ilkesi, ortak akılı faal tutmak; şura ilkesi, marufu emretmek ve münkerden alıkoymak ilkesi, aramızda hürmetkâr davranma ve tevazu ilkesi, kardeşlik ve ümmet menfaatlerini duygulara mahkûm etmeden öncelemek ilkesi.
Bir hadiste Ömer (ra)’ın umre yapmak için Rasulullah’tan izin istediği, onun da Ömer (ra) ya: "Ey kardeşim! Bizi de duana ortak et!" buyurduğu rivayet edilir. Şu halde biz hem Müslüman kardeşlerimiz için dua etmeli hem de onlardan bize dua etmelerini istemeliyiz.
‘’Allah'tan başka ilah olmadığını bil; hem kendi günahın, hem de inanan erkek ve kadınların günahları için af dile! Allah dönüp dolaşacağınız yeri bilir’’ (Muhammed 19)
“Bunlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla.” (Haşr 10)
“Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı-babamı ve bütün müminleri bağışla!” (İbrahim 41)