Suriye’de sürüp giden katliamlar kimyasal, biyolojik veya konvansiyonel düzeyde birbiri ardına tekrar ediyor. Durum buyken dahi kimileri katilleri gizlemek ve aklamak için çırpınıyorken üstüne bir de maktulleri, mağdurları ve onlara sahip çıkmaya çalışanları karalamanın, alay konusu yapmanın ve itibarsızlaştırmanın peşinde. Suriye’de yaşanan acı ve kayıpların ağırlığını katlayan hususlardan biri de işgal ve katliamların haber-yorum modunda bile en barbarca yöntemlerle zihin ve duygularımıza da tecavüze yeltenmekten bir an olsun imtina etmemesidir.
İdlip’teki kimyasal saldırı sonrasında Trump’ın talimatıyla Amerika Akdeniz’de konuşlu savaş gemilerinden fırlattığı 59 Tomahawk füzesiyle Şayrat hava üssünü vurmasıyla Suriye’de neler, nasıl ve ne kadar zaman içerisinde değişecek? Bu konuya ilişkin öngörüler tartışmaya açık. Ancak Amerika 3 binden fazla hava saldırısı düzenlediği Suriye’de daha önce sadece bir kere, 17 Eylül 2016’da o da kaza sonucu Esed rejimine ait bir hedefi vurmuştu. Deyrez Zor’da IŞİD’e ait olduğu sanılan bir hedef (askeri üs) vurulmuş fakat hemen akabinde CENTCOM yanlışlık olduğunu açıklamıştı. Obama yönetimi, “kasıtsız bir biçimde öldürülen 62 askerin ölümlerinden üzüntü ve pişmanlık duyulduğunu” ifade etmişti.
Amerika da Aynı Saftadır
Peki, Amerika Suriye’de biri ‘kasıtsız’ bir hava saldırısı diğeri de kimyasal saldırıya tepki olarak sınırlı ve bir defalık Şayrat’a saldırmanın dışında Esed rejimiyle hiç karşı karşıya kalmış mıydı? Elbette ki hayır! Amerika’nın saldırılarının bir kısmı IŞİD’e karşı düzenlenmişse de daha önemli bir kısmı İslami direniş cephelerine karşı düzenlendi. Üstelik bu saldırıların temel gayesi PKK-PYD’ye alan açmaya yönelikti. Öyle ki Amerika’nın hava saldırılarıyla sahayı tanzim ederken sadece Rusya’yla değil hassaten İran-Hizbullah ve Esed rejimiyle koordineli bir harekât planı icra ettiği açıkça gözlemleniyor.
Şayrat Hava Üssüne yönelik Amerikan ordusunun saldırısıyla daha güçlü bir biçimde sökün eden anti-emperyalist maske takarak ahlaki tutarlılık taslayanlar için adeta gün doğdu. Ortada korkunç, dehşet, barbarlık gibi kavramlarla dahi izah edilemeyecek bir manzara var lakin utanmazlıkta, edepsizlikte ve kibirden şişinip hesap sormaya kadar yeltenebilecek gurur abideleri dolaşmaktalar.
Şimdiye dek Esed rejimin koruyup kollama adına Rusya, İran ve Hizbullah’ın işgal ve katliamlarını geçtim bir kez olsun Amerikan ordusunun giriştiği katliamlara ses etmemiş, tepki göstermemiş bazı kişi ve örgütler anti-emperyalizm dersleri vermeye soyunmuşlar. Aydınlık-Perinçek çetesi gibi kimi sol-sosyalist parti ve sendikaların Şebbihalar gibi sokaklara inmesi kimseyi şaşırtmıyor elbette. İran’a iltisaklı olup Hamaney’i rehber, Tahran’ı kıble edinmiş, İran hesabına siyasal-istihbari faaliyetler yürüten fanatik tip ve çevrelerden de insani bir tepki beklemenin pek bir anlamı yok zaten.
CHP ve Kılıçdaroğlu ise referandum stratejisini Suriyeli muhacirlere düşmanlıkları körükleyerek destek kazanma hesabına iliştirmiş. Toplumdaki geçim kaygısını, hastane veya ev kirası sorununu ülkeye doldurulan Suriyelilere karşı nefret duygularını, düşmanlık hislerini kışkırtarak çözümlemeye soyunmak gibi çirkin bir politikaya sarılıyorlar. Yaşanan acılara, katliamın sorumlularına dair söyleyecek hiçbir sözleri olmadan Esed’le birlikte konuşarak Suriye’ye barış, huzur ve getireceklerini vaad edebiliyorlar hala.
Aynaya Bakmaktan Korkanlar
Bir de Nuray Mert gibi istihza ve alaycılığı karakter edinmişlerin giderek artan nefretle harmanlanmış yalan ve iftiralarını dolaşıma sokmuş olmaları var karşımızda. Cumhuriyet’te eskisinden daha ileri düzeyde bir hesap sorucu olarak yazılar kaleme almasını teşvik eden bir ruh hali oluşturmuş anlaşılan. “İslamcıların Suriye ile imtihanı” makalesine şöyle girmiş Mert: “İşte, İslamcıların antiemperyalist kükremelerinin sonu; Trump Suriye’yi vurdu diye sesler kesildi, dahası pek memnun oldular.” Buradan başlayıp geçmişten kimi örnekler alarak oradan Karadavi’ye ulaşarak İslamcıların esasında hep Amerikancı, hep işbirlikçi hep tutarsız olduğuna deliller ortaya koymuş güya.
Suriye’deki katliamlar nasıl bitecek, tehcir edilen Suriye halkı nasıl ülkesine geri döndürülecek, işgal ve katliam nasıl son bulacak, Rusya ve İran nasıl ülke dışına çıkarılacak gibi hiçbir hayati sorunun cevabı yok burada. Siyaset bilimi adına basit bir takım isim ve tarihler vererek tutarsızlık arayışından öteye barbar bir rejim ve onu ayakta tutmak üzere hareket eden Rusya ve İran’ın barbarca politikalarına karşı duyulan memnuniyeti gizleme çabası sırıtıyor esasında. Kronik bir hastalık düzeyindeki Erdoğan ve İslamcılar takıntısı açıkça Erdoğan ve İslamcılar düşmanlığına doğru evrilirken Rusya ve İran’ın emperyal siyasetlerini aklama çabasına dönüşüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Hükümet’in ve sadece İslamcıların değil AK Parti tabanının kahir ekseriyeti Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da ve daha birçok İslam beldesinde işlenen cinayetlerin, icra edilen askeri darbelerin, kışkırtılan etnik ve mezhebi çatışmaların faillerini gayet iyi biliyor ve mümkün olan en yüksek yüksek sesle bunlara itiraz ediyorlar.
Ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne de ortalama düzeyde İslami bir hassasiyeti bulunan kişi ve çevrelerin Trump’a ya da Putin’e güvenmeleri, Esed ile veya Sisi ile yoldaş olmaları mümkündür. Eğer itham ettikleriniz Trump’ın veya Putin’in dostu olsaydılar, Sisi veya Esed gibilerle yaşamaya razı olsaydılar durum çok farklı olur, bunca farklı cepheden saldırıya maruz kalmazlardı asla. Bu durumda ulusolcu cephe gibi PKK-PYD gibi, Fethullahçı Cunta gibi, İran gibi herkesin sevgilisi olmak pekâlâ mümkündü.
Yeni Akit