Anayasa değişikliği: Şimdi zamanı mı?

Gülay Göktürk

Geçenlerde TV Net'te Kürşat Bumin ve Yıldıray Uğur'un birlikte hazırladıkları bir tartışma programının konusu buydu.

Programın konuklarından biri olarak bu soruya benim verdiğim cevap ise kabaca "hayır"dı. Bu açıkoturumun ertesi günü Başbakan Erdoğan da gazetecilerin sorusu üzerine kendi üslubunca aynı cevabı verip ardından da ciddi tepkiler alınca, konuyu bir kez daha bu sütunda ele almanın yararlı olacağını düşündüm.

Evet, 12 Eylül Anayasası ortadayken bu ülkede doğru dürüst bir demokrasi kurmanın imkanı olmadığında büyük çoğunlukla hemfikiriz.

Bu anayasanın mayasının kötü olduğu, dolayısıyla orasından burasından düzeltmeye kalkmanın yetmeyeceği, toptan ve farklı bir zihniyetle yepyeni bir anayasa yapmamız gerektiği konusunda da hemfikiriz.

Ama acaba gün bugün müdür? Bence bu sorunun cevabını geçtiğimiz aylarda Özbudun Taslağı'nın ortaya çıkışından sonra yaşadığımız tartışmaları ve türban konusunda yapılan anayasa değişikliğinin uğradığı akıbeti hatırlayarak vermemiz gerekir.

Birçok insan, Özbudun Taslağı'nın başarısızlıkla sonuçlanmasını içine "sızdırılan" türban serbestisi maddelerine bağladı. Oysa, uzlaşmaz cepheleşme daha en başından, başlangıç bölümündeki Atatürk milliyetçiliğini anayasa hükmü haline getiren maddenin değiştirilmek istenmesinden başlamış ve anayasanın iskeletini oluşturan bütün temel meselelerde sürmüştü.

O tartışma sadece belli maddelerde değil, yeni yapacağımız anayasanın ruhunda anlaşamadığımızı ortaya koydu. Ardından gelen türban değişikliği iptali ise bize eski paradigmanın savunucularının icabında beğenmediğimiz o 12 Eylül Anayasası'nı bile ihlal ederek, Meclis'i işlevsiz kılmayı bile göze alarak değişimi engellemeye kararlı olduklarını gösterdi.

Anayasa etrafında oluşan bu mücadele, sivil siyasetle bürokratik devlet iktidarı arasında bir bilek güreşiydi ve ne yazık ki sivil-asker bürokrasi ittifakının "zaferiyle" sonuçlandı. Şimdi sorarım size:

O günden bu güne güçler dengesinde hiçbir değişiklik olmamışken, sivil siyasetin bileğini büken güçler dengesi aynen sürerken, aynı denemeyi bir kez daha yapmak kendi kendini yenilgiye mahkum etmek değilse nedir? Ve yeni bir yenilgi toplumun moralini bozmaktan, değişim umudunu yıpratmaktan başka ne işe yarar? Bugün geldiğimiz noktada şu soruyu tekrar sormalı ve gerçekçi bir cevap aramalıyız:

Askeri vesayeti anayasa değişikliği yoluyla mı gerileteceğiz, yoksa askeri vesayeti belli oranda gerilettikten sonra mı Anayasa değişikliği yapacağız? Bence yaşadığımız son deneme birinci yolun çıkmaz olduğunu gösterdi.

O yüzden diyorum ki, yeni deneme, ancak güçler dengesi değiştiği, yeni bir güçler dengesi oluştuğu zaman yapılmalıdır. Güçler dengesinin değişmesi ise ancak, toplumun daha geniş bir kesiminin sivilleşme ve demokratikleşme isteyen cepheye aktif destek vermesi ile olur. Peki bu nasıl sağlanır? Daha küçük ama kazanılması daha mümkün mücadeleler içinde güç toplayarak...

Anayasa değişikliği gerektirmeyecek tek tek somut meselelerde çözüm planları geliştirerek, daha küçük adımlarla askeri vesayet rejimini gerileterek; bu küçük adımlar için verilen mücadele sürecinde toplumsal destek genişletilerek ve bütün bu süreç içinde güç toplayarak...

Halka, değişimin mümkün olduğunu küçük örneklerle göstererek...

Demokratik kamuoyunun başarının ve sonuç almanın hazzını tatmasını sağlayarak... Büyük hedefler koymak- eğer bu hedefe varmak için gerekli gücünüz yoksa- ilk bakışta çok devrimci görünse de aslında sadece pasifizm doğurur.

Atılabilecek küçük adımların önünü tıkar; hem politik öncüleri hem de kitleleri yılgınlığa sürükler. Gelin, "yeni bir anayasa yapmadan hiçbir şey hallolmaz" toptancılığıyla yapılabilecek şeylerin kaynayıp gitmesine sebep olmayalım.

BUGÜN