Antalya Özgür-Der’de “Medine Dönemi ve Hicret” Semineri Yapıldı

“Medine Dönemi ve Hicret” Özgür-Der Antalya Temsilciliği’nde bu haftanın konusuydu. Sunum Abidin Doğmuş tarafından dernek binasında yapıldı.

Abidin Doğmuş sunumuna başlayarak özetle şunları söyledi:

İslami davetin, ilk ayetin vahyoluşundan Resulullah'ın Medine'ye hicretine kadar olan on üç senelik bölümü Mekke Dönemi olarak adlandırılır. Mekke Dönemi, müslümanların takibata uğradığı, her türlü eziyet ve işkencenin onlara acımasızca reva görüldüğü bir dönemdir.

Medine dönemi ise; insanlığın, cehaletin, şirkin ve putperestliğin karanlığından ilâhi gerçeklerin aydınlığına kavuşup, ebedî kurtuluşa erebilmesi için gönderilen son din olan İslâm'ın örnek bir topluluk tarafından nasıl yaşanacağının ortaya konduğu ve insanı insana köle olmaktan kurtaran, bunu bütün insanlığı kucaklayacak şekilde hakim kılmanın bir vasıtası olan İslâm'ın devlet sisteminin kurulduğu Medine'ye hicretle başlayıp, Resulullah (sav)'in ölümüne dek süren on senelik tebliğ ve cihat dönemidir.

Mekkeli müşrikler, inananları susturmak için bütün yolları denemiş, ancak uyguladıkları zalimce yöntemler neticesinde, iman edenlerin dinlerinden vazgeçeceklerini umdukları halde, onların imanlarında daha da sağlamlaştıklarını ve kendilerine karşı koymada dirençlerinden hiç bir şey kaybetmediklerini görmüşlerdir. Bu, müşriklerin tavırlarında sertleşmelerine ve müslümanların Mekke'de yaşamalarını imkânsız kılacak kararlar almalarına sebep olmuştur.

Bir zaman sonra boykot edilen ve görüldükleri her yerde saldırıya uğrayan müslümanlar için Mekke'de barınma imkânları tamamen ortadan kalkmıştı. Bu insanlar, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri ve onların taptıkları ilâhlarına tapınmayı reddettikleri için çeşitli zulümlere uğruyorlardı. Bu arada kendisine iman etmediği halde Resulullah (sav)'ı müşrik zorbaların bütün saldırılarına karşı korumayı, her türlü zorlama ve tehditlere rağmen sürdüren amcası Ebu Talib vefat edince onun yerine Haşimoğullarının başına İslâm'a karşı en acımasız kimselerden biri olan Ebu Leheb geçmişti. Artık Resulullah için Mekke yaşanmaz bir hale gelmişti. O, Mekke'de ilâhî merhamete karşı, kalpleri mühürlenmiş müşriklerin her gün değişik türde saldırılarına maruz kalıyordu. Bunun üzerine o, kendisinin tebliğine kulak verebilecek başka topluluklara yönelmek zaruretini hissetmişti. Bunun için ilk önce Taif'e gitmiş, ancak orada kimseye birşey dinletemediği gibi, taşa tutulmuştu. O, Mekke'den ayrıldığı zaman Ebu Leheb onu "toplum dışı" ilân ederek tekrar Mekke'ye dönmesini de engellemek istemişti.

Birinci Akabe Bey'atin'den bir yıl sonra, yine aynı mevkide bu sefer, ikisi kadın yetmiş üç kişiden oluşan Medineli müslümanlarla buluşmuş ve İkinci Akabe Bey'ati olarak adlandırılan bey'at gerçekleştirilmişti. Bu bey'atla Resulullah Medinelilere, Medine'ye hicret etmek istediğini bildirmiş ve kendisini bütün düşmanlarına karşı koruyacaklarına ve emrinden ayrılmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istemişti. Medineli müslümanlar, Resulullah (sav)'i savaşta ve barışta, her türlü tehlike ve tehditlere karşı koruyacaklarına dair söz vermişlerdi.

Doğmuş daha sonra aşağıdaki ayetleri okuyarak sunumuna devam etti:

Enfal Suresi, 72. ayet: “Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.”

Al-i İmran Suresi, 195. ayet: “Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır.”

Hac Suresi, 58. ayet: “Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Nisa Suresi, 100. ayet: “Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resûlü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.”

Mekke'de bulunan müslümanlar küçük gruplar halinde Medine'ye gitmeye başladı. Kısa zaman sonra Mekke'de, yakınları tarafından engellenen kimseler ve Resulullah (sav), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali'den başka kimse kalmamıştı. İslam'ın bu şekilde Mekke dışına taşması, Mekke şehir devletini idare edenleri tedirgin etmişti. Çünkü onlar, Resulullah (sav)'ın Medine'de meydana getireceği gücün ileride kendi müşrik yönetimlerine son verecek bir duruma gelmesinden korkuyorlardı. Zaten Hicret, Müslümanlar için bir kaçış değildir. Zira onlar Allah'tan başka korkulacak bir gücün varlığına inanmıyorlardı. Onlar, Allah ve Resulünün emrettiklerine uyarak dinleri uğruna her şeylerini feda etmişlerdi.

Hicretin sonuçları ise; Müslümanlar, Mekkeliler Karşısında siyasi bir güç haline geldiler.

Hicretten sonra Medine'de 53 maddelik bir anayasa hazırlayan Hz. Muhammed (sav), bu anayasa ile Medine'deki Müslüman, putperest ve Yahudiler arasındaki ilişkileri düzenledi. Bu anayasa ile İslam devletinin temelleri atılmış oldu ve İslâm dini daha hızlı yayılmaya başladı. Hicret olayı aynı zamanda Hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edildi.

Doğmuş sunumunu Kenan Alpay’ın şu sözleriyle bitirdi: "Hicret imanın doğal bir tezahürüdür. Sadece Hz. Peygamber'in (s) döneminde yaşanmış bir olay değil, her dönemde çeşitli şekilerde yaşanması gereken tıpkı namaz gibi kaçınılmaz bir farziyettir. Hicret, imandan sonra ve cihaddan önce mutlaka yaşanması gereken inkılabi bir ameldir! Hz Peygamberin ve ashabın Mekke'den Medine'ye hicreti dünya tarihinde önemli bir gelişmedir. İslam toplumlarının cemaatten devlete geçiş sürecini işaretleyen önemli bir toplumsal hareketliliktir. Rasulullah'ın deyimiyle 'kafirlerle savaş devam ettiği müddetçe hicret hiç bitmeyecek bir eylemdir.' Hicret anayurdu Allah rızası için terk edebilme iradesidir. Allah Teala'nın rızasını her türlü sevgi ve bağlılığın önünde tutabilme şiarı olarak hicret kötülükleri terk, iyilikleri talep etmektir. Hicret imanın sonucu, cihadın takdimidir! Gerek sembolik düzeyde gerekse eylem düzeyinde berrak bir akideye, temiz bir ahlaka, salih bir amele sahih bir yönelişe hicret ederek ulaşabiliriz. "

Seminer dinleyicilerin yaptıkları katkıların ardından sona erdi.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi