Suriye'nin değerlileri yaşamını yitirirken değersizleri imajlarını korumaya çalışıyor! Katil Esed, Suriye'de demokratik seçimler yapılıyor intibaı uyandırmak için seçim kampanyaları ve seçim çalışmalarını dostları marifeti ile basında yer ettirmeye çalışırken hayat tevafuklar üzerinden bize tarihi ve gerçekleri yeniden hatırlatıyor. Taha Kılınç YeniŞafak'taki köşesinde "Anlamlı tevafuk" başlığı ile yazdığı yazısında Suriyeli kimi isimleri yeniden hatırlatarak Esed'in anlamsız çabalarını açığa çıkarıyor.
"
Suriye Meclis Başkanı Hammûde Sabbâğ, önceki gün (19 Nisan) yaptığı açıklamada, 26 Mayıs 2021’de düzenlenecek devlet başkanlığı seçimleri için resmî sürecin başladığını duyurarak, aday olmak isteyenlerin 28 Nisan’a kadar Anayasa Mahkemesi’ne başvurabileceğini belirtti. Sabbâğ’ın hatırlattığına göre: Suriye Anayasası’nın ilgili maddeleri, son 10 yılı kesintisiz biçimde ülke topraklarında geçiren, 40 yaşını doldurmuş, yabancı biriyle evli olmayan ve ikinci bir ülkenin de vatandaşlığını taşımayan her Suriyelinin, devlet başkanlığı için adaylığını koyabilmesine imkân tanıyor. Devlet başkanının Müslüman olması ve parlamentodaki en az 35 vekil tarafından adaylığının desteklenmesi de diğer şartlar.
Kâğıt üzerinde her şey ne kadar güzel. Eğer Suriye’de, Esed ailesi ve destekçilerine rağmen hiçbir şeyin yapılamadığı gerçeğini bilmeseydik… Şimdiye kadar düzenlenen sözde seçimleri, hep aynı kişiler aynı astronomik oranlarda kazanmasaydı… Sözünü ettiğimiz ülke, İran ve Rusya’nın fiilî işgali altında bulunmasaydı… Yüz binlerce insan ölmüş ve milyonlarcası da yerlerinden edilmiş olmasaydı…
40 yıldan fazla bir süredir üzerine kâbus gibi çöktüğü bir ülkede kafasına estiğini özgürce yapan bir rejimin, bu türden gülünç seçim parodilerine aslında ihtiyacı yok. Ama yine de “demokratik ülke” tablosu çizmek, yöneltilen eleştirileri karşılama adına işlerine geliyor. Gerçi uluslararası sistemdeki korkunç çelişkiler, dünyanın her yerinde haksızlıkların sürmesine hizmet eden ikiyüzlülükler ve çok sayıda odağın sınırsızca keyfini sürdüğü bunca hesap verilmezlik arasında, Suriye rejimininki de pek sırıtmıyor. Herkesin tenceresinin dibi, diğerininkinden daha kara.
Şam’da bu trajikomik tiyatronun sergilendiği saatlerde, Fransa’nın başkenti Paris’teki gözlerden uzak bir hastanede, 81 yaşında bir adam son nefesini veriyordu. Suriye muhalefetinin en tanınmış isimlerinden Mişel Kilo, yakalandığı koronavirüs neticesinde dünyaya gözlerini yumarken, ardında dikkat çekici bir iz de bırakıyordu.
Suriyeli Hristiyan azınlığa mensup olan Mişel Kilo, 1940’da sahil şeridindeki Lazkiye kentinde dünyaya geldi. Babası, kültürlü ve kitap okumayı çok seven bir polis memuruydu, oğlunu da tam bir kültür adamı olarak yetiştirdi. Mısır ve Almanya’da gazetecilik eğitimi alan Mişel Kilo, ülkesine döndükten sonra bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan da tercüme faaliyetleriyle ilgilendi, çok sayıda önemli kitabı İngilizce ve Arapça’ya çevirdi.
Hâfız Esed’in 1970’te yönetimi ele geçirmesiyle birlikte, Suriye’deki birçok entelektüel ve gazeteci gibi Kilo için de atmosfer ağırlaşmaya başladı. Rejime yönelik eleştirileri ve daha fazla hürriyet talebini içeren yazıları nedeniyle ilk kez 1980’de hapishane ile tanışan Kilo, sonrasında birkaç kez daha benzer cezalara çarptırıldı. 2011’de halk ayaklanmaları başladığında, barışçıl gösterilere desteğini açıklayan Kilo, Suriyeli Hristiyanların kâhir ekseriyetinin aksine, muhaliflerle birlikte hareket etti.
Suriye halkının azmine, birlikte yaşama isteğine ve hürriyet sevdasına inancını hep koruyan Mişel Kilo, ülkesinin özgürlük taleplerinin uluslararası sistemin ikiyüzlülüklerine ve büyük devletlerin menfaat çatışmalarına kurban edildiğini de görüyordu. Ölümüne iki haftadan az bir süre kala, Paris’teki hastane odasında kaleme aldığı “Suriyelilere…” adlı açık mektupta, özellikle genç nesillerin uyanık olması gereken noktalara ve muhtemel risklere işaret ederek, yapılan yanlışlardan ders almanın önemine dikkat çekiyordu.
Mişel Kilo’nun 19 Nisan’daki ölümünün Suriye’de devlet başkanlığı seçim sürecinin başladığı güne denk gelmesi, özellikle şu açıdan da anlamlıydı: Şam’da Baas rejiminin yağdanlığına soyunan Meclis Başkanı Hammûde Sabbâğ da, tıpkı Kilo gibi Hristiyan azınlığa mensuptu. Ancak iki dindaşın duruşları ve ülkelerine bakışları arasındaki fark, doğuyla batı arasındaki mesafe kadardı. Biri çürümüş bir rejime kendisini siper ederken, diğeri çok sevdiği ülkesinin hak ettiği seviyelere gelmesi için verdiği uzun bir mücadelenin sonunda, gurbette ölümü tadıyordu.
Geçen cumartesi bu köşede, Bosna Hersek’te kendi zalim ırkdaşlarına karşı mazlum Müslümanlarla birlikte hareket eden Sırp komutan Jovan Divjak’ı anlatmış, onu ta Medineli Yahudi Muhayrik’ten günümüze devam eden bir geleneğin temsilcisi olarak tanıtmıştım. Bugün, Mişel Kilo’nun ölümü üzerinden, aslında aynı hikâyenin devamını yazmış oldum. Hesaplamadan gerçekleşen, anlamlı bir tevafuk oldu."