Giriş konuşmasında Yılmaz şunları ifade etti; Değişken bir dünyada yaşıyoruz. Dünya sürekli sosyal, siyasal, toplumsal dinamiklerini değiştiriyor. Doğal olarak sivil toplum ve cemaatler de bundan etkileniyor. İstikamet değişmedikçe sosyal grupların hareketlerindeki değişiklikler bir tutarsızlık olarak görülmemeli. Çünkü değişkenler değiştikçe değişkenlere bağlı pozisyonlar da değişiyor.
Türkiye’nin siyasi tarihi içerisinde iktidarların toplumsal politikalarını kısaca özetleyen Yılmaz Demokrat partiye kadar olan dönemin daha baskıcı olduğu, Demokrat parti sonrası daha özgür ortamların elde edilmeye başlanmasıyla hareketliliğin başladığını, Refah partisi dönemi ile cemaatlerin bugünkü anlamıyla örgütlenmeye başladığı ve İslami yapıların siyasi parti ile yakın temasından ötürü tartışmaların yaşandığı bir süreç olduğunu vurguladı.
Ak parti döneminde ise olayın farklı bir boyuta taşındığı, bu sürecin kırılma noktaları içerdiği, Devletin ve İslami yapıların birbirlerini yakından tanıma fırsatı elde ettiklerini, bu dönemin aslında taraflar için birbirlerini test ettikleri deney ortamı olduğunu ifade ederek sözü Ramazan Yelkene takdim etti.
Yelken sözlerine kavramsal bağlamın netleştirilmesi üzerine vurgu yaparak başladı. Yelken sözlerine şöyle devam etti; Muğlak olan kavram, Cemaat kavramıdır. Aslında herkes bir cemaate mensuptur. İçerisine doğduğumuz ilk cemaat ailedir. Sosyolojide bir tanım vardır. “İnsan toplumsal bir varlıktır.” Aslında bu tanım “İnsan cemaatsel bir varlıktır.” manasına gelir. Cemaat en temel toplumsal formdur. Cemaate savaş açmak demek sosyolojiye savaş açmak demektir.” diyerek cemaat kavramını açtı.
Cemaat kavramını ayrıntılı olarak açıklayan Yelken şunları kaydetti; Cemaat ‘bizler’ diye oluşturduğumuz bir ilişki biçimidir. Cemaat, senli-benli ilişki biçiminin olduğu bir networktür. Cemaatin dışındakiler ise ‘sizler’dir. Sizler bizlerle kaynaştığı ölçüde toplum oluşur. Problem cemaatlerin varlığı değil, asıl problem ötekileştirmeye başlandığı zaman ortaya çıkıyor. Aile bizim kimliğimizin en alt katmanını oluşturuyor. İçerisinde yaşadığımız toplum bize kimliğimizin ikinci katmanını veriyor. Daha sonra daha evrensel formlarla tanıştıkça kimliğimizin üçüncü katmanını oluşturuyoruz. Senli-Benli ilişki biçiminin 3 farklı formu vardır:
1) Kan bağından oluşan cemaatler, 2) Aynı ortamı paylaşmaktan oluşan cemaatler, 3) Aynı fikri paylaşan cemaatler. Bugün konuştuğumuz dini cemaatler, fikir temelli Cemaatlerinin küçük bir boyutunu oluşturuyor.
Osmanlıda dine dayalı bir millet sistemi vardı. Cumhuriyetle beraber bu sistem yıkılarak yerine Ulusa dayalı bir millet sistemi geldi. Burada dini cemaatlerin yasaklanması ile mevcut toplumsal yapılar yeraltına itildi. Kamusal alandan dışlanan varlıklar kendini bir şekilde var ederler. Baskı her zaman için farklı savunma mekanizmaları oluşturur. Ak Parti ile elde edilen bir özgürlük alanı var. Bu sürece kadar darbeler yaşandı. Darbeler sadece iktidarlara yapılmaz. Darbeler aynı zamanda kamusal alanı düzenlemek/yeniden dizayn etmek için yapılır. Biz sürekli darbe yemekten bir türlü erginleşemiyoruz. Ak Parti döneminde sağlanan özgürlük ortamından ötürü cemaatler yer altından kamusal alana çıktılar. Fakat burada cemaatler sivil alanda kendi ilkeleri ile var olmak yerine iktidarın nimetlerinden faydalanarak var olmayı tercih ettiler. Bu duruma Cemaatlerin Sivilleşememesi Problemi diyebiliriz.
Prof. Dr. Ramazan Yelken bu girişten sonra sözü S. Bülent Yılmaz’a bıraktı. Yılmaz kısaca Devlet ile Cemaat yapılarını karşılaştırdı. “Mevcut cemaatler için Cumhuriyet bir milattır. Baskıcı bir ortamın olmasından dolayı cemaatler içe dönük yapılar olarak ortaya çıktı. Ak Parti ile ortaya çıkan özgürlük alanı ilk defa iki yapının birbirlerini sınadıkları bir ortama dönüştü. Ama aynı zamanda İslami yapıların da bazı şeylerinin sorgulamasına sebep oldu. Sorgulanan şey İktidar/Devlet ve onunla kurulan ilişki değil aynı zamanda yapılar kendi kuruluş paradigmalarını, metodolojilerini de sorgulamaya başladılar. Bu yeterli değil ama sürecin başlaması açısından önemli. Buradaki yapıların ortak özelliği iktidar merkezli olarak güç temerküz etmek, nicelik ve nitelik olarak büyümektir.
Devlet ise pragmatist bir varlıktır. Devlet çıkarlarla, ilişkilerle yönetilir. Devlet müesses bir yapıdır. Toplumun düşüncesini belirler. Devlet ve Cemaat ontolojik olarak uzun süre beraber olamazlar. Devlet bir yapıya vefa duymaz. Çıkar dengeleri değişince yayan kalan taraf STK/Cemaattir. Güçlü olan taraf devlettir. Devlet kendisini STK ya, Cemaate göre değiştirmez. Devlet STK’dan hep itaat ve destek bekler.”
Tekrardan sözü alan Ramazan Yelken Cemaat ve Devlet üzerine bazı tespitler yaparak devam etti. “Bugün cemaat meselesi yanlış cepheden tartışılıyor. Cemaatlerin doğru bilgiye inanıp inanmadığı tartışılıyor. Bu usul doğru değil. Fakat bu durum kültürümüz kökeninden geliyor. Fırka-i Naciye yani kurtarılmış cemaat olgusu. Kötü giden şeylerin birçoğu bu anlayıştan kaynaklanıyor. Bugünkü cemaatlerin temel problemi de bu. Hepsi hakikatin gerçek temsilcisinin kendisi olduğuna inanıyor.
Toplumsal hayatı üçe ayırabiliriz: 1)Ekonomik alan 2) Siyasal alan 3) Sivil alan. Bu 3 alanın örgütlenme biçimi farklıdır. Sivil alanda bilim, sanat, hukuk üretmesi gereken varlıklar kendilerini mutlak doğru olarak gördükleri takdirde siyasal alana da ekonomik alana da sahip olmak isteyeceklerdir çünkü dünya onlara emanettir. Böyle despotik varlıklar üreten toplumlar sivilleşemezler.
Cemaatlerin devletleşmesi mümkün değildir. Cemaat de örgütlü bir yapı olsa da devlet kamunun bütün kesimlerine hizmet üreten ve meşruiyetini kamudan alan bir mekanizmadır. Bütün devletler meşruiyetini aramak zorundalar. İktidarlar meşruiyetlerini sağlayamadıkları takdirde varlıklarını idame edemezler. Bu anlamda cemaatlerin devletleşmesi mümkün değildir. Çocuk yetiştirmeye benzeyen Devlet-Cemaat ilişkisi baskı sonucunda ortaya çıkarsa ya itaatkâr ve sünepe bir varlık oluşturur veya bu sünepeliğini güç kazandığı zaman gücünü karşı tarafın üzerinde uygulayan bir varlık oluşturur ki bu ikisi de doğru değildir. Baskı sonucu ortaya özgür bir toplum çıkmaz ve bu toplum da ne sanat üretebilir, ne hukuk, ne de etik üretebilir.”
Ramazan Yelken, Cemaatçilik kavramı üzerine tespitler yaparak mevcut durumun çözümüne dair düşüncelerini şöyle devam ettirdi;
“Cemaat ve cemaatçilik farklı kavramlardır. Bugün bizim tartıştığımız patolojik durum cemaatçiliktir. Cemaatlerin bugünkü patolojik yapıları 3 şekilde ortaya çıkıyor:
1)Cemaatin Amaç ve Hedefleri 2)Cemaatin Örgütlenme Biçimleri 3)Cemaat Üyelerinin Konumu
Cemaatlerin ekonomik alanda veya siyasal alanda örgütlenme hedefi problemlidir. Ekonomik veya siyasal alana olması gerektiği gibi girmeyip sızdığınız zaman oranın dengesini bozuyorsunuz. Doğal olarak burada cemaatlerin kendi içerisinde de bir karmaşıklık oluşuyor.
Çözüm kamusal alandan başlamalı. Burada asıl amaçlanması gereken yer sivil alandır. Devlete gücünü veren biziz. Kamusal alan sivilleşmediği sürece devlet veya cemaatler sivilleşmez.” Sözlerini sonlandıran Yelken kapanış için sözü Yılmaza bıraktı.
Yılmaz son olarak şunları kaydetti: “Geldiğimiz süreçte sonuç itibariyle Devletle Cemaat, Cemaatle Devlet ilişkisi Fayda-Şüphe sarkacında devam ediyor. İki taraf birbirinin sınırlarını ciddi bir şekilde sorgulamaya başlamışlar. Doğal olarak her iki taraf için bir iç tartışma başladığı gözleniyor. Bu tartışmalar çokça kamusal alana taşınmıyor ancak içte bu tartışmalar yaşanıyor. Hatta devletle ilişkisini dışarıya dönük hiçbir şekilde sorgulamayan devletle ilişkisini tam bir destekle devam ettiren yapılar bir taraftan da içeri de sorgulayıp tartışıyor bir nevi özeleştiri yapıyor.
Cemaatlerin birtakım sıkıntıları var; Bunlar İktidar merkezli düşünmenin hareket etmenin getirdiği problemler. İç ilişkilerinden, metodolojilerinden ve din anlayışlarında gelen problemler şeklinde sıralayabiliriz. Aynı zamanda devletin cemaatlere yaklaşımında da yaşanan problemler olduğunu söyleyebiliriz.
Cemaatlerin toplumla ilişkilerinde ciddi bir güven bunalımı hissediliyor. Tam da bu nokta da grup merkezci iktidar hedefli yapıların yerine istişareye dayalı daha sivil daha şeffaf konuşulmaya başlandığını müşahede ediyoruz. Artık yeniden düşünme zamanı. Cemaatler bir gerekliliktir hem toplumsallığın bir gereksinimi hem de Müslüman olmanın (İslami yapılar için) bir gereğidir. Biz bunu tartışmıyoruz. Şu anki yapı ve işleyişleri itibariyle hem sosyolojinin hem dünyanın değiştiğini hem müktesebatın hem de dini yorumların değişmeye başladığı bir süreçte yaşanan problemleri de dikkate alarak Cemaat-Devlet ilişkisinin yeniden yapısal ve paradigma düzleminde tartışılmasının tam da zamanı olduğunu düşünüyorum. Bu panel buna matuftu umarım azda olsa sorular sorulabilmesine zemin hazırlayan, bir arayışı tetikleyici bir program olmuştur.” Şeklinde konuşmasını sonlandıran Yılmazın ardından panel soru ve cevapların ardından son buldu.