Bir türlü yerimde duramadığımı fark ettim önceki gün... Bekleme havasına girdiğimde böyle olurum ben; herhangi bir şey için “Geliyor” haberini aldım mı, o haber gerçekleşene kadar yerimde duramam. Pazartesi ben bir 'şey' bekliyordum, Genelkurmay üstüste iki 'açıklama' yaptı, ama benim pinpirik halim yine de geçmedi.
Gün boyu “Üçüncü bir açıklama daha lâzım” tedirginliği içerisinde koridorlarda turladım durdum; beklediğim gelmeyince eve hayal kırıklığı içerisinde döndüm...
Meğer o gün üçüncü bir açıklama gerçekten gelmiş; dün bir gazetenin manşetine yerleşen Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un sözleri ilk iki açıklamadan daha keskin: “İlgili şahısların ifadeleri alındı. Kendilerine soruldu. Böyle bir çalışma yapmadıklarını söylüyorlar. / Bütün bilgisayarlara el kondu. Yapılan bütün incelemelerde teknik bir ize rastlanmadı. Yani o bilgisayarlarda böyle bir şey yazılmamış.” (“Komuta kademesinden böyle bir çalışma talimatı verildi mi?” sorusuna cevap olarak): “Bana bu soruyu sormanız bile abestir, hakarettir. Böyle bir talimat kesinlikle verilmemiştir.”
Türk medyasında 'askerlere yakın gazeteci' diye bilinen kıdemli-kıdemsiz yazarlar var. Bir gazetenin Ankara Temsilcisi asker kaynaklardan yararlanarak yakın tarihimizi aydınlatan diziler/kitaplar kaleme almıştı, o var sözgelimi... Sonra, Org. Başbuğ'un 'kurumsal imaj' konusunda kendisine danıştığı yazar dostum var...
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un görüş açıklamak için seçtiği 'aracı' bunların hiçbiri değildi. Telefonu kaldırdığında hattın öteki ucundaki kişiye “Sayın Kışlalı”, “Sayın Bila”, “Sayın Demir” veya “Sayın Yıldız” diye hitap etmedi; çünkü bunların hiçbirini aramadı Org. Başbuğ. Tercih ettiği gazeteci Hürriyet'in yayın yönetmeni oldu.
Böyle bir ortamda Genelkurmay'ın 'aracı' olarak Hürriyet'i ve kaptan köşkünde oturan kaptanını tercih etmesini önemli buluyorum. Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu ile biraradaymışlar, “Hadi arayıp soralım” demişler...
Şu sıralarda Genelkurmay'da bir tür 'olağanüstü hal' ilân edilmiş olmalı; Metehan Demir Hürriyet'in internet sitesinde “Karargâhta cep telefonlarına kullanma yasağı konulduğunu” yazdı. Kurumun adının bu biçimde geçtiği bir ortamda kim olsa İlker Başbuğ gibi ihtiyatlı davranır, tercihlerini bütün seçenekleri iyice tartarak yapar.
'Ak Parti'yi ve Fethullah Gülen'i Bitirme Planı' konusunu açığa kavuşturmak için yönelttiği yerinde sorulara ek olarak keşke bir ayrıntıya da dikkat çekseydi: Üzerinde 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' yazan belgenin altındaki imza sahibinin yaklaşık 1,5 yıl önce benzeri bir olayda da adının geçmesi... O zaman yine Taraf'ta yine muhabir Mehmet Baransu'nun manşetinde aynı Kıdemli Kurmay Albay tarafından kaleme alındığı bildirilen bir belgede Rahmi Koç'un da andıçlandığı görülüyordu.
Sadece Rahmi Koç mu? Hayır. 'Sivil Toplum Örgütlerinin Faaliyetleri' başlığı uygun görülen ve dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Işık Koşaner'e sunulan 'Mart 2006' tarihli raporda, maharetli Kurmay Albay'ın 'tehlikeli' bulduğu kişiler arasında, Kemal Derviş, Bülent Eczacıbaşı, Can Paker ve hatta Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi (ve daha kimler, kimler) var...
Taraf'ta çıkan ve ülkeyi sarsan son haberine itiraz edenlere muhabir Mehmet Baransu, “Nisan 2008'de yayımlanan önceki manşet haberimde konu edilen 'andıç' da aynı Kurmay Albay'ın marifetiydi; o haberim yalanlanmadı” gerçeğini hatırlatıyor.
“Rapor yazmaya meraklı olduğu bilinen ve kaleme aldığı raporlarda havsala zenginliği dikkat çeken bir subayın imzasını taşıyan bir yeni 'plan' da pekâlâ doğru olabilir?” İnsanlar böyle düşünür.
Org. Başbuğ sorularına cevap vermek için kendisini aradığında, “İyi ama Sayın Başbuğ, bizim gazetenin başyazarını bile 'tehlikeli' gösteren önceki 'andıç' ile bu 'plan' arasında bir mantık benzerliği var; Koç, Eczacıbaşı, Paker, Derviş ve Ekşi'yi 'tehlikeli kişiler' sayan bir zihniyete sahip o subayı aynı görevde tutmaya neden devam ettiniz?” sorusunu da sorsaydı keşke Hürriyet yönetmeni...
Bütün bu kargaşa içerisinde benim kafamın almadığı bir nokta var: Org. Başbuğ ile görüşüldüğünü Hürriyet yönetiminin kendi gazetelerinin yazarlarından ve medya grubunun diğer unsurlarından 'gizli' tutmasını bir dereceye kadar anlayabiliyorum. Haber bir tek Hürriyet'te manşet oldu, yayın yönetmeninin sütununda yer aldı. Başyazar bile manşetten haberdar olmadığını belli eden bir yazı ile çıktı okur karşısına...
Anlamadığım şu: “Arayalım” fikrinin iki babasından biri olan Enis Berberoğlu neden habersiz bir görüntü verdi?
YENİ ŞAFAK