KCK operasyonu konusunda bir yazı daha yazmaya niyetli değildim, ama Başbakan'ın ısrarla aynı cümleleri kurmayı sürdürmesi ve başdanışmanlarından Yalçın Akdoğan'ın demeci birkaç sözü daha hak ediyor.
Erdoğan geçen gün "KCK'ya sahip çıkan arkadaşların kendilerini gözden geçirmeleri lazım" demişti. Rize'de de gazeteci sorusuna verdiği yanıtta da "KCK'yı iyi tanımanız lazım. İyi tanımıyorsanız ehlilerinden iyi öğrenmeniz lazım" diye uyardı. Akdoğan ise herhalde kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla, belirli noktaları yeniden vurgulama ihtiyacı hissetti: "KCK'nın faaliyetlerini masum, legal, siyasal çalışmalar gibi görenler yanılmaktadır... Hükümet, terörle mücadele adına yapılması gereken neyse onu yapmaktadır." Ayrıca Akdoğan, örgütün sivil siyasetin alanını daralttığını da belirterek, kamuoyunu 'devlete hakaret' etmektense terör örgütüne eleştiri getirmeye davet etmiş.
Muhakkak ki memlekette KCK'yı hoş görmeye eğilimli, her fırsatı hükümeti yıpratmak için kullanan çevreler de var. Ancak bunlar hep vardı ve hükümeti de hiçbir şekilde rahatsız etmiyordu. Çünkü bu tavrın epeyce marjinal kaldığı ve meşruiyetinin olmadığı çok açık. Oysa şu anda değişik bir tablo var: KCK konusunda anlamlı eleştiriler bizzat bu hükümeti desteklemiş olan insanlar tarafından yapılıyor ve özellikle söz konusu operasyonların meşruiyetinin sağlama alınmasını talep ediyor. Ne var ki hükümet adına konuşanlar bu yeni durumu görmezden gelmeyi reddederek kendilerini giderek daralan bir söyleme sıkıştırmayı tercih ediyorlar. Nitekim sürekli aynı minvalde cümlelerin tekrarlanması da bu sıkışmanın göstergesi.
Başbakan'ın sözleriyle başlarsak, birincisi KCK operasyonunun yürütülme biçimini eleştirenler KCK'ya sahip çıkan insanlar değiller... Böyle bir değerlendirme haksızlığın ötesinde, gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmayı ima ediyor. Çünkü söz konusu eleştiri, Terörle Mücadele Kanunu'nun gizlilik ilkesinin bu operasyonda işlevsel ve inandırıcı olmamasıyla, dolayısıyla operasyonun meşruiyet zeminini yıpratmasıyla bağlantılı. Anlaşılan o ki, hükümet kamuoyundan Ergenekon sürecindeki 'kabullenici' tavrını bu operasyonlara ilişkin de sürdürmesini bekliyor. Ancak arada çok önemli bir fark var: Ergenekon darbe yapmak üzere oluşturulmuş bir gizli örgüt. Bu nedenle tutuklamaları gizlilik bağlamında yapmanın, örgütü deşifre etmek açısından bir işlevi var. Bırakın ki ilkesel bazda ele alındığında, gizliliğin Ergenekon tutuklamalarında bile kişi özelinde hak ihlallerine neden olma ihtimali yüksek. Ama KCK operasyonunda gizlilik neredeyse mizahi bir durum... Çünkü KCK gizlilik peşinde olmak bir yana, ille de kendisini görünür kılmak isteyen, 'sözleşmesini' internetten yayınlayan, halka çağrıda bulunan, mahkemeler düzenleyip sonucunu kamuoyuna bildiren, örgütlenme ağını göstere göstere genişletmeyi hedefleyen bir teşkilatlanma. Yani ortada gizli hiçbir şey yok... Bu durumda gizlilik ilkesini sürdürmek, aslında suçlanma ihtimali olmayan kişilerin de suçlanmasını mümkün kılabilir. Başbakan'ın "iddianame yazıldığında her şey ortaya çıkacak" türünden cümleleri ise bir siyaseten yanlış. Çünkü Başbakan'ın savcının yazacağı iddianameyi önceden bildiğini ortaya koyuyor. Yine Erdoğan'ın "KCK'yı tanımayanlar işi ehlilerinden öğrensinler" sözü de kabul edilebilir nitelikte değil. Çünkü gizlilik tam da bu 'öğrenmeyi' engelliyor. Üstelik 'işin ehlileri' denen kurumların sicili de son derece bozuk. Gazeteler kolluk kuvvetlerinden mahkemelere uzanan yargı sürecinde, insanların hayatlarının nasıl karartıldığı haberleriyle dolu.
Akdoğan'ın çıkışının böylesine zayıf temellendirilmesi ise hayal kırıklığı yaratan cinsten. Çünkü mesele KCK'nın ne olduğu değil, hükümetin ne yaptığı. Şu an yükselmekte olan eleştiri, KCK'yı masum veya legal göstermeye niyetlenmediği gibi, PKK'yı uzunca bir süredir zaten eleştirenler tarafından seslendiriliyor. Yani Akdoğan bilerek veya bilmeyerek hedef yanıltması yapmakta. Bu tavrın siyasi dile tercümesi, "bizi eleştirenler KCK'yı desteklemiş olurlar" türünden ancak otoriter rejimlerde görülen bir eğilimi akla getiriyor. Nitekim Akdoğan'ın "hükümet terörle mücadele adına yapılması gereken neyse onu yapmaktadır" sözü de bu kanaati besler nitelikte. Yani hükümetin eksiksiz biçimde doğruları yaptığına kendiliğinden ikna olmamız mı isteniyor? Gizli olmayan bir örgütün mensupları gizlilik ilkesine sığınılarak yığınlar halinde tutuklanacak ve kamuoyu hükümetin basiretine güvenerek cehalete razı mı olacak?
Toparlayalım... Kimse KCK'yı savunmuyor. KCK'nın kabul edilemez bir örgütlenme olduğu ve devletin bununla hukuk çerçevesinde mücadele etmesi gerektiği açık. Ancak karşımızda gizli olmayan, olmak istemeyen, ayrıca yargıdaki gizlilik sayesinde kendi meşruiyetini pekiştiren bir örgüt var. Bu durumda hükümetin bu tutumunu sürdürmesinin anlamı nedir? Sağduyu eksikliği mi? Yoksa gizliliği özellikle istemesi mi? Geçmişte bu tür sorular açıkça sorulmazdı. Ama şimdilerde vatandaş sayısı epeyce arttı...
ZAMAN