Geçen perşembe günü çıkan yazım şöyle başlıyordu: "Son haftalarda yaşadıklarımız... zihinlerde şu soruyu uyandırıyor: 'Acaba Türkiye'de devlet kurumları içinde, bir yanda demokrasi ve hukuk devletinden yana olanlar ile bunun karşısında olanlar arasında bir mücadele mi yaşanıyor?..
' Bu soruya cevap verebilecek bilgiye sahip değilim. Ama eğer böyle ise, elbette ki, bu mücadeleden demokrasi ve hukuk devletinin galip çıkmasını diliyorum." (Zaman, 3 Temmuz)
Bu yazıyı okuyan dikkatli ve güvenilir kaynaklara sahip Ankaralı bir okurum, askeri ve sivil bürokrasi içinde cereyan eden mücadeleyi görebildiğim halde taraflarını çözemediğimden duyduğum sıkıntıyı anlamış olmalı ki, telefon etti: "Yarın İstanbul'a geliyorum, buluşabilir miyiz?" dedi. Anlattıklarını şöyle özetleyebilirim:
Asker-sivil bürokrasi içinde demokrasi ve hukuk devletinden yana olanlar ile buna karşı olanlar arasında bir mücadele olduğu kesinlikle doğru. Bu mücadelenin taraflarını aşağıdaki gibi tanımlayabiliriz.
Ankara - 1: Bu çizgide olanlar, otoriter bir Kemalizm yorumunu benimsiyorlar. Türkiye halkının gerçek anlamda bir demokrasi uygulayacak olgunlukta olmadığına inanıyorlar. Eğer demokrasi bütün kurum ve kurallarıyla uygulanacak olur, dizginler ellerinden çıkacak olursa İslamcıların (AKP diye okuyun) Türkiye'yi İran'a çevireceğine, Kürtlerin ülkeyi böleceğine inanıyorlar. Dolayısıyla, ne pahasına olursa olsun, milletin tercihleriyle çatışmak pahasına da olsa demokrasi üzerindeki bürokratik vesayetin sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorlar. Tabii, böylece ayrıcalıklarını korumak da istiyorlar.
AKP'nin iktidara gelmesinden, başarılı olup oylarını artırmasından, Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı seçmek istemesinden hiç mi hiç hoşnut olmadılar. Bunun için 27 Nisan 2007'de "e - muhtıra"yı yayımladılar, Anayasa Mahkemesi'ne baskı yaparak 367 kararını çıkardılar. Başbakan Erdoğan'ın "önce başörtüsü yasağı kaldırılırsa yeni anayasayı meclisten geçirmek daha kolay olur" diyen kimi danışmanlarına inanıp, bu konuda MHP'nin peşinden gitmesi, onlar için bardağı taşıran son damla oldu. DTP'den sonra AKP'ye karşı da kapatma davasını açtılar.
Bu çizginin, dış politika ile ilgili temel felsefesi, ulusal çıkarlarımızın süperdevlet ABD'nin çıkarlarıyla tamı tamına örtüştüğü yönünde. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney çevresiyle ve neocon'larla yakın ilişkileri var.
Ankara - 2: Bu çizgide olanlar ise Türkiye'nin güçlü olabilmesi için demokrasi ve hukuk devletinin yerleşmesi gerektiğine inanıyorlar. Askerin siyasete bulaşmasının ordunun saygınlığını aşındırdığını ve ülkenin güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü görüyorlar. Ordu içindeki darbe yanlılarından, kökleri devletin içine kadar uzanan çetelerden fevkalade rahatsızlar. Bunların tasfiyesini istiyorlar. Ergenekon soruşturmasına onlar önayak oldu. Belki en önemlisi, Türkiye'nin güçlü bir ekonomiye ve orduya sahip olabilmesi için iç barışın sağlanmasına büyük önem veriyor, devlet ile milletin barışmasını istiyorlar. Bunun için devletle muhafazakar (dindar) kesimlerin, devletle Kürtlerin, devletle Alevilerin arasının düzelmesini istiyorlar. Bu nedenle başörtüsü yasağının kalkmasından da yanalar. Ne AKP'nin, ne de DTP'nin kapatılmasını doğru buluyorlar. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesini desteklediler.
Bu çizgide olanların dış politika felsefesi, ulusal çıkarlarımızın çok-yönlü, çok-boyutlu bir dış politika izlemeyi gerektirdiği. Bu bağlamda AB üyeliği yolunda ilerler, ABD ile ittifakı sürdürürken, bütün komşularla, bütün bölge ülkeleriyle ve bütün önemli devletlerle dostane ilişkiler geliştirilmesini savunuyorlar.
Tahmin edebileceğiniz gibi, dikkatli okurum Ankara'daki mücadelenin taraflarını da isimlendirdi. Hatta, bu konuda görünüşe aldanmamak gerektiği konusunda da uyarıda bulundu. AKP konumunu sorduğumda, "Bütün vatandaşlar gibi, onlar da olup bitenleri izliyor..." dedi. Dikkatli okurumun söyledikleri tabii ki tümüyle spekülasyon olabilir, ama dikkate değer bulduğum için sizlerle paylaşmak istedim.
ZAMAN