Amerika terminolojisinde terörün mânâsı

​​​​​​​Amerika bir katliamdan diğerine, bir soykırımdan ötekine atlayarak ve masum insanların hayatlarını söndürerek yoluna devam ediyor.

Hayrettin Karaman, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Muhammed İmara’nın “Amerika Terminolojisinde Terörün Mânâsı” başlıklı yazısını çevirerek Batı’nın terör tanımı üzerinden duruyor:

Bu yılın şubat ayında, üç hafta süren bir hastalıktan sonra inşallah Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olan Muhammed İmara, Batılı kaynaklara dayanarak Batı’nın, çıkarları için terörü nasıl istismar ettiklerini örnekler vererek açıklıyor.

Bu açıklamayı nakletmeden önce, rahmete vesile olsun hem de ilgilenenler tarafından tanınsın diye onun kısa hayat hikâyesini sunuyorum.

M. İmara 8 Aralık 1931’de Mısır’da dünyaya geldi. Köyünün ilkokuluna devam ederken aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’i ezberledi ve usulüne uygun (tecvitli) okumayı öğrendi.

1965 yılında Kahire Üniversitesi Dâru’l-Ulûm Fakültesi İslamî İlimler Bölümü’nden mezun oldu, 1970 yılında İslam Felsefesi dalında master, 1975’te aynı alanda doktora yaptı. Sayısız denecek çoklukta ödül, nişan ve takdirname aldı.

İslâmî düşüncede uyanışı gerçekleştiren ilim ve düşünce adamlarının “Bütün eserleri” serisinden hayatlarını ve eserlerini yazıp yayınladı.

Pek çok ilmî kuruluşa üye oldu; el-Ezher’e bağlı “İslam Araştırmaları Merkezi”, “İslâmî İşler Yüksek Meclisi”, “Yüksek İslam Düşüncesi Enstitüsü” üyelikleri bunlar arasındadır.

Yusuf Karadâvî onun, merhum (çağdaş) Muhammed Gazalî’nin yerini tuttuğunu söylemiştir.

M. İmâra eski ile yeni ve iki aşırı uç arasında “orta yolu” benimsemiştir. Ümmetin uyanması, İslam medeniyetinin ihya ve inşası için yol gösteren eserler kaleme almış, içeriden ve dışarıdan sahih İslam’a yönelen fikir ve fiillere karşı etkili mücadeleye hayatını adamıştır.

Benim, internetten indirdiğim ve bir kısmını okuduğum kitaplarının sayısı 200’den fazladır. Buna makaleleri, konferansları, tebliğleri dâhil değildir.

Oğlunun ifadesine göre vasiyetinin önemli maddeleri şöyledir:

Projelerim ve yazmayı düşündüğüm eserleri oğlum ve öğrencilerim tamamlasınlar.

Dünyanın her yerinde mümkün olduğu kadar Müslümanlar benim için gıyabi cenaze namazı kılsınlar.

Düşüncemi ve davamı mümkün olan bütün vasıtalarla yaysınlar.

Hayatımı ve düşüncemi uygun ortamlarda anlatsınlar.

M. İmâra’ya Allah’tan rahmet dileyerek yazının başında zikrettiğim yazısını çevirerek sunuyorum:

Yazısının başlığı “Amerika Terminolojisinde Terörün Mânâsı”.

Daha önceki Amerika Başkanı Bush, 11 Eylül 2001 olayının akabinde teröre karşı savaş ilan eden ilk başkandır, lakin bu terörün ne olduğuna dair bir açıklama, bir tanımlama yoktur. Bu savaşı kutsal haçlı savaşı olarak tanımlamış, Afganistan ve Irak’a savaş açmıştır. Amerika’ya ait tanıklıklar şunu ortaya koymuştur: Terörden maksat İslam’dır; Batı modernizmini, Batı laisizmini ve özellikle de Batı değerler sistemini kabul etmeyen İslam’dır.

Francis Fukuyama, Newsweek’te (Aralık 2001-Şubat 2002) şunu yazmıştır:

Şu anda cereyan eden çatışma basitçe teröre karşı değildir; köktenci İslam inancına karşıdır. Bu inanç, Batı modernizmine karşıdır ve laik devlete karşıdır. Bu köktenci ideoloji, esas itibariyle komünizmden daha tehlikelidir. İstenen İslam’ın içinde bir savaştır ve İslam, Batı modernizmini, Batı laisizmini ve şu Hristiyanlık ilkesini kabul edinceye kadar sürecektir: “Kayser’e ait olanı Kayser’e, Allah’a ait olanı da Allah’a bırak”.

Richard Nixon “Ele Geçen Fırsat” isimli kitabında Amerika’nın, İslam köktenciliğinden maksadının ne olduğunu şöyle açıklamıştır: “Onlar İslam medeniyetini diriltmek, İslam şeriatını uygulamak, İslam’ı hem din hem devlet kılmak istiyorlar. Onlar geçmişe baksalar da bundan gelecek için bir kılavuz oluşturmak istiyorlar. Onlar muhafazakâr değiller, devrimcilerdir”.

Bu tanıklıkları izleyen eski İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher da şöyle diyor: “İslâmî terör 11 Eylül olaylarını, Bin Ladin’i ve Talibân’ı suçlu bulanları kapsıyor, Batılı değerleri reddedenleri ve menfaatleri Batı ile çelişenleri kapsıyor”.

Siyonist oryantalist Bernard Lewis, Newsweek’te (Sayı 14, Ocak 2004) şunu yazdı:

“Bugünkü terör, İslam ile Batı arasındaki uzun çatışmanın bir parçasıdır. İslam’ın dayandığı ahlak nizamı, Batı Hristiyanlık ve Yahudiliğinde olandan farklıdır. Bu savaş dinler arasında bir savaştır”.

2000 seçimlerinde başkan yardımcılığına aday olan Amerikan senatör Joseph Lieberman şunu yazmıştı: “Arap ve İslam devletleri ile ilgili çözümün tek yolu ve çaresi, Amerika’nın, onlara, zorunlu gördüğü değerler, sistemler ve siyasetleri dayatmasıdır. Amerika’nın bağımsızlık beyannamesinde ilan ettiği semboller ve ilkeler Amerika’nın sınırlarında sona ermez, diğer devletlere de uzanır”.

Bu tanıklıklar gösteriyor ki, Amerika’nın teröre karşı savaşı hakikatte İslam’a karşı savaşıdır.

Amerika’nın Afganistan savaşında, Siyonist gazeteci Thomas Friedman, Peşaver’den, New York Times’ ta şunu yazmıştı:

“İslâm bölgesinde cereyan eden gerçek savaş medreselere karşı savaştır, bu sebeple derhal askeri hamlemizi bırakıp yeni bir nesil ve yeni bir toprak kurmak üzere modern okul kitaplarıyla silahlanmaya dönmemiz gerekiyor; bu nesil ki, tostumuzu kabul ettiği gibi siyasetlerimizi de kabul edecektir; bu nesil oluşuncaya kadar bu mıntıkada biz kendimize dost bulamayız”.

Amerika mali yardım ve diplomatik baskılarla Pakistan ve diğer Arap ülkelerinin birçoğunun okullarında İslâmî eğitim ve öğretim metodunu değiştirmeye ve kısıtlamaya muvaffak olduktan sonra International Herald Tribune’de Amerikalı yazar Stanley A. Weiss’ın bir makalesi yayınlandı. Bu makalede İslam dünyasının önündeki seçenekler tanımlanıyordu; dayatılan seçenek, İslam köktenciliği yerine Atatürk laikliği idi. Yazar şöyle diyordu:

“Teröre karşı savaşın arka planında şu vardır: İslam ülkeleri modern laik bir ülke olarak Türkiye’nin sosyo-politik düzenini mi benimseyecek yoksa İslam köktenciliğine mi devam edecek?”

Amerika’nın ilan ettiği teröre karşı savaşın gerçek yüzü işte budur.

Küresel ölçekte genelleştirilen,

Silahlı savaş, düşünce ve medya olarak ateşini (savaşı), Batı uygarlığına tabi olmak yerine İslam Doğu’da asil medeniyet bağımsızlığını gerçekleştirmek için çalışan özgürlükçü millî güçlere yönelten savaşın gerçek yüzü, Batılı ve belgeli tanıklıkların da teyidi ile işte budur; yani İslam’a karşı savaştır.

Bu tanıklıklar cahillerin gerçeği öğrenmeleri ve hâlâ Amerika mabuduna uyan ahmak gafilleri uyanması için yeterli olmalıdır.

O Amerika ki:

Soykırım yaparak Kızılderililerin uygarlığının kökünü kazıdı.

Ekonomisini Afrika’dan devşirdiği kölelerin sırtında kurdu.

Dünya’nın birçok mıntıkasında “hürriyet” adını kullanarak tuzaklar yerleştirdi,

Hiroşima’dan başlayıp Vietnam’da halkın kökünü kazımaya kadar bu hürriyeti sebep gösterdi.

O tarihten beri Amerika bir katliamdan diğerine, bir soykırımdan ötekine atlayarak ve masum insanların hayatlarını söndürerek yoluna devam ediyor.

Afganistan halkını, Irak halkını, Suriye halkını, daha kadim Filistin’in kurban halkını yok edişinden de uzakta değilsiniz.

Bu arada Amerika’nın Avrupalı yardımcılarını da unutmayalım; bunların başında, Haçlı savaşlarından beri İslam’a yönelik kini ile İngiltere vardır.

Bunlar, özellikle Arap Körfezi’ndeki bütün yönetim sistemlerini (rejimleri, düzenleri) yıkıp değiştirmedikçe huzura kavuşamayacaklardır!

Merhum Prof. Dr. M. İmara

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!