Kavramların, özellikle siyasî kavramların bu ülkede aslıyla bir ilgisi olmayan anlamlarda kullanılmasından söz etmiştim. Ara sıra bunlar hakkında yazacağımı da söylemiştim. “Anarşi” ve “Anarşizm”den başlayayım diye düşündüm. Tabii böyle bir terim ya da kavram, yalnız burada değil, birçok yerde oldukça kötü bir imge yaratıyor. Bunun başlıca nedeni de bir tür siyasî Anarşizm’in işlediği siyasî cinayetlerle kendi namını lekelemesi.
Oysa “Anarşizm” dendiğinde ille bu cinayetleri düşünmemiz, anlamamız gerekmiyor. Kelime, Yunancada, “Yok-yönetim” gibi bir anlama sahip. “Monarşi” tek kişinin yönetimi, “oligarşi” bir grubun yönetimiyse, “anarşi” de yönetim ve yönetici olmaması demek. Bu, kelimenin ille de politik olması gerekmeyen kullanımında anladığımız gibi “kargaşalık” ve “kaos”un övgüsü falan değil. Tersine, asıl huzurun, herkesi mutlu edecek düzenin, “yöneticiler” olmayan bir ortamda mümkün olacağını söylüyor. Bu soyutlama düzeyinde buna ben de katılırım. Bu zaten yalnız Anarşizm’in değil, Marksist Komünizm’in de ideal toplumunu anlatır. Marksizm, Anarşizm’i, şu aşamada devlet ve yönetimi reddettiği ve yok etmeyi tasarladığı için kınar. Bunun ancak ciddi bir olgunlaşma sonunda varılacak bir aşama olduğuna inanır.
Ben de öyle düşünürüm. Ama bugün Anarşizm’i benimseyen birçok insan var ki onlar da öyle düşünüyorlar. Bir sabah kalkıp “Haydi, yönetimi yok ettik” diyebilirsek her şeyin düzeleceğine inanacak kadar naif pek insan kalmadı dünyada –bunca deneyimden sonra!
Anarşizm’in “devletsizlik”, “iktidar kötüdür” gibi önermelerini naif bulabiliriz; ama başından beri Anarşizm’le itişerek gelişen Marksizm’in “devlet teorisi” ve “pratiği” daha parlak sonuçlar vermedi. Hele geç Sovyet dönemlerinin “Biz devleti güçlendirerek eriteceğiz” teorisi çok kötü fosladı.
Bizim ülkenin egemen ideolojisinde Anarşizm’e iyi gözle bakmak hiçbir zaman mümkün olmadı. Anarşizm istediği hedefe suikastla varmayı hiç düşünmesin ve uygulamasın, tam devletsiz düzene erişmek için uzun bir olgunlaşma süreci gerektiğini istediği kadar söylesin, Türk egemen ideolojisi Anarşizm’i ancak bir kaşık suda boğar –çünkü “Devlet”in kötü bir şey olduğunu söylüyor. İşte size “sapık ideoloji”!
Sempatik bulması için hiçbir neden yoktu ama bu kadar nefret etmesi için de fazla neden yoktu, çünkü Cumhuriyet devletinin kuruluş yıllarında Anarşizm etkili bir siyasî hareket olmaktan çıkmıştı.
Ama bizim devlet yetmişlerin devrimci-Komünist hareketini “Anarşizm” adıyla yeniden vaftiz ederek aslında Anarşizm’e geç kalmış bir selâm sarkıttı –mı? Hatırladığım kadarıyla, dünyada olduğu gibi bizde de kimse Anarşizm’den söz etmezken 12 Mart yönetimi durup dururken –başkasına değil de- Anarşizm’e savaş açtı. Belirli bir dikkat ve tutarlılık içinde sürekli “Anarşi”, “anarşistler” ve “şehir eşkıyası” yaftaları kullanıldı. Sanırım bütün bu dikkat, “Komünistler” dememek içindi. O tarihte hangi “psikolojik savaş” albayının öğretileri geçerliydi, bilemiyorum, ama TRT ve basın bu terminolojiye uymakta verilen talimatın dışına çıkmamaya mutlak özen göstermişti.
Bugünün siyaset dünyasında Anarşizm hiç yok değil, ama bir hayli marjinalleşmiş görünüyor. Dünyayı suikastla, siyasî cinayetle düzelteceğine inanan Anarşizm kolu bu işlerin olduğu tarihlerde de azınlıktaydı, şimdiyse hiç kalmadı, ama sıradan insan bilinci ve belleği, “Anarşizm” denince gene yalnız bunları hatırlıyor, biliyor. Öte yandan, çeşitli –daha sofistike- muhalif akımlar, örneğin Marksizm, Anarşizm’in bazı ilkelerini zaten kendi bünyesine katmıştı. Ama “iktidarda Marksizm”, Anarşizm’le bağdaşamadı. Daha sonraları, Yeşiller’in de Anarşist siyasî kültüründen bazı ögeleri aldığını gördük. Anlaşılan Anarşizm, daha en azından bir süre, kendi dışında siyasî çizgilere cephanelik sunacak.
TARAF