D. Mehmet Doğan / TYB
Seçimler ve meşruiyet meselesi
1950’lerde yapılan seçimleri hayal meyal hatırlıyoruz, 1960 darbesinden sonrakileri biliyoruz. 1970’lerden beri sandığa gidiyoruz, Türkiye’de her seçimden sonra bir meşruiyet krizi çıkar, çünkü “rejimin partisi CHP” seçimi kaybetmiştir!
Seçimi asıl kazanması gereken, kazandığında meşruluğunu garanti edecek olan parti bir türlü istenilen sonucu alamaz. Kendini meşruiyetin kaynağı olarak gören parti seçim sonuçları ile ilgili bildik tezleri piyasaya sürer: Halk kandırılmıştır, bu yüzden asıl seçmesi gerekeni seçememiştir. Bunun sebebi halkın cahilliğidir. Bu cehaletin kaynağı da dine olan bağlılığıdır!
Cumhuriyeti kuran, hâlâ ideolojik muhtevasıyla yürürlükte olan Anayasa’sını yapan CHP, 1950’de seçimi kaybettikten sonra, seçimle gelen bütün iktidarlara kendi meşrû yönetme hakkını gasp etmiş gözüyle baktı.
CHP’nin haklılık iddiasının iki dayanağı vardır. Birincisi, Cumhuriyeti kuran parti olması. Cumhuriyet’den önce Halk Fırkası (Partisi) kurulmuştu, Cumhuriyet ondan sonra ilan edildi. Fakat onun cumhuriyeti tek parti cumhuriyeti idi. Göstermelik iki dereceli seçimler yapılırdı, Meclis kararları oy birliği ile alırdı.
Millî Mücadele’yi yürüten Birinci Meclis’in feshinden sonra yapılan seçim Müdafaa-yı Hukuk Grubu-Halk Fırkası’nın talepleri doğrultusunda yapıldı. Savaş bitmişti, fakat barış tesis edilememişti, belirsizlikler vardı. Mustafa Kemal Paşa ikinci seçmenlere taahhütname imzalattı: Kendisinin ve Müdafaa-yı Hukuk grubunun adayları seçilecekti. İkinci Meclis’e bu şartları taşımayan tek millet vekili girebildi: Gümüşhane’den Zeki Kadirbeyoğlu.
Bu şekilde teşkil edilen Meclis’in ilk işi, Millî Mücadele Meclisi’nin kabule yanaşmadığı Lozan Andlaşması’nı tasdik etmekti.
Cumhuriyet rejimi, demokratik değildi; hatta demokrasiyi, sonraki iddiaların aksine, kötü bir yönetim şekli olarak görüyordu. Komünizmin, faşizmin nazizmin yükseldiği, kıyıcı diktatörlerin borularının öttüğü bu dönemde, Türkiye’nin totaliter rejimi olağanmış gibi sunuldu. Bu şartlarda, 1946’ya kadar yapılan seçimler, seçim değil, şef/lerin listelerinin tasdikinden ibaretti.
Anayasa’ya göre iktidar CHP’nin tabiî hakkı!
Anayasa’ya göre iktidar CHP’nin tabiî hakkı idi, 1950 seçimlerinin galibi Demokrat Parti’nin Anayasa’yı değiştirerek Türkiye için tam demokrasinin yolunu açma fırsatı vardı. Bu yapılamadı. Bir süre sonra CHP ve arkaplandaki darbeci merkezler DP’yi Anayasa’yı ihlal etmekle suçladılar. Darbe mahkemesi Yassıada’da kuruldu ve ilk sıradaki dava “Anayasayı ihlal davası” idi.
Demokrat Parti’yi Anayasa’yı ihlal etmekle suçlayan darbeciler, ideolojik muhtevayı güçlendirmek için Anayasa’yı değiştirmekten geri kalmadılar.
Türkiye’de siyasi mücadele CHP zihniyetine rağmen demokratikleşme mücadelesidir.
Tek parti devrinde düşünce hürriyeti yoktu; tek hürriyet rejimi ve şefi övmekten ibaretti.
İnanç hürriyeti yoktu. Dininizi öğrenmeniz mümkün değildi, çünkü dini tedrisat ortadan kaldırılmıştı. Dininiz icab ettiği şekilde yaşayamazdınız, ezanınıza, ibadetinize karışılırdı. Buna da “laiklik” denirdi. Rejimin laiklik anlayışı öyle absürt bir noktaya varmıştı ki, Diyanet Reisi Rifat Efendi Cumhuriyet Halk Partisi Ankara il başkanı yapılmıştı!
Basın hür değildi. Gazetelerin mühim bir kısma 1925’te Takriri Sükûn Kanunu ile kapatılmıştı, 1928 harf inkılabıyla kalan gazetelerin dörtte üçü de kapandı, sadece devlet bütçesinden beslenen gazeteler yayınını sürdürebiliyordu. Bunlar da rejimin borazanı olmaya mecburdu.
Eğitim ve öğretim tamamen ideolojikti, doktrin aşılama esasına göre yürütülüyordu. Osmanlıdan devralınan özerk Darülfünun inkılapları yeterince övmediği için kapatıldı, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Üniversite kuruldu. Üniversitenin esaslı işi rejimi ve inkılâpları övmekti.
Siyaset hürriyeti yoktu, 1930’da danışıklı olarak kurulan Serbest Fırka, ara seçimlerde halkın büyük teveccühüne mazhar olduğu için kendi kendini feshetmek zorunda kaldı. “Zavallı Serbest Fırka” sadece üç ay yaşayabilmişti.
Türkiye’nin bu şartlarda demokratik bir toplum olması, serbest seçim yapılan bir ülke haline gelmesi, 2. Dünya Savaşı sonrası dünya konjontürünün bir zorlaması idi. Ya totaliter yönetim devam edecekti, ki o zaman Sovyetler Birliği’nin uydusu olacaktık, ya da seçimli, demokratik sisteme geçilecekti.
Halk çok partili sisteme geçilince üzerine düşeni yaptı: CHP’yi iktidardan düşürdü. Bu aynı zamanda Anayasa’da ilkeleri (6 Ok) belirtilen bir rejim oylaması idi. Halk gerekeni yapmış, rejimi partisiyle birlikte reddetmişti. Şimdi seçimi kazanan Demokrat Parti’nin gereğini yapıp tek parti rejiminin Anayasa’sını bütün temel hakları sağlayacak şekilde değiştirmekti.
Bu yapılamadı!
Türk siyasetini işte bu radikal kararın alınamaması hâlâ zehirlemeye devam ediyor.
Anayasa değiştirilirken CHP ilkelerinden temizlenmezse, siyasi hürriyetler hiçbir şekilde tam olmaz!
Rejimin partisi de meşruiyet krizi çıkarmaya devam eder!