Nihayet karşımızda somut bir anayasa paketi bulunmakta. İktidar partisinin hazırladığı kısmî anayasa değişikliği önce Meclis'te grubu olan partilere takdim edildi. Ardından medyaya, sivil toplum kuruluşlarına, meslek örgütlerine vs. anlatıldı.
Heyetin mesajı aynen şöyle özetlenebilir: "Bu bir taslaktır. Eleştirileri ve tekliflerinizi bekliyoruz." Turlar tamamlandıktan sonra tenkitler gözden geçirilecek, eleştiriler değerlendirilecek ve taslağa son şekli verilecek... Kim ne derse desin bu, medeni bir yaklaşım. "Benim bir anayasa paketim var. Buna yapılacak her türlü eleştiriye açığım, yeni teklifleri bekliyorum." demek, "Gelin şu zaruri değişikliği ortak akıl vasıtasıyla birlikte yapalım." demektir. Bu uygar tavra aynı kalite seviyesinde karşılık vermek şart. Muhalefet yaparken bile belli bir kalite çizgisi yakalamak bu ülkenin geleceği adına çok önemli. Pakete karşı çıkanlar "İtirazım var. Bu itirazlara mukabil tekliflerim de şudur." demek zorunda.
Ne yazık ki 12 Eylül darbesiyle yapılan anayasayı sonuna kadar savunan partiler var. Onlara destek veren gazeteciler de işin cabası. Bunu anlamak mümkün değil. Çünkü bu anayasayı savunmak akılla mantıkla izah edilemez. 1980'in başındaki Türkiye'nin olağanüstü haller içindeki şartları bu anayasaya yansıdı. Güvenlik krizi yaşayan, anarşiye karşı çeşitli tedbir arayışları içinde olan anayasamız zaten delik deşik edilmiş durumda. Çünkü o günkü şartlardan bireyin haklarını koruyacak bir anayasa çıkması düşünülemezdi. Üstelik 82 Anayasası hazırlanırken soğuk savaş dönemi bütün acımasızlığıyla devam ediyordu.
DARBECİLER YARGILANSIN AMA ANAYASALARINA DOKUNMAYALIM
Şu anki Anayasa'nın savunulacak neyi var? Türkiye'yi taşıyamadığı ortada. Dünyanın gerisinde kaldığı her halinden belli. Gelişmiş ülkeler arasında hâlâ anayasa tartışması yaşayan bir ülke bile yok. Çünkü bizim Anayasa'mız hem Türkiye gerçeklerinden uzak hem dünyadaki gelişmelerden. 80 model köhne bir araçla hedefine yürümeye çalışan bir ülkeye kim razı olabilir? İhtiyaca cevap verebilen bir Anayasa'mız olsaydı her dönemde anayasa değişikliği düşünülmezdi zaten. Hemen her siyasi parti anayasa değişikliği üzerinde durmuş, seçmenine yeni anayasa vaadinde bulunmuştur. Madem durum budur, o zaman anayasa tartışmalarına siyaset üstü bakmak, ülkenin temel ihtiyaçları doğrultusunda değişim sürecini makul bir şekilde yönetmek gerekiyor. Bizde maalesef her tartışma, küçük hesapların altında eziliyor. Anayasa paketi de kısır ve gereksiz tartışmalar yüzünden kamplaşmaya sebep oluyor. Üstelik bir hiç uğruna!
Bir an için olsun her şeyi bir de tersinden düşünelim; daha anayasa taslağının kapağını açmadan 'İstemezük' diyenler şu mesajı mı variyor acaba: "12 Eylül 1980 darbesi sonrasında yapılan ve o günkü olağanüstü şartların akıl dışı uygulamaları nedeniyle bireyi ezip geçerek devletin güvenliğine her şeyi feda edecek tedbirler yumağına dönüştürülmüş 82 Anayasası kıyamete kadar uygulanmalıdır." Söylenmek istenen bu mu? Darbe anayasasının bu kadar hararetle savunulmasının bir anlamı olmalı...
CHP'nin tavrı maalesef inandırıcılıktan çok uzak. "12 Eylül Darbesi'ni yapanları yargılayalım." diyerek darbecilere dokunulmazlık garantisi sağlayan maddeye sıcak baktığını söyleyen CHP, o darbecilerin anayasasına niçin sahip çıksın ki! Üstelik taslak metin ile bir zamanlar CHP için hazırlanan anayasa teklifi arasında büyük benzerlikler bulunmakta. "Darbecileri yargılayalım ama darbecilerin en büyük eseri (!) olan anayasayı sonsuza kadar yaşatalım." denebilir mi?
ÜLKÜCÜLERİN ÇEKTİĞİ ACILARI GÖRMEZDEN GELMEK
MHP'nin tavrı da MHP geleneğine uygun değil. Bu partinin tabanı, hem darbelerden çok çekti hem de yargıdaki siyasî kadrolaşmadan. Bu kadar mağdur olmuş bir partinin yeni anayasa paketi karşısındaki ürkek tavrı, CHP ile işbirliği kuşkusuna yol açmakta. Onca mağduriyete rağmen anayasa değişikliğini "Bir sonraki Meclis yapsın." demek, hayatî önemi taşıyan bir konuyu ötelemek anlamına gelir. MHP tabanı yargının nasıl mağduriyetlere sebep olduğunu, buna sebep olan kişilerin hangi siyasi şartlanmışlıkla bunu yaptığını biliyor. Buna rağmen kendi tabanının değil, bazı elitlerin yanında yer alınması yanlış bir tercihtir, ülkücülerin yıllar boyunca çektiği çileyi göz ardı etmektir...
En şaşırtıcı tepki yargıdan geliyor maalesef. Somut hiçbir gerekçe sunmadan yaptıkları eleştiriler yargının siyaset mekanizması içinde çırpındığının en açık delili. Mesela 5 kişiden oluşan HSYK, sayının artması, kürsü hâkimlerinin de seçimde etkin olması, parlamentodan da üyelerin kurum içinde yer alması gibi dünya standartlarını neden istemez? Sürekli birbirini seçerek oluşturdukları dar kadro ile ilgili şüphelerin ne kadar büyük olduğu aşikâr. Bunun devam etmesini isteyenler makul bir gerekçe sunmalı ve bu bahane dünyada örneği olan bir modele dayanmalı. Yok böyle bir şey.
Hele medya, hele medya! Daha düne kadar Anayasa'mızın çağdışı kaldığına dair söylenmedik söz bırakmayan medyamızın küçük ama hırçınlığı nedeniyle soru işaretlerine sebep olan bir bölümü 82 Anayasası'nın hamisi kesiliverdi. Sebep? Somut bir sebep yok. "Değişsin ama falan parti eliyle değil." anlamına gelen eleştirilerin inandırıcılığı olmuyor tabii ki.
Neyse ki bütün bu tartışmalar dakika dakika halkın gözü önünde cereyan ediyor. Böylece kimin ne kadar demokrat olduğu gün be gün kaydediliyor. Bu arada kendi kazanımlarından taviz vermemek için başka bahaneler uyduranların sebep olduğu ayrışma sosyal barışı tehdit ediyor. Eminim Türkiye bunu da aşacak. Çünkü artık bu ülke, sırf kendi ideolojik inadı yüzünden "Darbe anayasası kıyamete kadar yaşamalıdır." diyenlerin ne denli büyük bir hata yaptığını görüyor...
Kaçış yok; mesleğin çıtası yükselecek
Geçenlerde ilk basın toplantısını yaparak kamuoyu huzuruna çıkan Medya Derneği bazı dar çevrelerde nedense olumsuz tepkiyle karşılandı. Hemen bir kulp takmaya yeltenenler oldu. Hatta buna bir CHP milletvekili bile alet oldu. Neymiş, kurucu üyeler 'yandaş medya' olarak tanınıyormuş. CHP olarak basın özgürlüğünden bahsedip, dünyanın dört bir yanında hükümeti ayrımcılık ve baskı yapmakla suçlarken bir CHP milletvekilinin bir derneği böyle suçlaması düşündürücü... Önyargının bile bir ölçüsü olmalı. Daha yapacağı faaliyetler bile bilinmeden ta baştan kestirip atmaya gerek yok ki! Belli ki art niyetle yaklaşılıyor. Bu art niyet öyle bir şey ki ne yapsanız bir şekilde yine şimşekleri üzerinize çekiyorsunuz.
Diyelim ki bu derneği kurmak için gayret sarf eden müteşebbis heyet hemen herkese bir teklif götürdü ve götürüyor. Ancak bazıları tam da bu tarz haksız eleştirilerden çekindiği için "Hele siz bir başlayın, biz sonra katılalım." diyorsa bu 'mahalle baskısı'nı neyle izah etmek gerekir? Bazı hırçın yaklaşımlara aldırmaksızın müteşebbis heyet kararlılık gösteriyor ve yoluna devam ediyor. Sonuçta bir meslek derneği çıkıyor ortaya. Bu sefer de "Niye falanlar da yok?" anlamına gelen laflar söyleniyor. Yani, bazı gruplar işin içinde olsa da sıkıntı, olmasa da. Herkesin içinde bulunduğu bir şey yapsanız bugün ağzından çıkanı kulağı duymayanlar susacak mıydı? Çok büyük bir ihtimalle o zaman da "Takiye yapmak için falanları da içlerine almışlar" denecekti. Önyargılar böyle kuşatıyor bu ülkeyi. Peki ne yapmak lazım böyle durumlarda?
Hiçbir yaftaya aldırış etmeden meslekî çıtayı yükseltmek için kolları sıvamak şart. İnanıyorum ki Medya Derneği, çok önemli işler yapacak. Bir kere, odaklandığı hedef doğru: Meslekte insan ve ürün kalitesini artırmak. Ve yine inanıyorum ki bugün daha ortada hiçbir şey yokken bu derneğe isim yakıştıranlar önyargılı davranışlarından dolayı mahcup olacak. Çünkü bu derneği kuranlar dernek isminin başına hiçbir sıfat (demokrat gibi, özgürlükçü gibi pozitif sıfatlar dâhil) koymamışken bazı kişilerin çarçabuk yafta telaşına düşmesi centilmence yapılan bir davranış değil. Ayrıca unutmamak lazım, bugün faaliyet yürüten bazı dernekler çoğulculuktan uzak ve terk edilmiş bir görüntü veriyor. Onlarla kıyaslandığında Medya Derneği çok sesli bir yapıyla çıkıyor ortaya. Kimseyle kavga etmek istemiyor ve gereksiz polemiklerle zaman kaybetmeyi de düşünmüyor. Mesleğimizin çıtası yükseltilsin yeter. Bundan daha güzel bir niyet olabilir mi?
Asıl söylemek istediğim de şudur: İletişim mesleğini ifa eden biz gazetecilerin kitleler arasında köprü kurması gerekir; iletişim kanallarını kapatması değil. Herkesin örgütlenme hakkı olduğuna göre her hukukî oluşuma saygı duymak herkesin boynunun borcudur. Daha pek çok sivil toplum örgütü kurulacak, buna alışmak şart; çünkü artık sembolik kavgalardan insanlar bıktı. Meslekî kalitenin artması herkesi mutlu etmeli...
ZAMAN