Araf’ta kalmak!

Abdurrahman Dilipak

Arasat ve Araf! Arasat sanki bir bekleme salonu gibi. Kimi cehennemin kabusunu görür, kimi senetin rüyasını! Şehidler ise Alemi seyre çıkarlar.. Araf’ta kalanlar ise, cennetten uzak kalmanın acısı, cehenneme yakın olmanın korkusu ve endişesi ile iki kat acı çekerler..

Bir şeyi beklemek, bazan o şeyle karşılaşmaktan daha fazla elem verir insana.. İnsan korku ile umud arasında bir yerdedir. Havf ile reca.. İşte tam da bu noktada. Eğer umudunuz korkularınız galip gelmiyorsa vay halinize.. Sevginiz nefretinize, merhametiniz gazabınıza galp gelmiyorsa, vay sizin halinize..

Kaab b Zuheyr, kaside-i Bürde’de, savaşta çocuklarını kaybeden annelerin çırpınışlarını görüp, kendi çocuğundan ölü ya da diri bir haber almak için sağa sola koşuşturan bir annenin yürek çırpınışını anlatır.. Onun korkuyla sağa sola seğirtmesi, onun yüreğinde taşıdığı hicranı; umudunu kaybedenlerin, ölüm haberini aldıkları oğullarının cenazeleri başında ağlayan kadınların halinden daha yürek parçalayıcıdır..

Züheyr evladını arayan ananın sağa sola koşuşturmasını, alacakaranlıkta peygamberden özür dilemeye gelen şairin bindiği atın, çölü yarıp gelirken, ön ayaklarının hareketine benzetir.

Araf’taki insanlar, ister otursunlar, ister koşsunlar, bana kalırsa işte tam da, Kaab b. Züheyrin şiirinde anlattığı Suad isimli deveye nisbet edilen o kadınların hikayesinde anlatılan yürek çarpıntısını yaşarlar..

Kendilerine Araf’ta yer hazırlayan insanlar, daha dünyada iken eğer imanlarını tümden kaybetmişlerse, Schopenhauer’in yaptığını yapar ve intihar ederler.. “Ölüm onlar için asude bir bahar ülkesi” değildir aslında. Kaçtıkları şeye doğru koşarlar. Korktuklarından emin olmazlar. Kendilerini korkunun kucağına atarlar..

Ya beyin zonklaması ile şuurlarını kaybederler, ya alkol ve uyuşturucu ile beyin zonklamasını dindirmeye çalışırlar. Ya da mistik bir hayata yönelik, unutmaya, unutulmaya çalışırlar.. Bir vecd halinde bir hayal ülkesine savrulurlar!

Araf özgürlükler yurdu değildir. Seçim hakkınızda yoktur.. Gördüğünden mahrum kalmak ve korktuğundan emin olamamak! Bu dünyada seçtiklerimizle aslında bazan kendimizi böyle bir vadiye savuruyoruz..

Haklı olmak, haksızlık yapma hakkı vermez kimseye. Vicdanlı olmak da günah işleme imtiyazı vermez.. Haksızlıklara karşı haksızlık yapma hakkı yok! Sonra bir haksızlığa karşı çıkarken bile, haddi aşıp, savaştıklarımızla özdeşleşebiliriz..

Şeytan nefsimize taht kurup sürekli bizim kulaklarımıza bir şeyler fısıldamaktadır. Malayani işler, özgürlük bahanesi ise nefsimize hoş gelecek şeyler fısıldamaktadır.. Hazlar, yalancı mutluluklar.. Şeytan bizi Kur’an’la da aldatmamalı.. Allah’ın affediciliğinden yola çıkarak günah işlememize de vesile olmamalı. Vicdanı bahane ederek bizi kandırmamalı..

Biliyoruz ki, ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağıdır..

Peygamberimiz ümmetine, bataklık güllerinden uzak durmayı öğütlemiştir..

Başkalarından azade, başına buyruk yaşamak, gerçek anlamda özgürlük değil, şeytana ya da nefse köleliktir. Onun içindir ki “Beni bana bırakma Rabbim” diye dua eder iyi insanlar.. “Ben eğer nefsimle başbaşa kalırsam, yani kendi başıma kalırsam serserilik eder, sonra helak edenlerden olurum! İnsan ünsiyet peyda edendir, kendi yaratılış gayesine yabancılaşırsa, ya da cemaat içinde ondan bağımsız, kendi başına buyruk kalırsa, safını sık ve doğru tutmaz ise helak olanlardan olur!

Bizim istişare ve şuradan, nasihatten uzak kalmamamız gerek.. Mü’minler birbirlerinin velileridir.. Biz birbirimizden hesaba çekileceğiz ve bizim birbirimiz üzerinde haklarımız ve ödevlerimiz var.. Bir de ben her istediğimi yapamam, ne dediğim kadar söylediğim şeyin nasıl anlaşıldığını da hesaba katmam gerekir. Yediğim, içtiğim, giydiğim, yaşam tarzımla ilgili sana ne diyeceğim bir aklı başında, tek mümin kardeşim yok! Biz bu dünyada da öbür dünyada da birbirimize şahid tutulacağız..

Allah (cc) “Sizi tearüf edesiniz diye yarattım” diyor kitabında.. Bilişmek zorundayız. Biribirimizin derdi ile dertlenmek, kederlerini ve mutluluklarını paylaşmak zorundayız.. Ne yaparsam yapayım o şeyin nasıl anlaşıldığını da hesaba katmak zorundayım.. Eleştiriler karşısında sabırlı olmamız da gerekiyor.. Kim güzel bir şeye öncülük ederse ondan ona bir pay olduğu gibi, insanlar söz, hal ve hareketleri ile kötü bir şeye vesile olurlarsa, onlardan onlara bir pay vardır..

Bizim ahiret kardeşlerine ihtiyacımız var. Araf’ta kalanlar birbirinin dostu olmaz. Hepsi diğerini suçlayacaktır.. Belki de biz hepimiz suçluyuz!

Araf’takilerin tek tesellisi, yananları görüp, ateşin yalımı yüzlerini yalarken, onların arasında olmamaktır.. Kaldı ki, orada yanan arkadaşların görmek bile büyük bir hicran vesilesidir..

Korkulu bir filmi, ya da cinayet sahnelerini seyretmekten bile rahatsız olanlar, cehennem ateşinde kendi dostlarını yanarken görmenin acısını yüreklerinde duymak istemeseler gerekir..

Aslında bu dünyada da Araf’ta kalanlar vardır aramıza.. Belki onlar başka bir dilden sessiz bir çığlıkla bizlere seslerini duyurmak istemektedirler. İçlerinde isyan çiçekleri büyütmektedirler. Dışavuran davranış ve sembolleri ile bize bir mesaj vermek istiyor olamazlar mı? Peki biz sadece bu semptomları yokederek bu sonucu hazırlayan sebebleri ortadan kaldırmadan, bu yaptığımızla görevimizi yapmış sayılır mıyız?

Kim bu dünyada ne kadar mutluluğa, güzelliğe sebeb olmuşsa, din günü katkat fazlasını görecek. Kim bu dünyada ne kadar acı ve çirkinlik üretmişse karşılığını görecektir.. 

Sonuçta bu dünyada yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla, ya kendi cennetimize kendi sırtımızda tuğla taşıyor olacağız. Ya da kendi cehennemimize kendi sırtımızda odun taşıyor olacağız.

Rabbim bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet. Bize hakkı hak, batılı batıl göster ve hakta toplanmamızı nasib et. Selam ve dua ile..

YENİ AKİT