Yeni bir anayasa ihtiyacını ortaya çıkaran faktör, yaşanmakta olan değişimin hukuki bir zemine oturmamasıdır. İç toplumsal, bölgesel ve uluslararası değişimin işaret ettiği parametrelere göre karar alıp icraat yapabilecek siyasi ve idari bir aygıttan yoksun bulunuyoruz.
Mevcut sistemin merkezinde "devlet" bulunmaktadır: "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür." (Md. 3) Yani "ülke de, millet de devlete ait"tir.
Yeni durumda anayasayı "toplum"un kendisi yapmalıdır. Bu yeni bir anayasa yapımıdır ve kesinlikle ne J. J. Rousseau'nun muhayyel toplum sözleşmesiyle, ne de hukuk tekniğini iyi bilen bilim adamlarının üretebilecekleri metinlerle ilgilidir. Bizim önerdiğimiz yeni bir anayasa yapma yöntemidir. "Usul esasa takaddüm eder" fehvasınca yöntemi muhtevasından önemlidir. Zaten "Anayasa şu veya bu maddeleri ihtiva etmelidir" dediğiniz anda siz bir zümrenin, bir sınıfın, bir kurum veya gayrı şahsi bir kişilik adına konuşmuş olursunuz ki, bu, toplumun kendi arasında akdettiği sözleşme olmaz. Altı bin yıllık bir hukuk kuralıdır: "Kimse kendi mahkemesinde kadı olamaz. Kim ki kendi mahkemesinde kadı olursa kendini beraat ettirmiş olur."
"Kendi mahkemesinin kadısı" olan bugünkü anayasal sisteme baktığımızda, mevcut metnin ideolojik, oligarşik bir karakter taşıdığını, toplumun geneline bir yaşama biçimini empoze ettiğini görüyoruz. Kuvvetler ayrılığı esasına göre şekillendiği zannediliyorsa da, hakikatte ve pratikte "eşit meşruiyetlere ve güçlere sahip olmayan kurumlar" arasında çatışmayı öngörmektedir. Düşünün daha düne kadar Milli Savunma Bakanlığı bütçesi görüşülürken, hiç müzakere yapılmadan tek bir oturumda kabul ediliyor ve toplantıya katılan bütün milletvekilleri ayağa kalkarak bu onayı alkışlıyorlardı.
Batı'da anayasaların iki karakterinden söz edilebilir ki, biri devleti ve devlet aygıtı üzerinde nüfuz sağlamış bulunan monark veya oligarşik güçlerin önceliklerini gözeten metinler; diğeri prensipte "birey"i temel almakla beraber, bu yönde tarih içinde fikirler yürütmüş filozof ve hukukçuların görüşleri doğrultusunda belli bir zihniyete, ideolojiye sahip olan bilim adamları ve uzmanların yaptığı metinler. Bu metinlerde "birey" ideolojik meşruiyet enstrümanıdır. Fiiliyatta birey adına yapılan anayasalar, hükümleri itibarıyla hakim bir sınıfın, büyük kapitalistlerin çıkarlarını kollamaktadırlar.
Siyasi partiler de anayasa yapamaz. Partiler, verili anayasaya göre yasa çıkarmak veya kısmi anayasa değişikliklerini referanduma götürmekle yetinmelidirler.
Henüz bizzat "toplum"un kendisinin sürece katılıp akdettiği bir anayasa metni ortaya çıkmış değildir. Bunun tarihteki yegane somut örneği Medine Vesikası'dır. Toplum, var olan bütün dinî, mezhebî, etnik, bölgesel, sınıfsal gruplarıyla müzakereci siyaset yolunu takip ederek bir sözleşme akdedecektir. Bu, devleti veya soyut bireyi merkez alan Batılı anayasalardan farklı bir yöntemi takip etmeyi gerektirir.
Bunun kolay olmadığını söylemek gerekir. Zira yapısal sebepler dolayısıyla toplumun yapacağı bir anayasa, geleneksel metinlerin ruhuna sinmiş bulunan resmi ideolojiyle arasındaki mesafeyi nasıl koruyacaktır? Kurucu ideoloji ve eşit olmayan güç dağılımı dolayısıyla avantajlı olan kurumlar ve bunların gölgesinde iktidarı kullanan imtiyazlı zümreler yeni güç dağılımını ne kadar kabulleneceklerdir? Kendini AİHS ve diğer metinlerle bağlamış olan Türkiye, toplumsal gruplarının bir kısmının talep edip genel kabul göreceği bazı hak ve özgürlükleri Batılı müktesebatla çatıştığında durum ne olacak?
Türkiye'nin sivil anayasa yapma konusunda tecrübesi yoktur. Bu da bir başka zorluğa işaret eder ki, bu yüzden ulusalcısından solcusuna, muhafazakârından milliyetçisine ve liberaline herkesin elinde kendine göre bir metin vardır, kendi metnini toplumun geneline empoze etmeye çalışmaktadır. Tarafların "kurucu meclis"ten anladıkları da, mümkün oranda mecliste kendi metinlerini savunacak taraftar sayısını artırmaktan ibarettir.
ZAMAN