Anayasa müjdesi

Ali Bulaç

Son yılların en iyi haberi, Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın Katar yolunda gazetecilere yaptığı açıklamada, "yeni anayasayı halkın yapacağı" müjdesini vermesiydi.

Bundan önceki anayasa hazırlığında yanlış bir yol takip edilerek, kendi alanlarında uzman 5-6 bilim adamına bir ülkenin "temel sözleşme metni" hazırlatılmak istenmişti. Bunun yanlış bir yol olduğunu, anayasa metniyle sorunları çözme yöntemi konusunda bize herhangi bir katkı sağlamayacağını anlatmaya çalıştık.

Düşünün ki, evlenmeye karar vermiş iki reşit insanın nikâh akdini mahallenin doçenti yapmaktadır. Elbette ticari veya başka sözleşmelerin teknik yazılımları vardır, ama bunlar tarafların icap ve kabulle kendi aralarında mutabakata vardıktan sonra, hukuk dilini-tekniğini kullanma aşamasında devreye girerler, taraflar -evlenecek çiftler, ortaklık usulüyle ticaret yapmak isteyen müteşebbisler- adına anlaşma şartları vaz'edip metin dikte edemezler. Bu açıdan bilim adamlarının bir toplum adına anayasa metni hazırlamaları makul değildir. Hele daha ellerine kâğıt kalemi almadan, önümüzde "Batı'da yazılmış anayasa metinleri var, onlara bakalım: Almanlar, Fransızlar neler yapmış, AB'nin önümüze koyduğu kriterler, liberal felsefe neleri öngörüyor? Bu karışımdan bir metin çıkaralım, aman bunun dışına da bir milim dışarı çıkmayalım" demek iki yüz yıllık tarihimizden hiçbir ders çıkarmadığımız, temel hatalarımızı tekrar etmekte hayli mahir olduğumuz anlamına gelir.

Anayasa'nın muhtevasından çok, yapımı, yani usulü üzerinde fazlasıyla durmamızın önemli sebebi var: Modern toplumu klasik toplum biçimlerinden ayıran belirgin özelliklerinden biri "anayasa metinleri"dir, anayasa modern devletin ruhu, adı konulmamış kurucu ve devam ettirici ideolojisidir. Liberal bakış açısından anayasaların bireyi veya demokratik katılımı önceleyen sosyalistler açısından toplumu devlete karşı koruduğu yolunda bir iddia varsa bile, modern anayasalar hakikat-i halde bireye ve topluma karşı devletin bizatihi kendisini korumaktadırlar. Bu yüzden eğer bir arada yaşama iradesini göstermiş bulunan bir toplumun üyeleri (sosyal aktörler-gruplar) kendi aralarında icap ve kabul esasına göre bir sözleşme metni akdetmiyorlarsa, bilim adamları eliyle ortaya çıkacak olan anayasa metni, devleti "kendi mahkemesinin kadısı" yapar ancak. Bu kadı, her davada kendi lehine hüküm verecek ve her davada birey ve toplum devlet karşısında haklarını ve özgürlüklerini kaybedecektir.

Modernizm öncesi toplumlarda belki yazılı anayasa metinleri yoktu, elbette yöneticiler keyfi olarak da yönetiyorlardı, ama yine de hükmünü icra eden örfler söz konusuydu ve mesela İslam tarihinde gözlendiği üzere sultanlar veya halifeler en azından muasırları devletlerde olduğu kadar "astıkları astık kestikleri kestik" zorba yöneticiler değildi. Şu veya bu düzeyde olsa dahi onlardan bağımsız ve onları saygıya ve itaate davet eden Şeriat vardı. Örfler, sahih hukuki teamüller ve hepsinin üzerinde Münzel Hükümlerin varlığı, hukuki ve idari hayatın ruhu demek olan değerler bütünü demekti.

Bu açıdan, yeni bir anayasa hazırlığı sürecinde Batılı ülkelerin tecrübelerinden istifade ederken, asıl toplumsal hayatımızın tarihî ve ahlakî ana kodlarına da müracaat etmek gerekir. Çünkü anayasa bir devletin teşkilat yapısını belirleyen hukuki iskeletten ibaret değildir, bir toplumun nasıl örgütlendiği, dolayısıyla nasıl yaşamak istediği konusuyla da yakından ilgilidir. Toplumun örgütlenme modelini yaşama tarzından ve bu tarzın tecessümünde rol oynayan değerler sisteminden ayrı düşünemeyeceğimize göre, anayasa hazırlama metninin sadece "Avrupa'dan ve AB'den iktibas" veya "hukukçuların kaleme aldıkları teknik metin"den ibaret olmadığı anlaşılacaktır. Bizim liberal hukukçularımızın bir türlü kaale alamadıkları husus budur. Siz bir anayasa ile topluma bir hayat felsefesi, bir âlem tasavvuru, bir dünya görüşü, bir iktidar anlayışı ve bir bölüşüm düzenini empoze etmiş olursunuz. Bu metnin maddelerini tespit ederken toplumun kendisine müracaat etmelisiniz.

ZAMAN