Müslümanım diyenlerin hatta kendilerini –hiç değilse bir zamanlar- İslami yapıların, cemaatlerin bir mensubu olarak görenlerin bir kısmının hâlâ Kur'an'dan, haktan, adaletten, ahlaktan, nezaketten, ahiret bilincinden haberi ve nasibi olmadığını görüyoruz ne yazık ki!
Yazının başındaki bu yargı, bazı okuyucularımıza sert ve abartılı gelebilir. Fakat bazı yayın organlarında, sosyal medyada hatta kişisel sohbetlerde duyduklarımız, karşılaştıklarımız, tanık olduklarımız sabır taşını çatlatacak noktaya varıyor artık. Uluorta yazılıp çizilen, paylaşılan, üstümüze boca edilen bir kin ve nefret söylemi, Müslümanları merkeze alan bir kötüleme ve yıpratma furyası, pespaye bir rekabet, dikkat çekme ve öne çıkma kampanyası var sanki. Bazen İslami ölçüler bir tarafa, ciddi bir “akıl tutulması” ile özdeşleşen, patolojik bir ruh hâlini yansıtan bu tür eylem ve söylemler yüreğimizi sürekli kanatıyor, üzüntümüzü habire çoğaltıyor, direncimizi devamlı baltalıyor. Kötü ve basit bir “mızrakçılık” yapılıyor yeniden; Yüce Allah tarafından “kardeş” kılınanlar, kötürümleşmiş zihinler ve yürekler eşliğinde birbirlerine “kalleş”miş gibi davranmaya itiliyorlar.
Dünyanın yeni bir devrimci dalga eşliğinde sarsılmaya başladığı, umudumuzu diri kılacak ve çoğaltacak gelişmelerin yaşandığı, birlikte düşünmeye, arınmaya ve çalışmaya elverişli zeminlerin eskisine göre daha da arttığı bir dönemde özgüvenimizi ve yakınlığımızı artırmak yerine kendi ayaklarımıza kurşun sıkmaya yöneliyoruz adeta. Gerilimli ve hiçbir şeyi beğenmeyen bir ruh hâli, öfkeli ve zehirli bir dil, kırıcı, itici ve ayrıştırıcı bir gündelik yaşam pratiği zaman zaman kolektif bir davranış kalıbına, grup psikolojisiyle bütünleşen bir yaşam biçimine dönüşme istidadı da kazanıyor.
Birçok insan yıllardır beraber koşturdukları, alınlarını beraber secdeye koydukları insanlara elin yedi kat yabancısına, âmiyane tabiriyle "elin gâvuru"na bile reva görmedikleri bir dille saldırmaya, Müslümanların arasında fitne-fesat papariziliğine soyunmaya devam ediyor. Dışarıdan bakan biri, bütün Müslümanlar arasında bir kan davası var sanıyor kimi zaman. Diller kirli, niyetler kirli, beklentiler kirli!
En son Uludere katliamında görüldüğü gibi, Kürt sorununa adeta uzaydan bakan, bu konuda empatiden / duygudaşlıktan ve temel insani hasletlerden bile uzak durmayı marifet sanan, Türkiye Kürdistan’ını neredeyse Türkçü, faşist denebilecek bir perspektifle izleyen bir kesim ve yaklaşım biçimi tekrar hortlamıştı. Şimdi de babalar gibi Kürtçülük yapan, her konuda Müslümanlara, İslami öbeklenmelere çatmayı, onları incitmeyi, onlarla aralarındaki bağı büsbütün koparmayı marifet zanneden; böylelikle kendisini en iyi anlayabilecek, kendisiyle benzer bir dili konuşabilecek, irtibatlar kurabilecek kişi ve çevreleri soğutan ve fakat yeri geldiğinde Müslümanlığı da kimseye bırakmayan bir Kürt ulusalcılığı, yeni bir kavmiyetçilik dalgası yayılıyor.
Kendisi kafasını kuma gömdüğü, şahitliği hiç önemsemediği halde her sosyal çabayı, her direniş çıngısını, her türlü sosyal etkinliği karalamaya çalışanlar var. Söz gelimi, Birçok Batılının bile çok etkili, çok yaratıcı bir eylem olarak gördüğü Mavi Marmara çıkışını bir "aptallık" ya da “ucuz bir kurgu” olarak yaftalamaya devam ediyorlar böyleleri. Filistin konusunda, Gazze konusunda duyarlı olmayı gündem saptırmak şeklinde değerlendiriyorlar hemencecik. "Ortadoğu İntifadası"nda halkların iradesini, gençlerin coşkusunu, kadınların hurucunu, şehidlerin kanlarını hiçe sayıyor ve hepimize büyük bir moral ve esin kaynağı olan bu ayaklanmaları, mazlum kitlelerin bu büyük ve müteselsil kıyamını ABD'nin hatta İsrail'in bir projesi olarak göstermeye çalışıyorlar hiç ölçüp biçmeden.
Mezheplerin, meşreplerin fanusundan çıkamayanlar var bir de. Bu tür bağlılık ya da sempatileri dinin önüne geçirip safları hemen terk edenler, yeni saflar oluşturanlar ve kendileri gibi düşünmeyenleri ihanetle hatta irtidatla suçlayanlar var.
Bir de herkesi dört dörtlük mümin olarak görenler, Türkiye'de "İslami hareket"in işbaşında olduğunu sananlar var. Böyle bakınca, "Müslümanlar falanca konuda ne yaptılar?" sorularından geçilmiyor ortalık. Herkesi Gülen cemaatininin bir mensubu ya da AKP sempatizanı zannedenler var. AKP üzerinden İslami öbeklenmelere çatmayı meslek haline getirenler, hükümetin yaptığı hiçbir işi beğenmeyen, beğeneni de satırlı cümlelerle tel'in edenler var.
Kemalist zorbalığa, Ergenekoncu çetelere, TÜSİAD'a, Sabancı'ya, Koç'a, Aydın Doğan’a gıkını çıkarmadığı ya da oldukça utangaç itirazlar getirdiği, vahşi kapitalizmin asıl sahiplerine ve temsilcilerine kuş diliyle seslendiği hâlde bazı muhafazakâr, köylü paralılarımızın derme çatma şirketlerine hatta uyduruk marketlerine hücum etmeyi cihad etmek zannedenler var. Şirkin, zorbalığın, tuğyanın önderleriyle pek karşılaşmadan, âsasını gariban hacı dayının bakkalından, marketinden, lokantasından hiç esirgemeyen "çakma ebuzerler" çoğalıyor hızla.
Yıllar önce "Ciddi ve kuşatıcı bir fıkıh geliştirmeliyiz, toplum ve sistem değerlendirmesini sağlıklı bir şekilde yapmalıyız, yöntemle ilgili sıkıntılarımızı konuşmalıyız, dahası ciddi Kur'an çalışmaları yapmalıyız, merhale bilinci içerisinde bir Kur’an nesli oluşturmalıyız." diyenlere "Biz bunları yapıyoruz, biz bunları çok iyi biliyoruz zaten!" diye diye körelenler, soğuyanlar, başkalaşanlar cirit atıyor ortalıkta.
Bile bile mi yapıyorsunuz bütün bu kötülükleri o zaman kardeşim? Bile bile mi suyumuzu, safımızı, soframızı zehirlemeye çalışıyorsunuz? Bile bile mi alnımızdan kaşıyorsunuz? Bile bile mi şeytanın fısıltılarına kulak kabartacak bir zemin oluşturmaya çabalıyorsunuz? Elimize ne geçecek böyle davrandığımız zaman?
Kur’an’ı hakkıyla okuyup kavrayan, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eden biri nasıl “mezhepçilik” yapabilir kardeşim? Şimdiye kadar mezhebi bağları sorgulayıp anlamlandıramamak bir yana, Müslümanım diyen biri mezhebini nasıl din edinebilir? Mezhep nedir, meşrep nedir Allah aşkına?
Zamanında devrimci sol karşısında kompleksli tavırlar içine girenler, müslümanların yaşadığı coğrafyaların uyuşukluğundan yakınanlar; “Ortadoğu İntifadası”na karşı nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyorlar? Bir olguyu eksik, yetersiz bulmak, bazı yönlerini eleştirmek ya da değerlendirmede tereddütler yaşamak başka bir şey; onu tümden karalamak, kötülemek, yok saymak başka bir şey sonuçta. Elli yıldır, “Mısır’da neden bir hareketlilik yok?” deyip duruyorduk; şimdi kesintisiz bir direniş, süreğen bir kıyam hâli var işte. Bunu neden görmezden geliyoruz peki? Suriye’deki direnişi, mücadeleyi desteklemiyorsunuz diyelim. Bu konuda da endişeleriniz, kaygılarınız var. Fakat bunun ötesine geçerek zalim ve katil Baas rejimini savunmak neyin nesi oluyor kardeşim? Kendi halkına, bu ülkede yaşayan Müslümanlara onlarca yıldır kan kusturan bir yönetimi savunmak, ahirette hesabı verilebilir bir tutum mudur yani?
“Kürt sorunu” hakkında konuşmayı, çaba göstermeyi tekelinize mi almak istiyorsunuz kardeşim? Bu konuda kimse konuşamayacak mı yani; konuşanlar da sizin dediklerinizi teyit etmek zorunda mı kalacak? Söz gelimi “Şeyh Sait” dediğimizde bir bakıyorsunuz onun kıyamının “İslami bir boyutu” olmadığını kanıtlama çabası içine giren bir sürü yazı döşeniyor bazıları. Bunu yazan İslam düşmanı değilse de Müslümanlığa uzak duran biri düşünüyorsunuz ki adam yazısının sonunda Müslümanlığı da kimseye bırakmıyor. Herkes PKK’nin yahut BDP’nin ağzıyla konuşmak zorunda mı diyorsunuz kardeşim? Söz gelimi Araplar, Boşnaklar, Çerkezler –yahut benim gibi kökenini bilmeyen ve bunu da dert edinmeyenler- hep sussunlar mı yani? Bu konuda daha geniş ölçekli bir duyarlığın, ilginin, çabanın oluşması; sevinmemize yol açmalıyken neden öfkemizi ve kızgınlığımızı artırıyor?
AKP’ye her konuda sövmemiz mi gerekiyor kardeşim? Söylediği bir sözden ötürü Barcelonalı futbolcu Messi’yi bile göklere çıkarabilen arkadaşlarımız, yapılan bazı iyi şeyleri niçin büsbütün görmezden geliyorlar? Bu tür bir muhalefetin kalıplaşmış ve körleşmiş CHP muhalefetinden yahut futbol takımı taraftarlığından ne farkı var? Söz gelimi Chavez’in bazı açıklamalarını, tutumlarını hiç yüksünmeden büyük bir içtenlik ve doğallıkla alkışlayan bizler Erdoğan’ın Gazze için söylediği bazı sözlerde, İsrail karşıtı tutumunda hep art niyet aramak ya da ağız dolusu sövmek zorunda mıyız? “Muhalif ve devrimci duruş” bu mudur yani? Ya “marijinallik” eleştirisi ya da “yandaşlık” suçlaması! Bu tür toptancı, süpürücü yaklaşımların müslümanca duyarlıkla, adaletli olmakla, siyer bilgisiyle, peygamber kıssalarından öğrendiğimiz mücadele fıkhıyla nasıl ve ne kadar ilgisi var?
Ezbere konuşmayı bırakalım kardeşim. Bu kirli mızrağın aramızda daha fazla dolaşmasına izin vermeyelim. Sevgisizlikten üşüyen gönülleri ısıtalım, bu zehirli, yorucu, bıktırıcı, düşmanlığı körükleyici dili bırakalım. Bu “cereyana tutulmuş” ruh hâlinden, patetik yaklaşımlardan uzak duralım. Kur’an’ı hakkıyla ve tertil üzere okumayı, siyer bilgisini günümüze getirmeyi yeniden deneyelim. Sistem, toplum ve yöntem değerlendirmelerimizi vahyin kılavuzluğu altında yeni ve işlek bir perspektifle yeniden konuşalım. Komplekslerimizden kurtulalım. Zulmün ve sömürünün ekmeğine yağ sürecek yaklaşımlardan kaçınalım. Korku duvarlarının ve eşiklerinin yıkılmaya başladığı bir dünyada umudumuzu diri tutalım, birbirimizi severek uyaralım. Birbirimizden korkarak, birbirimizi kovarak değil; birbirimizi koruyup kollayarak, birbirimizi sevip sayarak yola koyulalım. Birbirimiz için dua edelim kardeşim.