Solgun bir maviliğin içine incecik bir pembelik dalga dalga koyulaşarak yayılıyor.
Tam tepede gümüşi bir hilal.
Gecenin geldiğini hisseden deniz hafiften mora çalıyor.
Minareleri ve kubbeleriyle şehrin zarif silueti lacivert ufkun koynuna uzanmış, zorlukla seçiliyor.
Haydarpaşa’nın kara kahverengi taş binasına, lambaların turuncu ışıkları vuruyor, taba rengi bir harmaniyeye bürünüyor istasyonun kuleleri.
İlkbahar akşamlarını hatırlatan bir neşve var havada.
Çimen ve ağaç kokularına deniz ve yosun kokuları karışıyor, onlara bir mimoza kokusu ekleniyor.
Köşebaşlarında çingene çiçekçiler.
Sümbüller, menekşeler, şebboylar...
İskeleye beyaz vapurlar gelip gelip gidiyor.
Sadece şu anı yaşayabilme, bu kokuları hissedebilme, bu şehri seyredebilme talihine erişmiş olmak bile insanı mutlu kılabilir.
Bir mutluluğun kıyısında duruyoruz.
Ama sadece kıyısında...
Bu olağanüstü renkler, kokular, çizgiler diyarı hiçbir zaman huzuru bulamıyor.
Bütün bunları ezen bir karanlık var çünkü üstümüzde.
Bir türlü dağılmayan, koyu bir karanlık.
Bu ülkede insanca yaşamamıza izin vermeyen bir karanlık.
İnançlarımızda, fikirlerimizde, duygularımızda, yaşantımızda özgür ve rahat olmamıza olanak tanımayan bir karanlık.
Ne yazık ki bu ülkenin ordusu askerlikten ziyade siyasete yakın.
Generallerimiz sanki birer politikacı.
Ülkeyi yönetmek istiyorlar.
Ve, bunu silahlarına dayanarak yapma peşindeler.
Onlara verilmemiş bir hakkı silahla almaya çalışıyorlar.
Hangi sınırda duracaklarını hiç bilmiyorlar.
Hepimizin hayatını gözetliyorlar.
Hepimizin hayatını belirlemeye uğraşıyorlar.
Bizim bugünkü manşetimizde okuyacaksınız, Eskişehir’de izlemedikleri, fişlemedikleri adam kalmamış.
Anaokullarını bile fişlemişler.
Matbaacıları, eczacıları, kursları, okulları, dernekleri fişlemişler.
Bir kısmını “dinci”, “Fethullahçı” diye izlemişler...
Bir kısmını “bölücü” diye...
Bir kısmını “solcu” diye...
Hiç kimse kurtulamamış onlardan anlayacağınız.
Çünkü hepimizden kuşkulanıyorlar.
Dindarlarımızdan, Kürtlerimizden, solcularımızdan, Alevilerimizden, demokratlarımızdan...
Asker üniforması giymeyen herkesten...
Bu ülkenin insanları, onlara göre “düşman”.
Niye düşman görüyorlar?
Niye bütün insanlardan kuşkulanıyorlar?
Niye herkese karşılar?
Niye üstlerine vazife olmayan her şeye karışmaya çalışıyorlar?
Çünkü halkın egemenliği ile ordunun egemenliği çatışıyor.
Eğer, toplum içinde bölük bölük ayrılmış bütün bu değişik inançtan, değişik fikirden, değişik ırktan insanlar biraraya gelip, “bizim işlerimize karışmayın, gidin kendi işinize bakın” dese ordunun iktidarı bitecek.
Bunu dedirtmemeye uğraşıyorlar.
Ve, en tuhafı “baskı altına” aldıkları bütün grupların içinden destek de buluyorlar.
Çünkü en başarılı oldukları konu, bütün grupları birbirlerine karşı kışkırtabilmeleri.
Medyanın desteğiyle, her grubu diğerinden “kuşkulanacak” hale getiriyorlar.
Bu kuşkunun sürmesi için de ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu fişlemelerin, gözetlemelerin, izlemelerin amacı bu.
İzledikleri, fişledikleri insanların tümüne bakarsanız, bu insanların birarada “halk” olduğunu göreceksiniz.
Hem “kuşkuları” o kadar fazla ki “kendilerinden” olan Atatürkçüleri bile fişleme listelerine almışlar.
Sürekli olarak kendi “halklarının” peşindeler.
Halkıyla böylesine ayrılmış, iki ayrı kutba sürüklenmiş bir ordu sanırım yeryüzünde az bulunur.
Halkın gücü arttıkça ordunun “siyasi” gücü azalıyor.
Onun için ikide bir darbe hazırlıkları yapıyorlar, muhtıralar veriyorlar, yargıdan yandaş bulmaya uğraşıyorlar.
Orduyu siyasetten çıkarmadan bu ülke huzur bulamaz.
Buna samimiyetle inanıyorum.
Bu ülke için “Avrupa Birliği üyeliğinin” çok önemli olduğuna inanmamın nedeni de bu.
Ancak öyle bir birliğin üyesi olmak, o birliğin kurallarını, hukukunu, demokrasisini burada uygulamak bizi bu “sultadan”, ağır baskıdan, kendi ordumuz tarafından fişlenmekten kurtaracak.
O zaman, şu bizi saran olağanüstü renklerin, kokuların, çizgilerin tadını çıkartabileceğiz.
O zaman, bizi çevreleyen bu mutluluğun içine adım atabileceğiz.
O zaman, hayattan, duygulardan bahsedebileceğiz.
O zaman, huzuru hissedeceğiz ve kendi kişisel kederlerimize, acılarımıza, neşelerimize, aşklarımıza geniş bir yer açabileceğiz.
TARAF