Bazı hem de önde gelen İslâmcı yazar ve düşünürlerimiz, yapmamaları gereken hatalar yapıyorlar.
Tarihte ilk anayasanın "Medine Vesikası" olduğunu iddia etmek, seküler tarihi asıl kabul etmek, Peygamber Efendimiz'den önce dört büyük peygambere daha Şeriat verildiğini görmemek demektir. Mecelle, Fransızları taklitle değil, tam tersine, "Hukuk ve fıkıh bilgisinden mahrum bazı garp temayüllü devlet adamlarının Fransız Medenî Kanunu'nun tercümesine taraftar olması ve bu uğurda Fransa maslahatgüzarının gayretleri karşısında, içlerinde Ahmet Cevdet Paşa'nın da bulunduğu millî kanun taraftarlarının ağır basması neticesinde tanzim edilmiştir." Mecelle'nin başındaki ilk yüz madde "atasözü" veya "atasözü gibi" değildir; bu maddeler, hadis de değildir. Onlar, Kur'an'dan ve Sünnet'ten, hadis-i şeriflerden istinbatla zaman içinde tesbit edilmiş "küllî kaideler"dir. Küllî kaideler (kavâid-i külliye), "Cüz'î meselelerde hüküm verebilmek için, bu meselelerin tamamına ve ekserisine uygun küllî hükümlerdir ki, ehl-i tahkik fakihler, fıkhî meseleleri, her biri nice meseleleri kuşatan ve doğruluğu müsellem bu kaidelere irca ederler."
Anayasa, küllî kaidelerden ibaret olmalıdır. İnsanî varlığın ve hayatın mutlak, yani aslî ve değişmez, bir de izafî, yani, zamana ve şartlara göre değişen yanları vardır. Bu değişen yanlar hakkında hüküm verirken de, aslî ve değişmez yanlar temel alınmalıdır. Nitekim dinin de muhkemât (muhkemler) denilen ve Kitab'ın aslı (anası) olan değişmez değerler, hükümler ve kaidelerinin yanı sıra, bir de müteşabihleri vardır ki, bunlar, insanî varoluş ve hayatın değişen yanlarına hitap eden veya muhkemâtın bu yanlara yansıması olan kaideler, gerçekler ve hükümlerdir. İnsanî varoluş ve hayatın "fıtrat" da denilen sâbit yanlarını görmeden ve sâbit yanlarına hitap eden değişmez değerleri ve kaideleri kabul etmeden uzun ömürlü bir anayasa yapmak mümkün değildir. Meselâ, konu üzerinde yazan âlimler, İslâmî ve/veya gerçek, iyi bir sistemin temel karakteri veya anayasası olarak şu aslî kaide veya değerleri nazara verirler:
(1) Yöneticiler de herkes gibi Allah'ın kullarıdır ve Allah'a kul ve insan olmada herkes, birbirine eşittir. (2) Yöneticiler, hukuku uygulamakla mükelleftir. Aslolan, hukukun hâkimiyeti ve adaletin sağlanmasıdır. (3) Irk, renk, aile, sosyal statü gibi farklılıkların hiçbiri insanlar arasında ayırım sebebi olamaz ve herkes, kanun önünde eşittir. (4) Kanun önünde mutlak eşitlik sağlanmadan adalet mümkün olmaz. (5) İdarecilik veya hâkimiyetin aslî özelliği, halka hizmettir. "Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir." (6) Ma'rufu ve faziletleri yaymak ve münkerleri önlemek, devletin aslî vazifelerindendir. (7) Hükümet, halkın asla zorlanmadan alınmış rızasıyla, dolayısıyla seçimle iş başına gelir. (8) Şûra veya istişare, yönetimin olmazsa olmaz şartıdır. (9) Din, vicdan ve herkesin dinini yaşayabilme hürriyeti ve bu hürriyetin korunması, ayrıca düşünce ve düşünceyi açıklama hürriyeti, aklın, sağlığın, aile kurma ve çoğalmanın, özel mülkiyetin, can veya hayatın korunması, her insanın aslî hakları ve hürriyetleridir ve koruma altındadır. (10) İnsanların hakları ve hürriyetleri gibi sorumlulukları da vardır ve onlar, Allah'a, derece derece başka insanlara, başka varlıklara ve kendi varlıklarına karşı sorumludurlar. (11) Beytü'l-mal veya kamu malı, emanettir ve kimse, onu hiçbir zaman istediği şekilde kullanamaz ve suiistimal edemez.
Bir anayasa, bunlar gibi değişmez, aslî düsturlardan oluşmalı, toplumun ve ülkenin kendine has karakteri de nazara alınmalı ve hayatın değişir yanları, anayasaya değil, anayasaya uygun yapılacak kanunlara bırakılmalıdır. Bu olmadıkça ve her anayasa yapma teşebbüsünde mevcut konjonktür temel alındıkça 5-10 senede bir yeni anayasa ve hattâ her yıl anayasada değişiklikler yapma ihtiyacı ortaya çıkar.
Şahsen, mevcut durumda Türkiye'de yeni ve kalıcı bir anayasa yapılabileceğine ve bu konuda samimî niyet taşındığına inanamıyorum.
ZAMAN