Sayın Abdullah Gül, cumhurbaşkanı makamını doldurdu, oraya yakıştı. Ancak mevcut hukuki mevzuat olduğu gibi korunduğu için, demokratikleşmeye herhangi bir katkı sağlayamadı.
Kürt sorunu, Alevi meselesi, azınlıklar, dindar büyük çoğunluğun sorunlarının nasıl çözüleceğini, gelir bölüşümündeki adaletin nasıl sağlanacağını herkes biliyor artık. Herkes şunu da biliyor ki temel bir anayasa değişikliği olmadan hiçbir sorun çözülemeyecek. Anayasa Mahkemesi yasama meclisinin, Danıştay yürütmenin, HSYK da mahkemelerin yetkilerini üstlenmiş bulunuyor.
Eğer, zaman içinde demokrat bürokratların cumhurbaşkanı tarafından atanmasıyla sorunların çözüleceği düşünülüyorsa, bu şahısların iyi niyeti ve düşüncelerine endeksli olması hasebiyle kalıcı bir çözüm değildir. Bir başka cumhurbaşkanıyla başka atamalar yapılır, sistem eski alışkanlıklarına döner. Doğru olanı temel yasa değişikliklerinin yapılmasıdır ki, bunun ifadesi "yeni ve sivil bir anayasa"dır. Bu köklü reform yapılmadıkça ister Abdullah Gül ister Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olsun, sorunlar olduğu gibi yerinde duracak.
Hatırlayalım, 2002 Kasım seçimlerinde AK Parti'yi tek başına iktidara getiren, iç ve dış reform taleplerini yerine getireceğine ilişkin vaatleriydi. 2006 yılına kadar yeni bir anayasa yapımının önünü açabilirdi. Bunu yap(a)madı. Ancak yine de iyi niyetle önemli adımlar attı, sorunların çözümü için gayretler sarf etti. Geldiğimiz noktada yeni bir anayasadan başka çözüm gözükmüyor. Ne zaman bir yasa veya anayasa değişikliğine gidecek olsa, CHP vakit kaybetmeden Anayasa Mahkemesi'nin yolunu tutuyor. AYM, değişikliği iptal ediyor ve her iptal işleminde yetkisini ve egemenliğinin alanını biraz daha genişletiyor.
Yakın çevrem bilir, 2003'ten beri söylediğim şu: Anayasa değişikliği için bürokratik merkez, yüzde 20'lik laik toplumsal kesim ve CHP ile "uzlaşma" yolunu aramak lazım. Bunun da yolu, daha 2003 yılında AK Parti'nin 2007 seçimleri için cumhurbaşkanı adayı olarak Deniz Baykal'ı teklif etmesiydi. Uzlaşmanın sağlanması durumunda Sayın Baykal, A. Necdet Sezer gibi davranmaya zorlansa bile, temel bir anayasa değişikliği olacağından buna imkânı olmayacaktı ki, ben "anlaşma ve uzlaşmaya sadakat gösterildiği" takdirde Baykal'ın en az AK Parti kadar demokratikleşmeye destek vereceğini sanıyorum. Siz buna bir hüsn-ü kuruntu veya safdillik diyebilirsiniz. Ancak öyle değil.
Yine hatırlayalım, 2003'te yasaklı iken R. Tayyip Erdoğan'ın bir hile-i şer'iyye ile önünü açan Deniz Baykal oldu. Yine bu tarihten sonra AB üyelik sürecinde en temel reform paketleri CHP'nin desteğiyle Meclis'ten geçti. Demek ki "anlaşma ve uzlaşma" işe yarıyor. Ne zaman ki Baykal, kendilerinin ve bürokratik-toplumsal uzantılarının tamamen tasfiye olacaklarını anladılar, sert ve radikal bir muhalefete geçtiler.
CHP'yi sistemden söküp atarak yok etmek pahalı yoldur. Ama toplumsal değişim taleplerine uygun iç dönüşümünü sağlamak mümkündür. Tasfiye edileceği tehdidini algıladıkça kendi içinde inatlaşıyor, kemikleşip radikalleşiyor. Büyük bir anayasa değişikliği bütün toplumsal kesimlerin müzakeresi ve katılımıyla olacağından, metin ne AK Parti'nin ne CHP'nin tam istediği gibi olacak. Bu açıdan cumhurbaşkanlığı makamında kim olursa olsun, metnin muhtevasında herhangi bir yönlendirmesi olamaz.
Kuşkusuz yeni dönemin cumhurbaşkanı Deniz Baykal olmayabilir. Ancak yeni aday bu sefer mutlaka AK Parti, CHP, MHP ve BDP'nin üzerinde mutabık kaldığı bir isim olmalıdır. Yine anayasa değişikliği şartına bağlı olarak seçilecek yeni cumhurbaşkanı mevcut kutuplaşmanın önüne geçebilir. Bu formüle MHP'nin sıcak baktığını biliyoruz.
Önümüzdeki milletvekili genel seçimlerinin bize ne göstereceğini bilemiyoruz. Şu anda siyasi liderlik yapabilecek olan AK Parti ve muhafazakâr kesimlerdir. Sistem sadece tıkanmış değil, siyasi ihtilaf toplumsal ayrışma ve kutuplaşmaya doğru gidiyor. Bir adım ötesi vahimdir. Toplum basiretle davrananları ödüllendirecektir.
ZAMAN