“Müslümanların 19. ve 20. yüzyılda İslâmî duyarlılıklarından neşet eden siyasi talepleri, 21. yüzyılın başlarında gerçekleşmeden nihayete eriyor” tarzı analizler, önemli ölçüde “Artık İslâmcıların siyasi talepleri bitsin!” temennisinden besleniyor.“İslâmcılık” doğru bir kavram mıdır, tartışılabilir. Ama Müslümanların siyasi taleplerinin varlığı tartışılamaz. Taleplerinin niteliği ve niceliği tartışılabilir ancak. Hz. Muhammed (sas) devlet kurmuş bir peygamberdir. İlk İslâm devletinin ilk dört halifesi yani dinî ve siyasi temsil makamındaki kişiler Ehli Sünnet’e göre Müslümanların en hayırlı şahsiyetleridir. Bunu kabûl etmeyen Şiîlik ise siyasi talepler üzerine kurulmuş bir ekoldür. Bugün İran’ın Şiî İslâm anlayışıyla yönetildiği, Irak ve Lübnan’da Şiî dini hiziplerin rolü inkâr edilebilir mi? Müslümanlar tarihte zaman zaman varlıklarını tehdit eden büyük krizler yaşadılar. O zamanlar da Müslümanların dinî kimlikleri ve bundan beslenen siyasi talepleri artık tarih sahnesinden çekilecek zannına kapılanlar oldu. Meselâ Müslüman coğrafyası 1095-1270 yılları arası toplam sekiz Haçlı seferine muhatap kaldı, Kudüs 90 yıl işgal altında tutuldu, ama Müslümanların siyasi talepleri bitmedi. Müslüman coğrafya Moğolların istilasına uğradı, 1258’de Bağdat yerle bir edildi, tarihin ender katliamlardan birisi yapıldı, ama Müslümanlar ayakta kalmayı siyasi talepleriyle başardılar. Müslüman coğrafya modern emperyalizmin istilasına uğradı, Fas’tan Endenozya’ya kadar işgal edildi, ama Müslümanlar kolonyalizme dinî inançlarının ve bunun yönlendirdiği siyasi taleplerinin gücüyle direndiler. Endülüs ve Osmanlı düştüğünde de İslâmî talepler bitti denmişti. Ulus devletler kurulduğunda İslâmî taleplerin ruhuna kezzap dökmek amacıyla siyasi mühendislik projeleri devreye sokuldu, ama İslâmî duyarlılığın büyüttüğü siyasi talepler hep canlı kaldı. Elbette çok acılar yaşandı, büyük bedeller ödendi. Her defasında bu kez tamam dense de, Müslümanların siyasi taleplerini savunan hareketler hep uç verdi. Bu hareketleri ortaya çıkaran şey ise, toplumsal dindar siyasi taleplerin olmasıydı. Kur’an, Sünnet ve Müslümanların kolektif hafızasını teşkil eden ilmi birikim (turas) orta yerde canlı olarak durdukça Müslümanların siyasi talepleri bitmez. Birileri bunu temenni etse de bitmez. Bunu sadece bir mü’min duyarlılığıyla değil, tarihsel bir vaka olarak da söylüyorum. Bugünü anlamak ve yarını tahmin edebilmek için tarihe dönüp bakmak gerekir. Tarihin bilimsel bir disiplin olmasının tek sebebi de bu değil midir? Tarihi anlamak için de seküler tarih perspektifinden biraz olsun kurtulmak gerekir. Belki o zaman insanlık tarihinin önemli boyutuyla bir dinler tarihi olduğu fark edilebilir.2000 yıl boyunca dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan Yahudiler; nice horlanmaya, gettolarda sıkışmaya, katliamlara vs. düçar olsa da yaşadıkları toplumlarda çoğunluk olarak asimile olmadan varlığını koruyabilmişse eğer... Bugünün dünyasında dayanışma içinde olan güçlü bir Yahudi toplumundan, dinî ve siyasi taleplerin şekillendirdiği bir İsrail’den söz edebiliyorsak eğer; bunu ancak kutsal metinlerle ve bu metinlerin şekillendirdiği Yahudi toplum algı dünyasıyla izah edebiliriz. Dememiz o ki; Müslümanlar tarihlerinde ilk kez kriz yaşamıyorlar, bugün yaşadıkları krizler de son olmayacak. Ama Müslümanların siyasi talepleri hep olacak. Doğru olan Müslümanları liberal yahut apolitik bir çizgiye davet etmek değil, onların siyasi taleplerinin kalitesini tartışmaktır.
Çünkü tarihsel tecrübeler Müslümanların karşı karşıya kaldıkları krizleri apolitik bir duruşla değil, aktif siyasi taleplerle aştığını göstermektedir.
YENİ AKİT