WikiLeaks’in ifşa ettiği gizli belgelerle ilgili düşüncelerim, gazetemiz yazarlarından Nilüfer Kuyaş’ın 3 Aralık 2010 tarihli “Anarşistlerin bayramı” başlıklı yazısındakilerle neredeyse aynı. Tarihte benzeri olaylar olup olmadığı konusuna gelirsem; evet, var. Örneğin Osmanlı Devleti’ni Britanya ve Fransa arasında nüfuz bölgelerine ayıran 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması, 1917’de Rusya’da iktidarı ele geçiren Sovyet hükümeti, Çarlık idaresi tarafından yapılmış tüm gizli anlaşmaları kamuya açıklamasaydı belki de hiçbir zaman bilinmeyecekti. Bu ifşaat o yıllarda pek etkili olmamıştı ama günümüzde “büyük devletlerin Türkiye’yi bölme” komplolarına karine olarak sık sık gündeme getiriliyor.
1979 Tahran krizi
4 Kasım 1979’dan itibaren 444 gün boyunca İranlı gençlerce işgal edilen Tahran’daki ABD Elçiliği’nin kâğıt kıyma makinesinde bulunan belge parçaları, 250 kişilik bir genç kız grubu tarafından birleştirilmiş ve 1985’te 61 cilt halinde yayımlanmıştı. Ancak ABD, hâlâ bu belgelerin büyük bir bölümünün ABD’yi “Büyük Şeytan” olarak göstermek isteyen İslam devrimcileri tarafından imal edildiğini ileri sürüyor.
Türkiye’deki en ünlü olay ise 1964 haziranında Kıbrıs’a çıkartma yapmakta ısrar eden İnönü Hükümeti’ne yazılan kaba Johnson Mektubu’nun kamuoyundan saklanan içeriğinin, 11 Ocak 1966 tarihli Hürriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek tarafından yayımlanmasıydı. Bu ifşaat o günden beri etkisini koruyor.
Dickson Mektubu
Bugün pek hatırlanmayan bir başka olay ise eski darbeci Tabii Senatör Haydar Tunçkanat’ın 6 Temmuz 1966’da TBMM’de, o günlerde Türkiye’den ayrılmış olan CIA’in Kara Ataşesi Albay Dickson’ın bir Türk ajanıyla yaptığı yazışmayı ifşa etmesiydi. Albay Dickson’a göre Türkiye’nin politik hayatında ordu her zaman istikrarı tayin eden birinci unsurdu. Ancak, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bazı subayların ordudan atılması ABD’nin nüfuzunu ciddi biçimde engellemişti. 1966’da yine bazı ABD karşıtları hakkında bir tasfiye kararı alınmıştı. Ekindeki liste birçok ünlü solcunun adını içeren “Dickson Mektubu” o günlerde özellikle sol çevrelerde büyük yankı uyandırmıştı.
Nazi yanlısı gazeteciler
Ama ancak 60 yıl sonra ortaya çıkan ve pek yankı uyandırmayan belgeler de var. Örneğin araştırmacı Rıfat N. Bali’nin “II. Dünya Savaşı Yıllarında Nazilerin Türk basınını etkileme çalışmaları”, (Toplumsal Tarih, S. 152, Ağustos 2006, s. 26-30) adlı makalesinde ele alınan, Ankara’daki Askerî Ataşelik tarafından düzenlenmiş ve ABD Genelkurmay Başkanlığı Savaş Bölümü Askerî İstihbarat Bölümü’ne sunulmuş 4 Aralık 1944 tarihli istihbarat raporu gibi.
Kaynağı “sabık bir Alman ajanı” olan, “Türk basınını etkilemek isteyen Almanların gayretleri” başlıklı raporda Cumhuriyet’in sabık başyazarı Yunus Nadi hakkında şunlar yazılı: “Her ne kadar emekli olarak yaşadığı varsayılsa da, artık başyazı yazmasa da halen gazeteyi kontrol eder ve yönetir. Bir zamanlar mebustu ancak taraflı (ve Alman yanlısı) yazıları ve faaliyetleri nedeniyle emekli olmaya mecbur edildi.”
O yıllarda Almanya sempatisi yüzünden adı ‘Yunus Nazi’ye çıkan Yunus Nadi’nin oğlu ve gazetenin başyazarı Nadir Nadi ise şöyle tanıtılıyor: “Onun da Nazi yanlısı olduğu sanılmakta. Nadir şu anda babasının fikirlerini kaleme alan bir elden fazla bir şey değildir.”
Raporda Doğan Nadi hakkında “Bir Amerikalı kadınla (gençlik soyadı Hudson) evli, (Yunus Nadi’nin) diğer bir oğlu. Kuvvetli bir karakter değil, fazla bir ehemmiyeti yok” deniyor.
Almanlardan alınan rüşvetler
1925’te İstiklal Mahkemesi’nce kapatılan ancak 1940’ta tekrar yayımlanan Tasvir-i Efkâr gazetesinin Başyazarı Ziyad Ebüzziya hakkında ise şöyle not düşülmüş: “Gazetesinde yayınlanan başmakaleleri okuyan birisi, gazetenin Mihver [Almanya ve müttefikleri] yanlısı olduğundan şüphe duymaz. [Alman Basın Ataşesi Hugo] Seiler, Tasvir-i Efkâr’a cömertçe para ödedi. Başyazının kim tarafından yazıldığını tespit etmek, yazarın üslubuna aşina olunması istisnası dışında genellikle zordur zira birçoğunda imza olarak sadece gazetenin adı var.”
Tasvir-i Efkar yazarı Peyami Safa ise, “Fena halde içki içen bir dejenere. Ayık olduğu zaman iyi yazar. Almanlar onu sadece maaşa bağlamışlardı. Seiler kendisine ayda 1.500 lira öderdi” sözleriyle raporda yerini almış.
Rapora göre Son Posta “İstanbul’un önemli bir akşam gazetesi. Arada sırada bir başmakale dışında, Mihver yanlısı görüşleri yok. Bundan, Selim Ragıp Emeç (başmuharrir) mesuldü. Hiçbir zaman çok yukarıya tırmanmaya hevesli olmayıp, Seiler’in emri üzerine Alman yanlısı ılımlı bir başyazı yazmakla yetinirdi. Buna karşılık, mutad üçer aylık dönem zarfında her gün (teslime dilmeyen) 2000 nüsha gazetenin bedeli kadar para alırdı. (Almanlar hiçbir zaman aynı anda üç aydan daha fazla bir dönem için abonelik satın almadılar.)”
Kumar borçları nasıl ödendi?
Raporda, kökü 1918’e dayanan Akşam gazetesinin kurucusu ve başyazarı Necmettin Sadak hakkında söylenenler ise yenilir yutulur cinsten değil: “Mebus ve TBMM Hariciye İşleri Komisyonu azasıdır. Sadak, kendisinden çok daha genç ikinci zevcesinin İstanbul Jokey Kulübü’nde kumar oynarken ciddi miktarda para kaybetmesinden dolayı, geçtiğimiz birkaç ay zarfında ciddi mali sıkıntı içindeydi. Yaklaşık sekiz ay önce, Türkiye’nin Almanya ile münasebetlerini kesmesinden birkaç ay önce, 1.228 bin liralık borcu birikmişti. Kısa bir süre sonra Sadak ailesinin Almanlardan satın aldığı gıcır gıcır bir arabayla İstanbul’da dolaştığı görüldü. Aynı zamanda başyazılarda yeni bir Mihver yanlısı tavır kendini belli etti. Ancak her zaman kazandığından çok daha süratli para harcayan ve mali destekte bulunduğu iki evli kızı olan Sadak’ın kısa süre sonra başı yine beladaydı. Akşam’ın ortağı olan Kazım Şinasi (Dersan) ona borç para verdi ve karşılığında gazetedeki hissesini ipotek ettirdi.”
Rapor şöyle bitiyor: “Türk basınına iane dağıtan, Seiler dâhil bütün Almanlar şimdi ya Türkiye’de enterne edilmiş vaziyetteler veya ülkeyi terk ettiler. Rüşvet dağıtmak için halen kaynaklar mevcut ve bunlar Japon Sefareti’nin siyasi ajanı Viscount Aoki tarafından denetlenmekte. Ancak Aoki’nin bu paranın ne kadarını harcamakta olduğu bilinmemekte.”
***
Amerikan diplomatları Babıâli’de
Rıfat N. Bali’nin “Amerikan Milli Arşivleri Belgelerine Göre Altmışlı Yıllarda Türk Basını”, (Tarih ve Toplum, S. 240, Aralık 2003) adlı makalesine konu olan Amerikan belgelerinde ise Türkiye-ABD ilişkilerinin Kıbrıs başta olmak üzere pek çok nedenle aşırı derecede ısındığı 1960’ların sonlarında ABD’li diplomatların Türkiye’de yayımlanan önemli gazetelere dair değerlendirmeleri var.
Ilıcak’ın Tercüman’ı
Örneğin ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nca 12 Nisan 1967 tarihinde yazılmış bir raporun konusu “33 yaşındaki çalışkan işadamı Kemal Ilıcak’ın” Tercüman Gazetesi. Raporda Ilıcak’ın Ziraat Bankası’ndan aldığı iki milyon lira ile aile dostu Henri Maçoro’nun aynı miktardaki sermaye desteği ile İngiltere’den aldığı beş web ofset makinesi ve Tercüman’ın nerelerde basılacağı, mevcut tirajı (206.317) ve hedeflediği tiraj (539.401 ile Hürriyet’i geçmek) hakkındaki değerlendirmelerden sonra şöyle deniyor:
“Ilıcak Başbakan Demirel’i yaklaşık ayda bir kere Ankara’da ziyaret etmekte, gazetesi Demirel hükümetine kuvvetli destek vermeye devam etmekte. Böylece gazetenin tirajındaki bir artış basının hükümete verdiği desteği arttıracaktır. Mamafih Tercüman okurlarının her halükârda AP’yi [Adalet Partisi] destekledikleri de çok muhtemel. Tercüman’ı diğer hükümet yanlısı İstanbul gazetelerinden ayıran özellik AP’nin popülaritesinin dayandığı Menderes mistiğini galiba kapmış olmasıdır. AP’nin yarı resmî yayın organı Son Havadis’in aksine Tercüman AP çizgisini müdafaa etme amacıyla polemiklere girmekten sürekli kaçınmakta; en büyük rakibi Hürriyet’in aksine köşe yazarları kullanmakta; Haber’in aksine muhafazakâr bakışı geniş bir şekilde ortaya koyan durumlardan kaçınmakta; Yeni İstanbul, [Babıâli’de] Sabah ve Bugün’ün aksine dinî konulara önem vermekte ancak dengeli bir tutum izlemekte.”
Garantili formül
Raporda Tercüman’ın yayın siyasetinin başarılı olmasını sağlayan formül şöyle tarif ediliyor:”Millî ve uluslararası haberleri İstanbul’un en ciddi günlük gazeteleri olarak kabul edilen Cumhuriyet, Yeni Gazete ve Milliyet kadar ciddi bir şekilde değerlendirme; kanunların müsaade ettiği ölçüde Menderes’ten ara sıra saygılı bir şekilde söz etme; dinî konulara saygılı ancak fazla göze batmayacak bir şekilde yer verme ve başyazılarda ara sıra dinî konuları tartışma; Atatürk’ün dil inkılâbı ile dinî inkılâplarına oldukça zeki ve ölçülü bir şekilde muhalif olma; CHP ve özellikle partinin lideri İsmet İnönü’yü şiddetli eleştirme; AP’yi destekleme; özel sektörü destekleme ve Komünizme muhalefet yapma.
Tercüman’ın Birleşik Amerika’ya karşı dostane bir tavrı var. Sık sık Amerika yanlısı haberlere yer vermekte ancak çoğu zaman Amerika aleyhtarı bir karikatür dizisini de devam ettirmekte. Genel olarak Tercüman’ın formülü, Türk terimlerine göre, ılımlı muhafazakâr olarak tanımlanabilir. Daha fazla okur elde etmedeki başarısı da geniş sayıdaki okur-yazar Türklerin hâlihazırdaki durumları hakkında büyük ölçüde fikir vermektedir.”
Mukaddesatçı Yeni İstanbul
ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nun Yeni İstanbul Gazetesi hakkındaki 27 Ağustos 1968 tarihli “görüşme notu” ise epey uzun. Bunun nedeni, başlığının kenarında “Muhafazakâr, mukaddesatçı ve milliyetçi gazete” yazan Yeni İstanbul’un 8 Temmuz 1968 tarihinde ABD’nin Ankara Büyükelçisi Parker T. Hart’ın CIA’e gönderdiği bazı “gizli belgeleri” yayımlaması olmalı. Aslında belgeler o günlerde çok popüler olan gençlik lideri, eski TMTF Dış Münasebetler Müdürü Deniz Gökkılıç’a ABD’nin Kültür ve Eğitim Mübadelesi programı çerçevesinde yapılan bir davetle ilgiliydi ama Yeni İstanbul bu haber sayesinde birkaç gün de olsa, ABD’li istihbaratçıların “aşırı solcu” diye niteledikleri Akşam gazetesi kadar çok satmıştı. Konsolosluk yetkililerini gazeteyi ziyaret etmeye yönelten sıcak gelişme ise, Çekoslovakya’nın SSCB tarafından işgal edilmesine atıfla, Türkiye’nin ilişkilerinde bazı düzenlemeler gerektirse de, NATO üyesi kalması gerektiğini vurgulayan başyazıydı.
Cumhuriyet’ten transfer
Görüşme notuna bakılırsa, Akşam bu belgeleri yayımlarken Cumhuriyet’in Dış Haberler Müdürü olan Kayhan Sağlamer’le Cumhuriyet’in Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Erol Dallı’ya altışar bin lira maaşla Yeni İstanbul’un ortak Genel Yayın Müdürlüğü teklif edilmişti. Sağlamer, konsolosluk yetkilileriyle konuşurken Yeni İstanbul’un yayımladığı gizli belgelerle alay etmiş ve kendisinin döneminde bu tür ‘saçmalıkların’ olmayacağına söz vermişti. Dallı ise Yeni İstanbul’un Cumhuriyet kadar aşırı solda olmayacağını fakat daha çok ılımlı solcu Milliyet’le rekabet edeceğini söylemişti.
Rapor şöyle devam ediyor: “Dallı’nın dediğine göre Yeni İstanbul uzun vadede başarılı olmayı hedefliyor. Bu yüzden gazeteyi hanımların okuması için kocaların gazeteyi eve getirmelerini sağlayacak tefrika romanlar yayınlamaya devam edecek. Böylece çocuklar Yeni İstanbul’u evlerde de görebilecekler. Tefrikalar aynı zamanda Anadolu’daki köylüler gibi boş vakitleri çok ve eğlence imkânları az olanlar için de cezbedicidir. Dallı’ya göre Hürriyet basit ve düzgün yazı üslûbu, cinayet ve seks haberlerinin bolluğu nedeniyle Anadolu’da çok başarılı olmuştu. Anadolu’da en çabuk büyüyen gazete ise fanatik dinî görüşleri nedeniyle bir tehlike teşkil eden Bugün’dü. Yeni İstanbul’un [ise] ılımlı bir etkisi olacağını ummaktadır.”
Kemal Uzan’ın sihirli formülü
Yeni İstanbul ile ilgili 10 Eylül 1968 tarihli ve “Aşırı Sağdan Ortanın Soluna” başlıklı raporda ise tanıdık bir isimle ve tanıdık yöntemlerle karşılaşıyoruz: “...Solcu Cumhuriyet gazetesinden Yeni İstanbul’a transfer olan mini etekli bir genç bayana göre Yeni İstanbul’un sahibi, hâlâ tirajı arttırmanın sihirli formülünü arayan aynı adam: Kemal Uzan. Bu bayanın raporu düzenleyen Konsolosluk yetkilisine söylediğine göre, Uzan eski çalışanları tarafından masonları ‘teşhir eden’ tefrikaların gazete için iyi olacağına kolaylıkla ikna edilen ‘çılgın’ bir adam. Bu bir işe yaramayınca gazeteyi daha önce muhafazakâr Tercüman gazetesinde çalışan (ve şimdi Tercüman’a dönen) CHP üyesi Oktay Verel’in yönetimine teslim etti. Verel, Konsolosluk yetkilisine Yeni İstanbul’da daha ılımlı bir siyaset güdeceğini söyledi ve bir süre böyle bir siyaset güttü. Gerçi mason aleyhtarı tefrikalar devam etti ancak bunlar zamanla azaldı ve sonra terk edildi, fakat sansasyonel yazılar devam etti. Bunlar arasında zaman zaman azınlık, hükümet veya Amerika aleyhtarı lezzetli yazılar da vardı. Uzun bir Ermeni aleyhtarı tefrika [“Ermeni Meselesi ve Perde Arkası”, 8 Temmuz-16 Ağustos 1968] daha yeni sona erdi...”
Metin Toker’in AKİS’i
ABD Ankara Büyükelçiliği’nden merkeze gönderilen 5 Ocak 1968 tarihli “AKİS’in ölümü” başlıklı raporda ise o günlerde yayınını durduracağını açıklayan haftalık siyaset dergisi AKİS’le ilgili değerlendirmeler var. Raporda derginin neden kapandığına dair şunlar söyleniyor: “AKİS’e ilginin azalmasının birçok nedeni vardır. Daha önce olduğu gibi İsmet İnönü [artık] haber değeri olan bir şahsiyet değil. AKİS çoğu zaman [İsmet] Paşa’nın ne düşündüğünü öğrenmek için satın alınıyordu. Genellikle Paşa’nın AKİS’i yayınlayan damadı Metin Toker’e bilgi sızdırdığı veya dergiyi balon haber uçurmak için kullandığı kabul edilirdi. Günlük basında siyasi yorumların çoğalmasıyla birlikte haftalık siyasi dergiler gittikçe daha az popüler olmakta. Toker, etkili Milliyet gazetesinde sütun sahibi olmasından ve Demirel hükümetinin AKİS’in acı tenkitlerine maruz kalan Menderes hükümeti kadar kolay bir hedef olmamasından etkilenerek yayına son vermiş olabilir. (...) Bazı gözlemciler AKİS’in kapanma sebebini Toker’in daha kârlı bir geçim şekli araması, Kim (ortanın solu CHP) ve Ant’ın (TİP yanlısı) AKİS’in okur kitlesine derin bir şekilde nüfuz etmelerine bağlamaktalar...”
AKİS’in Amerikan karşıtı çizgisine karşılık Büyükelçilik raporunda şu satırları görmek şaşırtıcı olabilir: “Akis özlenecektir. Kim, Ant, Yön ve Yarın dergileri gibi sadece bir haftalık siyaset dergisinden ötesinde bir şeydi. Bir müesseseydi. Dedikodu sütunu daima ağız sulandırıcı ve genellikle doğru idi. Tiyatro ve müzik tenkitleri yüksek vasıflı yazılardı. Türk liderleriyle ilgili biyografik bilgiler de faydalı idi. Time modeline göre hazırlanmış dikkati çeken bir formatı ve gazetecilik üslûbu vardı...”
Aşırı Solcu Akşam
ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nun 20 Şubat 1968 tarihli “Aşırı Solcu Akşam: Amerikalıların Dostu” başlıklı raporu ise145 bin tirajlı Akşam gazetesinin sahibi Malik Yolaç ve Makale ve Fıkralardan Sorumlu Müdür Doğan Koloğlu ile yapılan görüşmeleri özetliyor. İlhami Soysal, Akşam’ın 8 Şubat 1968 tarihli sayısındaki “İkili Antlaşmayı açıklıyoruz” başlıklı yazısında NATO ülkelerinde bulunan ABD komutanlarına olağanüstü hallerde gerekli bölgeleri işgal etmeye yetki veren “USCINCEUR OPLAN” başlığını taşıyan “gizli” ve “çok gizli” damgalı belgeleri yayınlamıştı. Bu yayınla birlikte sol kesimler ABD ve NATO aleyhtarı kampanyalarına hız vermişlerdi.
Rapordan anlaşıldığına göre PEVA’nın 1967’de yaptığı bir araştırmada öğrencilerin yüzde 30,8’inin, hükümet görevlilerinin yüzde 25,8’inin Akşam okuduğunun belirtilmesi üzerine Konsolosluk Amerika karşıtı haberleri düzeltmek için Akşam kadrolarını yakın markaja almış.
Şeytan’ın Gör Dediği
Rapor Akşam’ın İkili Antlaşmalar, NATO, Kıbrıs ve Vietnam konusundaki Amerikan karşıtı tavrı konusundaki şikâyetlerden ve bunların düzeltilmesi için yapılan girişimlerden sonra şöyle devam ediyor: (...) Yolaç, tamamı imzalı makalelerden oluşan ikinci sayfaya dokunamadığını belirttiğinde ikinci sayfada yer alan (hemen hemen tamamiyle Amerikan aleyhtarı bir içerik taşıyan taşlama köşesi) ‘Şeytanın Gör Dediği’ni kimin yazdığını sorduk. Yolaç köşenin tüm gazete çalışanlarının ürünü olduğunu ve bu nedenle yoldan saptığında düzeltilebileceğini söyledi. Öte yandan, Çetin Altan veya İlhami Soysal imzalı makalelere dokunulamayacağını belirtti. Yolaç, Altan’ın köşesinin yanındaki “Düşünceye saygı” sütununda çeşitli gönüllü yazarların imzalı makalelerinin yer aldığını söyledi ve eğer biz de Amerikan siyaseti hakkında bir yazı yazmak istiyorsak “virgülüne dokunmadan” o sayfada yayınlanacağını ekledi...”
Rapordan anlaşıldığına göre bu cömert teklifin ardında o günlerde Doğan Koloğlu’nun Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a hakaretten yargılanması ve hükümetten gelmesi muhtemel baskılar olmalı. Nitekim Yolaç ile Koloğlu, ABD’li yetkililere daha sık biraraya gelinmesi teklifinde bulunmuş Akşam’ın haberlerinde görülebilecek hataların düzeltilmesi için kendileriyle irtibata geçmelerini istemiş.
Bu teklifler merkez tarafından beğenilmiş olmalı ki, Konsolosluğun Enformasyon Memuru W. Demitz, ABD’nin NATO nezdindeki Büyükelçisi Harlan Cleveland’ın NATO hakkında yazacağı bir makaleyi yayımlayıp yayımlamayacaklarını sormak üzere 20 Şubat 1968’de Malik Yolaç’ı tekrar ziyaret etmiş. Yolaç bunu makalede Türkiye’nin NATO içinde oynadığı rol ve üyeliğinin NATO’ya getirdiği avantajlara değinilmesi şartıyla kabul etmiş. Konsolosluk raporu, “Akşam okurlarının ilk defa bazı NATO yanlısı olguları ve argümanları okumaları kesinlikle zarar getirmeyecek, aksine kimi faydalar sağlayabilecektir” diye bitiyor.
Raporda YÖN dergisi ile ilgili değerlendirmeler de var ancak yerimiz bitti. Bu belgelere bakılırsa, ABD’nin o günkü kadroları bugünkülerden (hele de Eric Edelman’dan) çok daha nitelikli raporlar kaleme almışlar...
***
Not: Yazıya kaynaklık eden yazıları www.rifatbali.com adresinde bulabilirsiniz.
***
Düzeltme ve Özür: Geçen hafta Kemalizm konusundaki yazımı eleştiren okurun adı Aykut Yılmaz değil, Aytaç Yıldız’dı. Halen Londra Üniversitesi’nde çalışmalar yapan Dr. Yıldız’dan özür dilerim.
hurayse@hotmail.com
TARAF