ANAYASA Mahkemesi’nin AKP hakkındaki kararı yayımlandı; önceki gün de Meclis’in yaptığı anayasa değişikliğini iptal eden kararı yayımlanmıştı.
Hiçbir sürpriz yok. Demokrasi, hukuk, laiklik, yasama, seçilmişlerin ve atanmışların yetkileri gibi konulardaki kökleşmiş görüşleri bilinen mahkemenin kararlarıdır bunlar.
Elbette çok tartışılacak...
Ama ben bu yazımda tekil kararları tartışmak yerine, bu tartışmalara yol açan bir sorunu ele almak istiyorum: Anayasal yargının yapısı ve ideolojisi...
Mahkeme, ne için?
27 Mayıs, Anayasa Mahkemesi’ni kurmakla çok iyi etmiş fakat bu mahkemeyi kendi siyasi ideolojisine göre kadrolaştırmakla ağır bir “anasal yargı sorunu” yaratmıştır.
Yassıada’nın Başyargıcı Salim Başol’un Anayasa Mahkemesi’ne üye yapılması, Mahkeme’nin de 1963/83 sayılı kararıyla “27 Mayıs’ı eleştirmek suçtur” diye hükmetmesi, nasıl bir yapı ve yargı ideolojisinin kurulduğunu gösteren örneklerden sadece iki tanesidir.
Bütün bilimsel literatürde anayasal yargının öncelikli görevinin kişisel hak ve özgürlükleri korumak ve tarafsız hakemlik yapmak olduğu yazılıdır...
Bizde ise Anayasa Mahkemesi kendisini kuran ‘devlet elitlerinin iktidarı’nı korumak diye tanımlanan bir işlev için kurulmuştur. Zamanla bir ölçüde liberalleşmiş ama ana işlevi değişmemiştir.
Bu konuda Ergun Özbudun, Mustafa Erdoğan, Zühtü Arslan, Levent Köker, Osman Can, Yavuz Atar ve son doktora teziyle de Ozan Ergül gibi birçok akademisyenin eserlerine bakılabilir.
Mahkeme sadece laikliğin çağdaş liberal bir içeriğe kavuşmasını engellemekle kalmamış, parti kapatma konusunda çok istekli davranarak, özelleştirmede engeller çıkararak da aşırı bir “aktivizm” yani müdahalecilik sergilemiştir. Bu durum karşısında ülkeyi yönetme sorumluluğu taşıyan “seçilmişler” eskiden beri Anayasa’yı değiştirerek bir denge kurmak için çabalamışlardır!
Dar kadro sakıncalı
Mahkeme’yi bu “aktivizm”e yönelten ‘yargı ideolojisi’nin bir sebebi hukuk eğitiminin niteliğidir, öbür sebebi Yüce Mahkeme’nin yapılanma biçimidir: Mahkeme’nin üyelerini “yargının iç mekanizmaları” ile Cumhurbaşkanı’nın tercihleri belirliyor! Bu yüzden, kaynak çeşitlenmesi çok yetersiz kalıyor. Mesela 10. Cumhurbaşkanı Sezer, resmen CHP’li ve DSP’li isimleri bile Mahkeme’ye atamakta sakınca görmemişti!
Bu mekanizmanın ‘dar kadro’ özelliği yüzünden yeni ve değişik fikirler yargıya yeterince yansımıyor. Prof. Kemal Gözler böyle bir oluşumun “Kanunların Anayasa’ya uygunluğu gibi fevkalade sofistike tartışmalar gerektiren çetin bir alanda isabetli kararlar vereceğini beklemek pek gerçekçi değildir” diyor. (Türk Anayasa Hukuku, sf. 873)
Onun içindir ki, bütün demokrasilerde anayasa mahkemelerinin üyelerinin ya tamamını veya önemli bir bölümünü parlamentolar geniş bir yelpaze içinden, yargıdan, idareden, üniversiteden seçiyor. Üye kompozisyonu zenginleşiyor, ‘oligarşik’ yapıdan uzaklaşan anayasa yargısının demokratik meşruiyeti de güçleniyor.
Bizde de öyle olmalı ama şimdi değil!
Sayın Başbakan’a ve Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum: Türkiye’nin önceliği terör ve ekonomidir; Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini kısmak ve yapısını demokratikleştirmek böyle bir aşamada, ülkede ne kadar huzur varsa onu da dinamitler!
MİLLİYET