MİT'e ait yardım tırlarının durdurulması olayına ilişkin gizli kalması gereken bilgi ve fotoğraflara gazetede yer verdikleri gerekçesiyle Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ın 5 yıl 10 ay, Erdem Gül'ün ise 5 yıl hapis cezasına çarptırıldığı davanın gerekçeli kararında, sanıklarla ilgili "ihlal" kararı veren Anayasa Mahkemesi'nin, "yargılama konusuyla ilgili sonuca yönelik değerlendirme yaparak yetkisini aştığı" belirtildi.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin hazırladığı, soruşturma ve dava süreci ile sanıkların savunmaları ve savcılık mütalaasına yer verilen 64 sayfalık gerekçeli kararda, sanıkların tahliye edilmesine yol açan Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) 25 Şubat 2016 tarihli "ihlal" kararıyla ilgili değerlendirmeler dikkat çekti.
"İhlal" kararından sonra, "AYM kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayıcı nitelikte olması" karşısında sanıkların tahliye edildiği belirtilen gerekçeli kararda, Anayasa değişikliği ile 2010 yılında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun açıldığı ve çerçevesinin Anayasa koyucu tarafından açık ve kesin ifadelerle belirlendiği bilgisi verildi.
"Maddi gerçekler AYM tarafından irdelenecek hususlar değildir"
Gerekçeli kararda, şu ifadeler yer aldı:
"İşin esası itibariyle bireysel başvurunun konusu olmayan ve ilk derece mahkemesinde yapılan yargılama sonucu ortaya çıkacak olgular ve maddi gerçekler Anayasa Mahkemesi tarafından irdelenecek hususlar değildir. Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuruda üstlendiği yargı görevi ve denetimden dolayı devam eden yargılamalarla ilgili olarak kendisine yapılan başvuruların maksadını aşacak şekilde işin esasına girmeme kuralına bağlı kalması gerekmektedir. Maddi vakıa ve delil değerlendirmesi yapmamalıdır. Anayasa Mahkemesi yerel yargı makamını etkilemeye elverişli kanaat de bildirmemelidir.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile maddi hakikate ulaşmayı amaçlayarak ceza yargılaması yapan mahkemenin usullerinin birbirine karıştırılmaması gerekir. Anayasa Mahkemesi'nce Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece yerel mahkemelerin kararlarındaki kanunun yorumu ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. "
"AYM asıl yargı makamı yerine geçmemeye özen göstermeli"
Sanıkların ilk tutuklama kararına karşı Anayasa Mahkemesi'ne başvurdukları ve mahkemenin suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ve hukukilik denetimi ile sınırlı bir inceleme yaptığı aktarılan kararda, "Kişi hürriyeti ve güvenliği ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 5/1-C Maddesi kapsamında bireyin tutuklanması için şüphe olmadığına dair şikayetlerin incelemesini yapan AİHM ve benzer yetkiye sahip Anayasa Mahkemesi'nin dosyada yer alan delillerin yeterli şüpheyi oluşturup oluşturmadığını doğal olarak incelemeleri gerekir. AYM suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunup bulunmadığını tutukluluğun ön şartı olarak inceleme yetkisine sahiptir. Bu mahkemenin devam eden yargılamada asıl yargı makamı yerine geçmemeye ve karar vermemeye özen göstermesi gerektiği tartışmasızdır." denildi.
AYM’nin, somut olayın içeriğine ve gerektiğinde maddi vakıanın ayrıntılarına girme durumunda kalabileceği, ancak bitmemiş yargılamalarda "dürüst yargılama hakkı"nın ihlali iddialarını inceleyemeyeceği belirtilen kararda, Anayasanın 19. Maddesi kapsamında koruma altına alınan "kişi hürriyeti ve güvenliği" hakkının tutuklanmak suretiyle ihlal edildiğine ilişkin bireysel başvuruların basın ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlal iddiaları ile birlikte incelenemeyeceği, ancak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ele alınabileceği vurgulandı.
"AYM kararı takdir yetkimizi daraltma sonucunu doğurdu"
Basın ve ifade özgürlüğü açısından henüz yargısal aşamaları tamamlanmamış bir uyuşmazlığın sadece tutukluluk incelemesi kapsamında ele alınabilecekken genişletici bir yorum ile ele alınarak hak ihlali sonucuna ulaşılmasının hukuk devleti ilkesine aykırı olacağı kaydedilen kararda, "Aksi halde Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla kendisine Anayasa tarafından çizilen sınırın aşılmasına sebebiyet vermiş olacaktır ki bu durumda da Anayasa Mahkemesi'nin 'ikincil bir yargı yolu' olduğu hususunun gözardı edilmesi söz konusu olacaktır." ifadesi kullanıldı.
"Sanıklar hakkındaki tutuklama kararının basın ve ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi, mahkememize açılan kamu davasının daha ilk duruşmasının dahi yapılmamış olması karşısında somut olayın şartları açısından bu aşamada temel hak ve özgürlüklerin korunmasında asıl yetkili ve görevli olan mahkememizin yargısal mekanizmalarının işlememesine neden olmuş, ki bu durum 'tabii yargıçlık' ilkesine, kovuşturmanın bağımsız ve etkin şekilde yerine getirilmesine, yargının bağımsızlığına açıkça aykırılık oluşturmuştur" ifadesi kullanılan kararda, "Sanıkların eylemlerinin gazetecilik faaliyeti dışında, FETÖ / PDY silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda yürütülen bir faaliyet olduğunun iddia edilmesi karşısında, Anayasa Mahkemesi'nin sanıkların bireysel başvurusunu basın ve ifade özgürlüğü kapsamında ele alması mahkememizce yürütülen kovuşturmayı etkileme ve delillerin değerlendirmesinde mahkememizin takdir yetkisini daraltma sonucunu doğurduğu açıktır.” denildi.
"AYM kendisini görevli yargı merciinin yerine koyarak..."
Sanıklara isnat edilen eylemlerin basın ve ifade hürriyeti kapsamında yürütülen gazetecilik faaliyeti sayılıp sayılmayacağının, suç oluşturup oluşturmayacağının yargılama sonucunda toplanan delillere göre davaya bakan mahkeme tarafından belirleneceğine dikkat çekilen kararda, "Aynı şekilde bu belirlemenin hukuka uygunluğu kanun yollarında incelenebilecektir. Mahkemelerin takdir yetkisi kapsamında olan hususlarda Anayasa Mahkemesinin maddi vakaya yönelik değerlendirmede bulunması mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi somut olayda kendisini görevli yargı merciinin yerine koyarak maddi vaka incelemesi yapmıştır. Bu durum bireysel başvurunun Anayasa'da ifadesini bulan kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı hükmü ile bireysel başvuru için kanun yollarının tüketilmiş olma şartı ile bağdaşmamıştır. İddianamede ileri sürülen iddialar ile sanıklara atfedilen suçlamaların sadece basın özgürlüğü ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilebilecek hususlardan olmadığı açıktır." denildi.
AYM'nin görev ve yetkisi kapsamında sanıkların tutuklanması ile tutukluluklarının devamına ilişkin kararları, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bağlamında değerlendirerek hak ihlali sonucuna ulaştığı ve bu karara Anayasa'nın 153/6 Maddesi gereğince mahkemece zorunlu olarak uyulup sanıkların tahliyesine karar verildiği aktarılan kararda, "Anayasa Mahkemesi ifade ve basın özgürlüğü konusunu gerekçeli kararında geniş bir şekilde irdeleyerek hak ihlali yapıldığına ilişkin hüküm kurarak mahkememizin yargılama konusuyla ilgili sonuca yönelik değerlendirme yaparak yetkisini aşmıştır." ifadesi yer aldı.
"Devlet sırrına ilişkin bilgilere erişimin engellenmesi doğrudur"
Gerekçeli kararda, "Devlet sırlarına ilişkin bilgilere erişimin engellenmesi ve basına kapalı tutulmaları doğrudur. Ülkenin iç ve dış güvenliği ile ilgili konular ortaya konularak tartışılabilir, hatta hesap sorulabilir. Ancak devlet sırrı niteliğindeki bilgi, belge ve görüntülerin ele geçirilerek başkalarıyla paylaşılmaması gerekir. Devletin anayasal düzenini, dış ilişkilerini tehlikeye düşürebilecek, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek bilgilerin ele geçirilerek açıklanması basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Sınırlandırmaların basın özgürlüğü ileri sürülerek ortadan kaldırılması hukuki dayanaktan yoksundur. Aksi halde bu eylemleri cezalandıran kanun maddeleri hükümsüz hale getirecektir." denildi.
"Milli güvenlik, basın özgürlüğünü sınırlama nedenlerinden biridir"
Kendi çalışma alanına giren ve görevi gereği daha ayrıntılı bilgiye sahip bir istihbarat teşkilatı olan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı yazılarına göre, sanıkların yayınladıkları bilgi ve belgelerin devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken "devlet sırrı" niteliğinde olduğunun tespit edildiği belirtilen kararda, şu değerlendirme yapıldı:
"Milli güvenlik gerek Türk hukukunda, gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ve gerekse Amerikan hukukunda ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın özgürlüğünün sınırlandırma nedenlerinden birisidir. Basın özgürlüğünün ulusal güvenlik nedeniyle sınırlandırılması devletin ve toplumun korunması kategorisi içerisindedir. Devletler coğrafi sınırları içinde ve dışında milli güvenlik ve ulusal çıkarları gereği bazı faaliyetler yürütmektedirler. Milli güvenlik ile ulusal çıkarlar devletlerin varlığını sürdürmelerinde büyük önem arzetmektedir. Devlet otoriteleri milli güvenliğe ilişkin bilgi ve belgelerin görsel ve sosyal medyada yayınlanmasını kabul etmezler. Devletler milli güvenlik, devlet sırrı, ulusal çıkar ve casusluk konularında farklı tepkileri ortaya koyabilirler. Mesela Edward Snowden isimli ABD vatandaşı Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) ve Ulusal Güvenlik Ajansına (National Security Agency - NSA) ait gizli bilgileri bir İngiliz gazetesine sızdırdığı için ülke dışında yaşamak zorunda kalmıştır. Yine istihbarat verileri olan Wikileaks belgelerini yayınlayan Julian Assange halen Ekvador ülkesinin İngiltere'nin Londra Büyükelçiliği'nde siyasi sığınmacı olarak bulunmaktadır. İngiltere ve ABD'nin iade talepleri reddedilmiştir."
"Sanıklar bu haberlerle yargı gücünün sağlanmasına engel olmuşlardır"
Haberlerin yasaklanmasındaki zorlayıcılığın meydana gelen ciddi gelişmeler karşısında inandırıcı olduğu ve bu durumun aynı zamanda milli güvenliğin korunması bakımından demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu kaydedilen kararda, şunlar yer aldı:
"Hatta sanıklar yayın yasaklarına rağmen bu haberleri yaparak basın ve ifade özgürlüğünün sınırlandırma sebeplerinden olan yargı gücünün otoritesinin ve tarafsızlığının sağlanmasına engel olmuşlardır. Bu sebeplerle Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırlara ve taşıdığı malzemelere ilişkin haber ve bilgilerin milli güvenlik olgusu bağlamında ele alınması gerektiği açıktır. Bu açıdan bakıldığında sanıkların basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Sanıklar tarafından yapılan suça konu haberlerin yapılması ülke içerisindeki toplumsal tartışmalara katkı sağlamayacaktır. Aksine haberin konusunun eskimesinin önüne geçilecek, devletin dış politika alanındaki tercihleri zora sokulabilecek ve böylece milli güvenlik aleyhine yönlendirme olabileceği anlaşılmıştır."
Casusluk suçuna vurgu
Casusluk suçunun Türkiye Cumhuriyeti devleti zararına olarak, yabancı bir devlet yahut herhangi bir terör örgütü yararına işlenen bir suç olduğunun belirtildiği kararda, casusluk fiiline konu belge ve bilgilerin casusluğu talep eden lehine, casusluk yapılan devlete veya terör örgütüne iletilmek amacıyla temin edilmesi gerektiği hatırlatıldı.
Dava konusu olayda ise sanıkların MİT yazılarından anlaşılacağı üzere devlet sırrı niteliğinde olduğu kabul edilen bilgi ve belgeleri, yargı kararları ve gerekçesi karşısında casusluk amacıyla elde ederek, yabancı bir devlet yahut herhangi bir terör örgütüyle aralarında anlaşma yaptıklarına dair dosya içerisinde hukuka uygun kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı için, delil yetersizliği sebebiyle sanıklar hakkında bu suç kapsamında herhangi bir uygulama yapılmadığı dile getirildi.
"Sanıklar devlet aleyhine ciddi gelişmeler olduğunun farkında"
Kararda, sanıkların Türk devletinin aleyhine milli güvenlik, iç ve dış siyasal yararlar bakımından çok ciddi gelişmelerin olduğunun farkında oldukları belirtilerek, "Anayasa Mahkemesi'ne sundukları bireysel başvuru dilekçelerinde eylemlerinin yargısal makamlarca yürütülmekte olan soruşturmanın gizliliğini ihlal suçu kapsamında değerlendirilebileceğini ifade etmeleri de bunu doğrulamaktadır. Sanıkların mezkur olaya ilişkin gizli görüntü ve fotoğrafları gazete ve internet sitelerinde yayınlamaları bunu göstermektedir ki, nitekim sanıklar da savunmalarında bu hususları bildiklerini söylemektedirler." denildi.
AA