"Amerikan İmparatorluğu çöküyor mu?" tartışmasına katılan, dikkate değer isimlerden biri de Britanya'nın önde gelen üniversitelerinden London School of Economics uluslararası ilişkiler profesörü Michael Cox. Cox, bu ay Chatham House'un dergisinde yayımlanan "9 / 11 Anniversary: From Empire to Decline / 11 Eylül'ün yıldönümü: İmparatorluk'tan Çöküşe" başlıklı makalesinde şöyle diyor:21. yüzyıla girildiğinde kimse Paul
Kennedy'nin yazdıklarına kulak asmıyordu. Amerikalılar kendilerine öylesine güveniyorlardı ki, bunun bölge ve ABD açısından doğurabileceği olumsuzlukları hiç düşünmeden Irak'ı işgal ettiler. Ama 11 Eylül'den on yıl sonra ABD tanınmaz hale geldi. Öncelikle siyasi açıdan. 2008'de Barack Obama'nın başkanlığa seçilmesinin temel nedeni, Amerikalıların kendilerine güvenlerinin kalmaması ve radikal bir değişime ihtiyaç olduğu inancıydı. Irak savaşı başlangıçta Amerikalıları çok büyük ölçüde birleştirdi, ama bugün liberallerle muhafazakârlar arasındaki uçurum neredeyse kapatılamaz hale gelmiş durumda. 2007'de patlak veren ekonomik kriz, Amerikan yaşam tarzına büyük darbe indirdi. Artık Amerikalıların sadece dörtte biri çocuklarının kendilerinden daha iyi yaşayacağına inanıyor. ABD, Irak ve Afganistan'da savaşmaya devam ederken Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler zenginleşmeyi sürdürüyor.
Cox, analizini şöyle tamamlıyor: Bazıları güçlü üniversitelerine, sert ve yumuşak güç karmasına, dünyaya yayılan bir güce sahip oluşuna, dünyanın büyük şirketlerinin yarısından fazlasının Amerikalı olmasına, uluslararası ticaretin yüzde 60'ından fazlasının dolarla yapılmasına bakarak ABD'nin dünyadaki yerinin değişmediğini ileri sürebilirler. "Ne var ki, George W.Bush'un yanlış düşünülmüş 'terörle savaş'ı, ardından 2007 ekonomik krizi dikkate alındığında Amerika'nın çöküşü kaçınılmaz görünüyor... Belki Kennedy'nin öngörüsü sonunda gerçekleşiyor." (The World Today, Vol. 67, No. 8/9.)
Amerikan İmparatorluğu'nun çöktüğüne dair görüşleri paylaşmayanlar da az değil. Bu cenahın temel argümanlarını belki en iyi, Venezuela kökenli tanınmış yorumcu Moises Naim "Why the US will remain the strongest country in the world / ABD neden dünyanın en güçlü devleti olmayı sürdürecek" başlıklı makalesinde sıralıyor:
1) ABD'nin ağırlığının temel dayanakları hâlâ dünyanın en güçlüleri. Wall Street, Pentagon, Hollywood, Silicon Valley, üniversiteler ve başka birçok kaynakları hâlâ rakipsiz. Borsa darbe yiyor, bütçe kısıntıları silahlı kuvvetler dahil birçok sektörü zayıflatacak. Yine de ABD'nin rakiplerine öylesine üstün ki bu kısıntılar tepedeki konumunu etkilemeyecek. 2) Önemli olan, mutlak değil göreli güç. ABD'nin mutlak gücü inişte olmakla beraber, en yakın rakiplerinin de ciddi sorunları var. Bu sorunlar onları ABD kadar veya daha fazlasıyla tehdit ediyor. 3) Zengin ülkelerin çoğunda nüfus yavaş artıyor ya da azalıyor. ABD'de ise artıyor. ABD, dünyanın en yetenekli ve girişimci insanlarını cezbetmeyi sürdürüyor. ABD, göçmenleri entegre etmede ve onları üretken kılmakta öteki ülkelerden çok daha başarılı.
4) Küresel finansal panik yaşandığı ve yatırımcılar tasarrufları için güvenli mahreçler aradığında, yine ABD'ye yöneliyorlar. Bütün borsalar çöküyor, ama Amerikan hazine bonolarına olan talep azalmıyor. 5) Radikal ve yıkıcı hiziplerin etkisi geçici olacaktır. Aşırı görüşlü grupların birden ortaya çıkıp sahneyi işgal etmeleri, sonra ortadan kaybolmaları ABD'de tekrarlanan bir olay. McCarthy'cilik ve çeşitli popülist akımlar, Ross Perot bunun örnekleri. Çay Partisi de bir başkası olacak.
Naim de şöyle bitiriyor: "ABD devasa problemlerle karşı karşıya mı? Evet. Dünya egemenliğine meydan okuyan rakipleri çoğaldı mı? Evet. ABD, güç yitirdi mi? Evet. Başka ülkelerden daha çok mu zayıfladı? Hayır. Öngörülebilir bir gelecek için dünyanın en güçlü ülkesi olmaya devam edecek mi? Evet." (Fox News Latino, 9 Ağustos 2011.)
Fırsat buldukça konuya devam edeceğim.
ZAMAN