Prof. Dr. Cemil Aydın / AA Analiz
Amerikan Üniversiteleri Edward Said'in izinde
16 Mayıs Perşembe sabahı, Columbia Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi profesörlerinin yüzde 65'i, “akademik özgürlük ve ortak yönetişimin temel gerekliliklerini” ihlal ettiği ve “öğrenci haklarına eşi benzeri görülmemiş bir saldırıya” neden olduğu gerekçesiyle okulun başkanı Nemat Shafik'i kınayan bir güvensizlik kararını kabul etmek üzere oy kullandı. Aynı akşam, Columbia Üniversitesi'ndeki Filistin yanlısı öğrenciler ve öğretim üyeleri, resmi mezuniyet töreninin Üniversite Başkanı Shafik tarafından güvenlik ve emniyetle ilgili endişeleri nedeniyle iptal edilmesi nedeniyle, kampüs yakınındaki kalabalık bir salonda alternatif bir mezuniyet töreninde bir araya geldi.
Columbia Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencilerinin her iki eylemi de öğrencilerinin Gazze'deki soykırımı protesto etmeleri ve Filistin halkının hak ve özgürlüklerini desteklemeleri nedeniyle saldırıya uğrayan kurumlarının bilimsel saygınlığını ve hümanist ideallerini korumayı amaçlıyordu. Ne de olsa bu üniversite, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Orta Doğu'daki dış politikasının ırkçılığını ve oryantalizmini eleştiren etkili kitabıyla tanınan Filistin asıllı Amerikalı profesör Edward Said'in onlarca yıl ders verdiği bir üniversiteydi. Bugün Kuzey Amerika'da binlerce üniversite profesörü Orta Doğu tarihi ve Arap-İsrail çatışması üzerine verdikleri derslerde Edward Said'in hümanist mirasını sürdürüyor. 1980'lerden itibaren Orta Doğu'nun en önemli Siyonist ve Filistin karşıtı tarihçisi Bernard Lewis, Edward Said'in fikirlerine saldırmayı kendine misyon edinmişti. Ancak Bernard Lewis Araplara ve Müslümanlara yönelik derin ırkçılığı nedeniyle akademik savaşı kaybetmiştir. Bugün Lewis, Amerikan üniversitelerinde saygın bir bölge uzmanı olarak değil, sadece İslam, Müslümanlar ve Filistinliler üzerine ön yargılı ve ırkçı çalışmaların bir temsilcisi olarak okutuluyor.
Antisemitizm tanımının silah haline getirilmesi
Oysa Amerikalı siyasetçilerin konuşmalarına hakim olan dil Bernard Lewis'nin Siyonist Filistin karşıtı teorileridir. ABD Başkanı Joe Biden, üniversite kampüslerinde “antisemitizm” suçlamasıyla, devam eden bir soykırımı protesto eden üniversite öğrencilerine karşı sert polis önlemlerini desteklediğinde, Bernard Lewis'nin ABD'deki İsrail Lobisi tarafından formüle edilen bazı argümanlarını tekrarlıyordu. 7 Mayıs'ta Biden, İsrail'in sivilleri ayrım gözetmeksizin öldürmesine karşı meşru ve barışçıl öğrenci protestolarını bir tür "antisemitizm" olarak etiketledi. Ayrıca Filistinlileri “Yahudilere karşı kadim nefreti” olan insanlar olarak aşağıladı ki bu tamamen yanlış bir argümandır ve Müslümanların Yahudi düşmanı olduğu şeklindeki İslamofobik bir kinayeye dayanır.
Amerikalı liberal politikacılar ve gazeteciler arasında Filistin milliyetçiliğinin Yahudilere karşı doğuştan gelen bir düşmanlıktan kaynaklandığını iddia etmek ve Filistin-İsrail çatışmasını İslam ve Yahudilik arasındaki bin yıllık medeniyet çatışmasının bir yansıması olarak tasvir etmek çok yaygındır. Aslında medeniyetler çatışması tezi 1980'lerde Bernard Lewis tarafından İsrail'in yerleşimci politikalarını ve Filistinlilerin haklarının inkarını meşrulaştırmak amacıyla formüle edilmiştir. Biden'ın tarihsel olarak doğru olmayan bu tür ifadeleri, Filistin'de Müslüman ve Yahudilerin tarihsel olarak bir arada yaşaması konusundaki cehaletiyle açıklanamaz. Bu, ABD'deki İsrail Lobisi tarafından Filistinlilerin hak ve özgürlüklerini destekleyen her türlü ifadeyi kriminalize etmek için senaryolaştırılmış kasıtlı bir yalandır. Bu organize kampanyanın bir parçası olarak İsrail Lobisi, Uluslararası Holokost Anma İttifakı (IHRA) tarafından formüle edilen ve İsrail ve Siyonizm'e yönelik her türlü eleştiriyi Yahudilere karşı işlenmiş bir nefret suçu olarak gören antisemitizm tanımını silah olarak kullanmıştır. Halihazırda Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve ABD Kongresi bu Siyonist tanımı benimsemiş durumdadır ve Filistinlilerin haklarına yönelik desteğin özgürce ifade edilmesini engellemek amacıyla çeşitli eyaletlerde benzer yasaların çıkarılması ve tüm üniversitelerde uygulanması için sistematik bir çaba sarf ediliyor. Böyle bir paralel mevzuat ne mevcut ne de mantıklı olacaktır. Örneğin, Budist Burma milliyetçiliği adına bunu meşrulaştıran ve destekleyen Budist rahipler olmasına rağmen, Burma hükümetinin Rohingyalara karşı soykırım uygulamasını eleştirmenin Budizm karşıtı bir nefret suçu olduğunu kimse iddia etmedi. Hindistan hükümetini eleştirmek Hindu karşıtlığı sayılmazdı ve hiç kimse Suudi Arabistan, İran ve Pakistan'ı eleştirmenin Müslüman karşıtlığı sayılacağına dair bir yasa çıkarmadı.
Antisemitizmin bu aşırı İsrail yanlısı silahlanmasının aksine, Amerikan üniversitelerindeki akademisyenlerin çoğunluğu, “Filistinlilerin adalet talebini ve uluslararası hukukta yer alan siyasi, ulusal, medeni ve insani haklarının tam olarak verilmesini desteklemeyi” suç saymayan Antisemitizm Üzerine Kudüs Deklarasyonu'na katılacaktır. Kudüs Deklarasyonu, “Bir milliyetçilik biçimi olarak Siyonizmi eleştirmenin veya karşı çıkmanın ya da Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki bölgede Yahudiler ve Filistinliler için çeşitli anayasal düzenlemeleri savunmanın” nefret suçu olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirtiyor. Kudüs Tanımı, yine benzer şekilde “iki devletli, iki uluslu, üniter demokratik, federal ya da her ne şekilde olursa olsun ‘nehir ile deniz arasında’ yaşayan herkese tam eşitlik tanıyan düzenlemeleri desteklemenin antisemitik olmadığını” belirtiyor.
Uluslararası düzende çifte standart ve ikiyüzlülük
İHRA tanımını dayatmaya yönelik yasal girişimlerin ortaya koyduğu şey, sosyal eşitsizlikleri ve adaletsizliği anlama ve bunlara karşı çıkma alanı olarak üniversitelerden duyulan korkudur. Bu anlamda, beyaz üstünlükçü ve Cumhuriyetçi muhafazakar yasa koyucular tarafından kölelik ve ırkçılık tarihine ilişkin Amerikan üniversite eğitiminin müfredatını ve içeriğini değiştirmeye yönelik benzer sistematik çabaların olduğunu hatırlamak önemlidir. Bunlardan en dikkat çekeni, Florida'da beyaz Amerikalıları rencide edeceği gerekçesiyle ırk teorisinin ve ABD'deki kölelik tarihinin eleştirel anlatımının öğretilmesinin yasaklanmasıdır. Amerikalı muhafazakarların ırk ve kölelik tarihinin öğretilmesine karşı çıkarak yapmaya çalıştıkları şey, İsrail lobisi tarafından bu kez Liberal Amerikalıların ve New York Times gibi sözde ilerici gazetelerin desteğiyle İsrail'in Filistinlilere uyguladığı baskının tarihi konusunda başarıyla gerçekleştirilmiştir. Bu girişime göre, son 100 yılda Filistinlilere kendi yurtlarında neler olduğuna dair gerçekleri öğreten herhangi bir profesör ve metin antisemitizmle suçlanacaktır çünkü bu kaçınılmaz olarak İngiliz imparatorluğu, Siyonist hareket ve İsrail hükümeti tarafından Filistin halkına yapılan adaletsizlikten bahsedecektir.
Antisemitizm tanımını Filistinlilere ve Müslümanlara karşı yeni bir ırkçılık biçimi yaratmak için kullanmanın başka bir ironisi de var. Filistin yanlısı fikirlerin kriminalize edilmesi, eşitlik ve insan hakları, aydınlanma ve adalet gibi küresel değerleri dile getiren Filistinlilerden korkulduğunu ve bunların reddedildiğini gösteriyor. Filistinliler ve müttefikleri evrensel adalet, eşitlik ve haklar dilini ne kadar çok kullanırsa, ABD ve Batılı güçler tarafından yaratılan sözde kurallara dayalı uluslararası düzendeki çifte standart ve ikiyüzlülüğü o kadar çok ifşa etmiş olurlar. Bu adalet ve eşit haklara dair iddiaları reddetmenin tek yolu Filistinlilere, Araplara ve Müslümanlara yönelik yeni ırkçılık biçimleri icat etmektir. Bu anlamda, mevcut Filistin karşıtı mevzuat, genel olarak ırkçılığın en önemli yönünü ortaya koyuyor: Bu, insanlar arasındaki kültür farklılığından veya cehaletten kaynaklanan ön yargı ve nefretin bir sonucu değildir; belirli insan gruplarını insanlıktan ve adaletten mahrum etmek için kasıtlı olarak yaratılmış bir ideolojidir.
ABD Kongresi'nin beşeri bilimler, tarih ve sosyal bilimler alanlarında üniversite eğitimini kontrol etmeye ve sansürlemeye yönelik son girişimleri, yüksek öğretimin modern dünyanın ve toplumların doğasına ilişkin herhangi bir eleştirel inceleme yapmaksızın, büyük şirketler için faydalı çalışanların mesleki eğitiminin yapıldığı bir yer olarak kalmasını sağlamaya çalışan otoriter arzuyu yansıtıyor. Gerçekte, öğrencilerin çoğunluğu iyi maaşlı işler bulmak ve gelecekteki kariyerleri için beceriler edinmek amacıyla yüksek öğrenim görüyor. Ancak beşeri ve sosyal bilimlerde yüksek öğrenimin asil amacının hiçbir zaman bu olmaması gerekiyordu. Üniversiteler, insanların modern dünyayı yaratma biçimlerini, bu dünyayı insanlık ve dünyamız için daha adil hale getirmek üzere değiştirebileceğimiz ahlaki bir amaçla incelediğimiz yerlerdir. Antisemitizmin tanımı ve Filistin halkının doğru tarihini öğretme hakkı konusundaki yasal mücadele, Amerikan yükseköğretim sisteminin ve onun hümanist ideallerinin ruhunu ve geleceğini belirleyecektir.
Mütercim: Hatice Karahan