Anlamaya Çalışan Sadakat
Asım Öz / Haberiyat
Mevdudi, Türkiye’de 1950’lerin ikinci yarısından itibaren eserleri bilinen ve sonraki on yılda Türkçe’ye tercüme edilmeye başlayan isimlerden biri. Esas olarak ise 1970’lerden itibaren kalıcı etkilere sebep olmaya başladığı söylenebilir. Mevdudi, tercümelerin oluşturduğu fikri iklimle birlikte şu ya da bu biçimde çeşitli polemiklere konu olsa da fikri bir incelemeye tabi tutulamamıştır uzun yıllar boyunca. Hakkında yalnızca iyi şeyler söylenmedi, pek çok hüküm de verildi, öyle ki bazılarının eteğindeki taşlar tükenmek bilmedi. Bu ise karşı bir hamleyle hakkında devamlı surette iyi şeyler söylenmesini beraberinde getirdi. Oysa sürekli methedilmenin yanlış olduğunu ihsas ettiren bir patikanın kurucularındandı kendisi.
Doksanlı yıllardan itibaren makaleler düzleminde kaleme alınan ufarak yazılara daha kapsamlı tercüme makalelerin eklenmesiyle bir miktar da olsa düşünceleri belli bir bağlama oturtulabilmiştir. Mevdudi’nin hayatının ve fikirlerinin bütünlüklü olarak ele alınması ise ancak 2000’ler ve sonrasında yayımlanan kitaplarla gerçekleşecektir. Bir nevi basmakalıba dönüşen yaklaşımlara nazaran son derece ciddi çalışmalardı bunlar. Sözgelimi S. Vali Nasr imzalı Mevdudi ve İslâmî İhyanın Teşekkülü bugün dahi önemi gerektiği ölçüde anlaşılamamış kitaplar denildiğinde ilk sırada anılmayı hak edecek niteliktedir. Elbette bu kitaba yazarın politik konumlanışı nazarı itibara alınarak 1960’ların sonundan itibaren Batı’da revaçta olan bir ilkeyle karşı çıkılabilir: “Her bilme bir iktidardır, bilmenin otoritesini alaşağı edelim.” Gelgelelim buna rağmen kritik birtakım tespitler için geçici süreyle de olsa bu ilkeyi askıya almanın faydası yadsınamaz.
ISLAHATÇI BİR DÜŞÜNÜR
Mevdudi sadece Türkiye’de değil Arap dünyasında da etkili olmuş isimlerden. Belki küresel İslâmî uyanışın öne çıktığı 1960’lardan itibaren eserleri yaygınlık kazanan birkaç figür arasında olmasının da etkisi var bunda. Burada bahsettiğimiz bağlamı anlamak için de çeşitli eserlere yönelmek gerekebilir. Bu yıllarda neler olup bittiğini bir kenara bırakarak, son günlerde Katar kriziyle birlikte tekrar gündeme gelen Yusuf el-Karadavi’nin Türkçe’ye yeni tercüme edilen Mevdudi konulu eserine odaklanmak yararlı olabilir. Kendi tarzında, farklılık, özellik ve etkilerini nazarı itibara alarak Mevdudi’ye yönelen el-Karadavi’nin eserinin adı Bir Düşünür Olarak Mevdudi. Bir giriş kitabı olarak düşünülen kitap, önsöz yanında “Bir Düşünür Olarak Mevdudi”, “ Bir Islahatçı ve Davetçi Olarak Mevdudi”, “Mevdudi’nin Düşüncelerini Eleştirenler ve Eleştiri Sebepleri”, “Mevdudi’nin Düşüncelerine Bütüncül Bakış” olmak üzere dört bölümden oluşuyor.
Aslında eserin bu adı içeriğini tam manasıyla yansıtmıyor. Zira düşünürü, daha ziyade soyut meselelerle içli dışlı olmak ve tartışmalı konular içinde boğulmak bağlamında ele alan el-Karadavi, Mevdudi’nin salt bir düşünür değil, ıslahatçı bir düşünür olduğu kanaatindedir. Buna göre ıslahatçı düşünür, “toplumun sorunları ve bunların kökenleriyle ilgilenendir. O toplumun içindeki hastalığın gizlendiği yerleri ve nasıl bir çare sunacağını iyi bilir.” Meseleyi bu açıdan kavrayan el-Karadavi, ıslahatçı düşünürün ayırt edici vasfının ümmetin dertlerinin gerçeğine basiret gözüyle nüfuz edişi olduğunu belirtir.
2012’de kaleme aldığı bu makale hacmindeki kitabında el-Karadavi, Mevdudi’nin fikri güzergâhını doğru anlamak istiyorsak birtakım büyük hadiselerin göz önünde tutulması gerektiğinin altını çiziyor. Sömürgeciliğin askeri, siyasi ve fikri olarak İslâm âlemini ele geçirmesi, Osmanlı hilafetinin yıkılması ve Batının galip gelmesiyle neticelenen bir süreçtir bu. Haliyle Mevdudi, el-Karadavi’nin de ifade ettiği üzere gelenekçi, hurafeci, Batıcı, mazeretçi, savunmacı yahut özür dileyici, sünnet inkârcıları ve Kadıyanilik başta olmak üzere birbiriyle tezat halindeki yaklaşımların egemen olduğu bir toplumsal ve siyasal iklimde yaşamıştır. El-Karadavi, çelişkilerle, çatışmalarla dolu bu sisli ve bulanık ortamda onun kendine has hususiyetlerini şu cümlelerle belirginleştirir: “Mevdudî tüm yazdıklarında atlı bir akıncı ve keskin bir kılıç gibiydi. İnandığını söyler, kanaat getirdiği şeyleri ilan eder ve hak olduğuna inanırdı. Allah uğruna hiçbir kınayıcının kınamasından ve laik, taklitçi, batıcı veya azıtmışlar içerisinden hiçbir zalimin saldırmasından korkmazdı.”(s.8)
ELEŞTİRİLER VE TARTIŞMALARININ GÜNCELLİĞİ
Hemen girişte Mevdudi’ye dönük eleştirilerden bahsettik. Yusuf el-Karadavi, değişik kişi ve cemaatlerin eleştirileri noktasında önemli bir tespitte bulunuyor: “Mevdudi’nin düşünce ve davetine kısmî veya bütün olarak muhalefet etmede birleşseler de amaç ve yöntemleri, usul ve kaynakları birbirinden farklıdır. Mevdudi’yi eleştirenlerin çoğunun Hint kıtasının dışında olmayıp içinden olması da mânidardır.”(s.14) Bilindiği üzere Türkiye’ye de intikal etmiştir bu eleştirilerden bir kısmı. Sözgelimi Ebu'l Hasen Ali En-Nedvi, Mevdudi’nin Kur’an’a Göre Dört Terim kitabını İslâm’ın Siyasî Yorumu adını taşıyan eserinde eleştirir. Bu eser, aynı zamanda, tenkit ahlakının nasıl olması gerektiğinin de timsallerindendir. Nitekim el-Karadavî, kitabının üçüncü bölümünde bu esere de değinir. Nedvî’nin Nedvetü’l Ulemâ (Ulemâ Cemiyeti) tarafından neşredilen el-Baas el İslâmî (İslâmî Diriliş) dergisinde Mevdudi’nin vefatından duyduğu üzüntüyü de aktarır. Mevdudi’nin ise, Nedvi’nin eleştirilerini sıcak bir biçimde karşıladığını, kendisine teşekkür ettiğini, keşke yazdığı kitapların tümü hakkında kanaatlerini ifade etmiş olsaydı diye temennide bulunduğunu da. Zira “ilimde büyük olmaz, mümin kardeşinin aynasıdır ve Müslümanlar da birbirine nasihat eder.”(s.97)
Mevdudi düşüncesinin temel özelliklerine de temas eder Yusuf el-Karadavi. İlk özellik çerçevesinde, onun bir bütün olarak İslâm’a bağlılığını zikreder. Sonra kendi çağına, çağının sorunlarına ve fikri akımlarına vakıf oluşuna değinir. Ardından da Batının liberal ve sosyalist yorumlarıyla yüzleşerek hesaplaştığına dikkat çeker. Bu yüzleşme eyleminde, Batı uygarlığının İslâm medeniyetiyle ayrı düştüğü, laiklik, milliyetçilik ve demokrasi kavramları daha çok öne çıkacaktır. Batılı fikirler ve akımlar karşısında savunmacı bir yaklaşım geliştirmekten uzak oluşunu ise İslâm’ı bütünlüklü bir şekilde kavramış oluşunu özellikle vurgular. Hicab, Faiz ve İslâm iktisadı konusunda yazdıklarına dikkat çeker. Ekonomi bağlamında Mustafa Sıbai’nin İslâm Sosyalizmi yahut Muhammed Gazali’nin İslâm ve Sosyalist Yöntemler adlı eserlerinde yapmış oldukları telifçi yaklaşımları benimsemeyişini de kaydetmeden geçmez. Gelgelelim el-Karadavi, Mevdudi’nin Batı ile yüzleşmede gösterdiği farkçı ve tümden karşıtlık temelindeki yorumlarına katılmaz. Hatta onun yumuşaklık ve esneklikten uzak olan sert çizgisini, düşünürün “tek ayıbı”(s.34) olarak değerlendirir.
Karadavi’nin Mevdudi’nin düşünce düzlemindeki sert yorumları sadedinde, demokrasiyi reddedişi üzerinde, Cemaati İslâmî’nin Pakistan’daki pratiğini göz ardı etmeden daha detaylı bir biçimde durmuş olması, eserin yayımlandığı yıl (2012) dikkate alındığında birtakım başka yorumların yapılmasını da mümkün kılabilir. Hatta kitabın son kısmında tartışılan hakimiyet meselesi de bu bağlama dahil edilebilir. Zira müellif Arap dünyasında yorumları ve verdiği fetvalarla oldukça etkilidir. el-Karadavi’ye göre, Mevdudi’nin demokrasiyi sert bir dille eleştirerek reddetmesinin altında yatan temel sebep, demokrasinin felsefi kökenlerinden hareketle, bu kavramın Allah’ın hükmüne karşı halkın hükmü şeklinde anlaşılmasıdır. Oysa ona göre bu mesele, yöneticilerin seçilmesi, sorgulanması ve gerektiğinde yöneticilikten düşürülmesinden başka bir şey değildir. Buna göre demokrasi, diktatörün yani birin hükmüne karşı halkın/çoğunluğun hükmünün esas alınmasıdır. Müslüman toplumda demokrasi, egemenliğin şeriata ait olmasıyla sınırlıdır. Aslında bu yaklaşımlar son yıllarda İslâmcı düşünürlerin sıkça dile getirdiği hususlardır ve bir bakıma Körfezden Mağribe kadar yaygınlık kazanmış durumdadır.
Karadavi, demokrasi ve seçimler konusunda Mevdudi’nin görüşlerinin pratik boyutunu ele alırken, Cemaati İslâmî’nin 1957 yılında seçimlere katılma konusunda yapmış olduğu bir toplantıyı gündeme getirir. Söz konusu toplantı saatlerce sürecek ve 935 üyeden oluşan katılımcıların 920’si Mevdudi’nin görüşlerini benimseyerek seçimlere katılım yönünde kanaat belirtecektir. Sonra seçim ve demokrasiyi reddeden 15 üye Cemaati İslâmî’den ayrılacaktır. Ardından ise gerek Mevdudi gerekse Cemaati İslâmî Pakistan’daki pek çok seçime, el-Karadavi’nin tabiriyle “demokrasi eylemine” katılacaktır.
İSLÂM TARİHİNE YAKLAŞIM VE FİKRİ GELİŞİM
Bana göre kitabın son iki bölümü yeni tartışma alanlarına kapı aralaması yönüyle hayli kıymetli. Zira amacı yalnızca kitabın temel problematiğini açık bir şekilde görmeye çalışacaklar açısından da bunun böyle olacağı kanaatindeyim. Bahsettiğim bölümlerde Mevdudi hakkında Arap dünyasında yapılan eleştirilerden de kesitler sunar el-Karadavi. Bu bağlamda Muhammed Imara’nın eleştirileri üzerinde durulmayı hak ediyor. Imara, Mevdudi’nin Müslümanların tarihini ve medeniyetinin tamanını içine alacak şekilde cahiliye ile nitelemesini abartılı ve riskli bulur. Mevdudi’nin, Hilafet ve Saltanat kitabıyla İslâm’da Hükümet kitaplarında belirginleşen tarih ve toplum telakkisinin eleştirisi bir bakıma Türkiye’de 1990’lardan itibaren yaygınlık kazanan değerlendirmelerle örtüşür hatta benzeşir. Çünkü Müslümanların tarihinin çok sert bir biçimde eleştirisi, Müslümanlar arasında karamsar bir bakış açısının yagınlık kazanmasına sebep olmaktadır. Buradan hareketle el-Karadavi, İftira Atılmış Tarihimiz adlı eserinde tarihi tecrübemiz hakkında başta Mevdudi olmak üzere kötümser yorum yapanların hatalı olduklarını belirtir. Burada ilginç bir karşılaştırma da yapar: Mevdudi’nin İslâm medeniyeti hakkında yazdıklarına hakim olan ruh ile Mustafa Sıbai’nin kaleme aldıklarını. Ona göre Sıbai daha iyimser bir ruh sunar, bir bakıma mirasımızın aydınlık boyutlarından hareketle umudu canlı tutar. Ne var ki Mevdudi, Kurtuba, Bağdat, Delhi, Kahire şehirleri yanında Abbasiler ve Selçukluları eleştirerek karamsarlığa yol açar. Elbette el-Karadavi, burada sadece Mevdudi’yi eleştirmez. İnsaflı bir yaklaşımla, tarihimiz hakkında sahte bir izlenim oluşturmada, Müslüman tarihçilerin, hadis alimlerinin ve edebiyat tarihçilerinin de sorumluluğu bulunmaktadır.
Gelgelelim Müslümanların tarihi hakkında karamsar yorumlarda bulunan Mevdudi kitaplarında, makalelerinde, konferanslarında ve hutbelerinde tarihsel tecrübemiz hakkında olumlu yorumlar da sunar. İslam davetinin yayılmasının akabinde öne çıkan krallıklar dışında çok sayıda salih ve takva sahibi hükümdarın bulunduğunu itiraf eder. Hatta İslâm tarihinde bolca bulunan salih ve takvalı hükümdarlara hayranlık duyduğunu da belirtme gereği duyar. Yusuf el-Karadavi, onun bu yaklaşımlarından hareket ederek, Mevdudi’nin düşüncelerini gençlik ve olgunluk dönemi şeklinde ele alabileceğimiz bir ayrıma tabi tutar. Buna göre Mevdudi, bazı kitaplarını Hindistan’ın henüz bölünmediği, Pakistan’ın kurulmadığı, kendisinin olgunlaşmadığı hararetli gençlik yıllarının coşkusuyla kaleme almıştır. Sözgelimi çokça tartışılan İslâm’da İhya Hareketleri adlı risalesi 1940’ta Furkan dergisinin Şah Veliyyullah Dehlevî anısına hazırladığı özel sayısında yayımlanan uzun bir makaledir.
Anlaşılan o ki Yusuf el-Karadavi, Mevdudi’nin eserlerini birkaç tema etrafında dikkat ve titizlikle okumuş ve bu eserine yansıtmıştır. Öne çıkardığı meseleler bir yana şu tavsiyesi herkesin kulağına küpe olacak niteliktedir:
“Yazdığı bütün eserlere bakmadan Mevdudi’nin herhangi bir kitabının bir yerinde zikrettiği bir görüşüne bakarak onun hakkında hüküm verilmemelidir. Zira bir kitapta genel olarak belirttiği bir hususu başka bir kitapta sınırlayabilir, bir risalede genelleştirdiği bir konuyu başka bir risalede özelleştirebilir ve bir konferans veya hutbede özet olarak verdiği bir meseleyi başka bir konferans, kitap veya makalede tafsilatlı anlatabilir.”(s.105)
Zannediyorum ki burada aktarmış olduğumuz pasajlardan hareketle el-Karadavi’nin Bir Düşünür Olarak Mevdudi kitabında insaf sahibi bir araştırmacı olduğu söylenebilir. Bundan dolayıdır ki, hafıza ödevini sadakatle yerine getirmektedir. Fakat bu demek değildir ki, kendisinin tüm yorumlarına katılınmalıdır.