"MÜSTEZ'AFLARIN RABBİ"NE YÖNELEN ONURLU BİR "BALDIRI ÇIPLAK"
Ans kabilesinin Yâm koluna mensup olan babası Yâsir, kaybolan kardeşini aramak için Yemen'den Mekke'ye geldi. Benî Mahzum kabilesinden Ebu Huzeyfe'nin himayesine girdi ve Sümeyye adlı cariyesiyle evlenerek oraya yerleşti.
Ammar, bu evlilik sonucu dünyaya geldi.
Hz. Peygamber'den birkaç yaş büyük olduğu, çocukluk ve gençlik yıllarını birlikte geçirdikleri kabul edilmektedir.
Sıkıntılar içinde büyümesine rağmen sağlam bir kişiliğe, arayış ve sorgulamalarla zenginleşen bir dikkate ve muhakeme yeteneğine sahipti. Hz. Peygamberin davetinden etkilenen ilk insanlardandı. Müslümanlığını ilan eden ilk yedi kişiden biri olarak Darülerkam'daki çalışmalara katıldı.
Ammar'ın annesi Sümeyye ile babası Yâsir de ilk Müslümanlardandır. Ammar, ulaştığı aydınlığı büyük bir sabır, titizlik ve istekle ailesine de aktarmaya çalıştı ve başarılı oldu. Mekke'de sıradan bir göçmen, bir sığıntı, bir baldırı çıplak muamelesi gören ve himayesiz kalan bu insanlar; vahyin ilk tanıklarından oldular. Hz. Peygamber'in okuduğu âyetler, içlerini ve evlerini genişletiyordu. Şahsiyetleri bir inkılâba uğruyor, başları dik ve onurlu insanlar olarak hayata katılıyorlardı. Allah'ın elçisi, onlarla birlikte yiyip içiyor, onlara âdil muamelede bulunuyor, onların görüşlerini alıyor; Mekke ulularının küfredip horladıkları bu müstez'afların büyük bir sevgiyle sırtlarını sıvazlıyordu.
Abdullah oğlu Muhammed'in davetinde ciddi olduğunu gören egemen müşrikler, yalanlama ve alaydan sonra eziyetlere başladılar. Hakaretlerin yerini zamanla boykot ve ağırlaştırılmış işkenceler almaya başladı. Kur'an âyetleri göstermektedir ki baskı ve zulüm davetin ilk dönemlerinden itibaren başlamış ve Mekke dönemi boyunca devam etmiştir. Bu konuyla irtibatlandırılabilecek âyetlerde erkeklerle birlikte kadınların da zikredildiği görülmektedir. Bu eziyetler, özellikle kölelere ve müstez'af kadın ve erkeklere yöneltilmişti. Mekke liderleri, Rasulullah'ın çağrısının bu ezilen kesim arasında kabul görmesinden ve bu insanların kendi kontrollerinden çıkmasından endişe etmekteydiler.
Yâsir ailesi, Mekke'de kendilerini himaye edecek kimseleri olmadığı için, Kureyşli müşriklerin ağır zulüm ve işkencelerine maruz kaldılar. Direndiler. Zorbalıklara göğüs gerdiler. Onların bu tutumu, müşrik Mekke ileri gelenlerini çileden çıkartıyordu. Yıllardır horladıkları bu insanların kendilerine boyun eğmemesi, öfkelerini her geçen gün biraz daha artırıyordu.
Zorbalığın üzerine çullandığı ilk aile, Ammar'ın ailesi oldu. Tehdit edildiler. Kovalandılar. Yolları kesildi. Hakaretlerle karşılaştılar. Zorbaların hiçbir vaadine kanmayan, sürüklenerek putları tazime götürülen, tekme tokat dövülen bu insanların ağzından sadece Allah'ı birleyen ve elçinin getirdiği mesajı yücelten sözler çıkıyordu. Gördükleri eziyetler, henüz Müslüman olmamış fakat insani duyarlılığını da büsbütün yitirmemiş insanların bile içini sızlatıyor, gözlerini yaşartıyordu. Henüz yolun başında olan ve her yönden kuşatılan İslami davetin, peygamber diliyle kendilerine ulaşan şu çığlığı onların tek azığı olmuştu: "Sabredin ey Yâsir ailesi! Size cennet var!"
Annesi Sümeyye, bu işkenceler sonunda gövdesi parçalanarak öldürüldü. Ebu Cehil tarafından acımasızca ve alçakça öldürülen bu büyük ve korkusuz anne, Allah yolunda canını vererek mesajın ilk şahidlerinden oldu. Vahyin insanı dirilten, arındıran, bilinç ve cesaret aşılayan mesajı; ilk şehidi olan bir kadının destansı direniş ve tanıklığıyla güçlendi. Onun ismi ve mücadelesi, çağları aşarak günümüze kadar geldi ve Müslümanların bilincinde daima uyarıcı, etkileyici, ateşleyici bir yeri oldu. Aynı gün, Ammar'ın babası Yâsir de ağır işkenceler altında şehid edildi.
"Rabbim Allah'tır" dedikleri için işkenceye uğrayan insanlardan oluşan bir aile, herkesin gözü önünde yok olmak üzereydi. Ammar; Mekke dışındaki kayalıklara götürülüyor, giysileri çıkarılarak günün sıcağında kızmış taşlarla dövülüyordu. Bazen de sırtında ateş gezdirip, kızgın güneş altında saatlerce aç ve susuz bırakıyorlardı.
Yâsir'in ve Sümeyye'nin oğlu, müşriklerin dayanılmaz eziyet ve baskılarına artık tahammülü kalmadığı bir gün, sırf bu işkenceden kurtulmak amacıyla onların arzusuna uyarak Lat ve Uzza lehinde sözler söylemek zorunda kaldı. Müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz, doğruca Rasulullah'ın yanına giderek başına gelenleri anlattı. Hz. Peygamber (s), ona, bu sözleri söylerken kalbinde neler hissettiğini sordu. Ammar da iman ile dolu olan kalbinde en ufak bir değişiklik olmadığını söyledi. Rivayetlere göre, Hz. Peygamber (s), yine işkenceye uğrarsa aynı sözleri söylemesinin bir mahzuru bulunmadığını belirtti. Nitekim bu konuyla ilgili olarak nazil olduğu kabul edilen âyet-i kerimede, kalbi imanla dolu olduğu halde dininden dönmeye zorlananların söyledikleri sözlerden sorumlu olmadıkları buyrulmaktaydı. (Nahl: 16 / 106).
Anne ve babasını kaybeden Ammar, Müslümanların arasında bulunarak direnişe güç katmaya devam etti. Rasulullah'ın kurduğu mektebin en etkin ve bilinçli öğrencilerinden biri oldu. Rivayetlerde geçtiği üzere "iliklerine kadar iman dolu bir adam" olduğunu dost düşman herkese gösterdi. Direnişini, bilgi ve bilinçle zenginleştirdi. Rasulullah olmadığı zaman, Hz. Ali ile dostluğunu pekiştirdi ve onun en yakın arkadaşlarından biri olarak tanındı.
Hicretten sonra Hz. Peygamber (s) onunla Huzeyfe bin Yemân arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Ammar, Mescid-i Nebevi'nin inşası sırasında büyük bir gayret sarf etti. Herkes bir kerpiç taşırken onun iki kerpiç getirdiğini gören Rasulullah, ona sevgi ve merhamet dolu sözler söylüyordu. Buhari'nin Sahih'i başta olmak üzere çeşitli hadis kitaplarında, gelecekten haber veren bir form içerisinde, Ammar'ı öven ve ona düşmanlık edenleri lanetleyen rivayetler bulunmaktadır. Yine bu rivayetlerde, Ammar'ın Hz. Peygamber (s) dönemindeki bütün savaşlara katıldığı dile getirilmektedir.
Ammar, Hz. Ebu Bekir devrinde, Müseylimetü'l-kezzab ile yapılan Yemâme Savaşı'nda bir kulağını kaybettiği halde yiğitçe savaştı ve dağılmak üzere olan İslâm ordusunu yeniden toparladı. Abdullah bin Ömer, onun bu savaşta nasıl mücadele ettiğini şöyle anlatmaktadır: "Yemâme gününde Ammar b. Yâsir'i gördüm. Bir taşın üstüne çıkmıştı ve yüksek sesle haykırıyordu: 'Ey Müslümanlar! Cennetten mi kaçıyorsunuz? Buraya gelin, yanıma gelin!' Kulağı kesilmişti ve yanağından aşağıya sarkarak, bir öteye bir beriye vurarak sallanıyordu. Bunun acısını hiç hissetmiyormuş gibi var gücüyle savaşmaya devam etti."
Mekke'nin "baldırı çıplak" ve kimsesiz evladı, süreç içerisinde hem samimiyeti ve fedakârlığıyla herkesin takdirini topluyor hem de bilgi ve deneyimini artırıyordu. Rasulullah'ın ilk ve gözde sahabilerinden olan Ammar'ı, Hz. Ömer Kûfe'ye vali olarak gönderdi. Ammar, bu sırada vuku bulan Nihavend Savaşı'na ve Hûzistan'ın fethine iştirak etti.
ALİ'NİN MÜCADELESİNDE YOL ARKADAŞI
Süreç, Ammar bin Yasir'i, bozulma ve sapmaların karşısında dikilen duyarlı bir sahabi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fetihlerin inanılmaz bir hızla geniş bir coğrafyaya yayılması ve toplumun refah içinde şımarma emareleri göstermesi üzerine onun uyarı ve eleştirileri de artmıştır.
Ammar, Hz. Osman'ın Ümeyye oğullarını birbiri ardına önemli mevkilere getirmesini, onların da buraları kimi zaman bir "arpalık" gibi görmelerini eleştirenlerin başında gelmektedir. Bu muhalefeti kendisinden çok daha sert bir şekilde sürdüren Ebuzer Gıffari'nin Rebeze'ye gönderilmesi, onu hem çok üzmüş hem de yapılan icraatlara karşı tepkisinin dozunun artmasına yol açmıştır. Hz. Osman'ın uygulamalarına tepki gösteren ve bir müddet ona küsen Abdullah b. Mes'ud'un cenazesini kendisine haber vermeden defnettiği için, Hz. Osman da Ammar'ı Medine'den sürmeyi düşünmüş; fakat Hz. Ali'nin araya girmesiyle buna engel olunmuştur.
Ammar, Hz. Osman'ın öldürülmesi üzerine Hz. Ali'ye biat etti. Onun en yakınında bulunan, ona her yönden destek olmaya çalışan sahabilerden biri hâline geldi. Cemel ve Sıffin'de Hz. Ali saflarında savaştı. Cemel'de öfkesini ve üzüntüsünü yenemeyerek, Hz. Âişe'ye yönelip "Ey müminlerin annesi! İçin rahat mı, yakıştı mı sana bu yaptıkların?" diyerek çıkışmıştır. Hz. Ali'den tarafından uyarılan Ammar, daha sonra, Hz. Aişe bir birlik eşliğinde yola çıkmadan önce ondan özür dilemiştir.
Bütün bunlar olurken, yaşı artık çok ilerlemişti. Birçok kaynakta, Sıffin savaşına katıldığında 93 yaşında olduğu söylenmektedir. Buna rağmen Hz. Ali'nin yaya birliklerinin kumandanı olarak savaşırken şehid edildi. Cenaze namazını Hz. Ali kıldırdı ve şehid düştüğü yere defnedildi.
Hadis koleksiyonlarında, Ammar'ın "âsi bir topluluk" tarafından öldürüleceğini haber veren çok sayıda rivayet yer almaktadır. Hatta Ammar'ın öldürülmesi üzerine Muaviye ordusunda büyük bir karışıklığın meydana geldiği ve insanların endişeye kapıldığı aktarılmaktadır. Bazı rivayetlerde Amr bin Âs'ın, büyük bir üzüntüyle, "Böyle bir olayı görmektense, yirmi yıl önce ölmüş olmayı tercih ederdim." dediği; bunun üzerine Muaviye'nin "Onu biz öldürmedik, buraya getirenler öldürdü!" diyerek Amr'ı teselli etmeye çalıştığı bildirilmektedir. Bu tür rivayetlerin gayptan haberler içermeleri bir yana, son çözümlemede binlerce insanın ölümüne yol açan Muaviye ve Amr b. Âs'ı kollayan bir boyutu olduğu muhakkaktır. Anca bütün bunlar, Ammar'ın o dönemde oldukça önemsenen, kendisine ve misyonuna büyük bir değer atfedilen ve Hz. Peygamber'in eski bir arkadaşı olarak çok sevilen bir insan olduğuna dair ipuçları da barındırmaktadır.
ŞEHİD OĞLU ŞEHİD
Tarihçiler ve siyer yazarları, 657 yılında ölen Ammar bin Yâsir'in uzun boylu, kara yağız, elâ gözlü ve geniş omuzlu olduğunu; sade ve nezih bir hayat sürdüğünü anlatmaktadırlar. İbadetlerinde son derecede titiz olduğu, İslâm tarihinde evinin bir bölümünü mescid olarak ayıran ilk şahıs olarak bilindiği zikredilmektedir. Kendisinden epeyce rivayet de aktarılan Ammar bin Yâsir'in şu sözü, Buhari'nin Sahih'inde, "İman" başlığı altındaki rivayetlerde yer almaktadır:
Kim şu üç şeyi bir araya getirebilirse imanın tamamını elde etmiş olur: Kendi aleyhine de olsa insafı elden bırakmamak, herkese selâm vermek, fakir iken bile ihtiyaç sahiplerini düşünerek sadaka vermek."
Rasulullah'ın ilk ve en önemli arkadaşlarından biri olan Ammar'ın portesi, nerdeyse bir ömür soluk soluğa süren bir mücadeleyle bütünleşmektedir. Mekke müşriklerinin öldüremediği bu adamın, Müslümanlar eliyle öldürülmesi hem üzücü hem de düşündürücüdür. 90 yaşını aşmış bir adam olarak hak ve doğru bildiği bir yolda koşuşturması ve savaşım vermesi de ibretlerle doludur kuşkusuz. Gövdesinin birçok yeri işkence izleriyle ve savaşlarda aldığı yaralarla dolu olan ve adeta "yaşayan bir şehit" olarak dolaşan bu peygamber dostu nihayet sıcacık yataklardan ve konfordan uzak bir şekilde, kılıçların ve mızrakların gölgesi altında düşmüştür toprağa. Yâsir ailesi, böylece, bir "şehadet yuvası" olarak geçmiştir tarihe.
Onun yiğit ve şehid anasına selam olsun!
Onun kahraman ve şehid babasına selam olsun!
"Şehid oğlu şehid"e, Ammar bin Yâsir'e selam olsun!
Bibliyografya:
1- Muharrem Ergül, Ammar bin Yâsir, Beyan Yayınları, İstanbul 1998.
2- İzzet Derveze, Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı, Yöneliş Yayınları, İstanbul 1995.
3- İbn İshak, Siyer, Akabe Yayınları, İstanbul 1991.
4- İhsan Süreyya Sırma, İslami Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, Beyan Yayınları, İstanbul 1990.
5- Mahmut Çınar, Ammar Bin Yâsir, Denge Yayınları, İstanbul 1998.
6- Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 1989.
7- Sadreddin Şerefüddin, Ammar bin Yasir, İnsan Yayınları, İstanbul 1998.
8- Mustafa Fayda, Ammâr b. Yâsir, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 75 – 76.
ALİ DEĞİRMENCİ
Haksöz-Haber