"Hey Amerika! Üçüncü Dünya'ya Hoş geldin!" Bu, ekonomik krizin ABD için ne anlama geldiğini tartışan Rosa Brooks'un 18 Eylül'de Los Angeles Times gazetesinde yayınlanan yazısının başlığı.
Bir süper gücün nasıl olup da Üçüncü Dünya ülkesine dönüştüğünü, nasıl olup da Dünya Bankası ve IMF'in korumasına muhtaç hale geldiğini, bir zamanlar ekonomik çöküşüne yol açtığı Brezilya, Arjantin, Endonezya'ya benzemeye başladığını, kaotik bir ekonomik çöküşe doğru hızla yol aldığını, son iflaslardan önce Virginia'da toplanan 13 eski ekonomik bakanının "artık ABD'nin IMF ile, Türkiye'nin yaptığı gibi, anlaşma yapmasının zamanının geldiğini ifade ettiği yazının başlığı.
Serbest piyasa ekstremizminin nasıl da ters yüz olup, bir zamanlar özelleştirilen şirketlerin millileştirilmesine başlandığını, enerji krizinin, emlak krizinin, kredi krizinin, serbest piyasa krizinin nasıl da yolsuzlukları beslediğini belirttiği yazının.
Böyle giderse ABD serbest piyasa ekonomisine en büyük darbeyi indirecek. Devletin şirketlere el koyması, tıpkı Üçüncü Dünya ülkeleri benzeri bir hal alacak.
Bir diğer ünlü ekonomist Nouriel Raubini, bizim bildiğimiz Amerika'yı, "Amerika Sosyalist Devletler Birliği" olarak tanımlıyor. Devletleştirme sürecinin, dünyanın geri kalanında olduğu gibi, millileştirme dalgası olarak devam edeceği, ABD'nin de bu yönde değişim geçirdiği vurgulanıyor.
Bizim 15 yıldır izlediğimiz, son yedi yıldır dikkatle takip ettiğimiz, siyasette, güvenlik stratejilerinde, diplomaside, vatandaşlık yasalarında, iç güvenlik yasalarında, Beyaz Saray'ın kafasındaki şablonda varolan otoriter Amerika, şimdi serbest girişimciliğin, piyasa ekonomisinin de sonunu getiriyor. Alınan tedbirlerin hiç birisinin krize çözüm olamayacağı biliniyor. Sürecin ABD içinde çok ciddi kaoslara yol açacağı biliniyor. Aklıma "ABD içinde hazırlanan toplama kampları" konusunda yazdıklarım geliyor.
19 Eylül tarihli Reuters haberi: "Küresel finans krizinin en kötüsü yaşanmadı, geliyor. Önümüzdeki birkaç ay içinde ABD'de büyük bir banka batacak. Şu anda sadece orta ölçekli batışları görüyoruz. Birkaç ay içinde en büyük bankalardan biri ya da birkaçı batacak." Kim söylemiş? Üç yıl IMF Başkanlığı yapan Kenneth Rogoff…
Bazıları şu an yaşanan geçiş sürecini "endüstriyel kapitalizmin sonu" olarak görüyor. Bu iyi mi kötü mü? Orası değil şu anki tartışma konusu. Tehlike, bu sürecin nasıl yaşanacağı, belirsizlik, kimsenin ikna edici bir kanaatinin olmaması, hangi ülkelerin batacağı hangi ülkelerin yeni zenginler olarak ortaya çıkacağı meselesi.
Neo-liberalizmin öncüsü ABD ve İngiltere, krizin ilk mağdurları oluyor. Ne gariptir ki, neo-liberalizmin öncüsü olan bu iki ülke şimdi dostları tarafından ekonomide şeffaf olmamakla suçlanıyor, "küresel" krize karşı "ulusal" nitelikli çözüm önerileri belirlemekle suçlanıyor. Yani işin ucu kendilerine dokununca öyle şahin kesildiler ki, serbest piyasa, liberalizm unutuluverdi. Şimdi onlar şirketleri devletleştirerek bu işten sıyırmaya çalışıyorlar.
Burada da aklıma bakın ne geliyor: Kırk yıldır "çok kültürlülük" inşa etmeye çalışan, bunu "Batı'nın en yüce değeri" olarak satan Avrupa ülkeleri ve ABD, 11 Eylül saldırılarından sonra kırk yıllık emeklerini bir anda çizip attılar. Neden? Güvenlik sorunu onlara dokundu. Vatandaşlık yasalarını değiştirdiler. Faşizmi andıran yasalar getirdiler. Şimdi aynı nankörlüğü ekonomide yapıyorlar.
Türkiye'ye uygularken, Latin Amerika'ya uygularken, Asya ülkelerine uygularken, ülkelerin kanını emerken bu kurallara, özelleştirmelere, serbest piyasaya tapıyorlardı. İşin ucu kendilerine dokununca bunların bütün kutsallıkları kaybolup gitti.
Ama bu endüstrileşmiş ülkelerin krizi. Sanıldığı gibi sadece emlak krizinden kaynaklanmıyor. Finans sisteminden hatta siyasi sistemlerden kaynaklanıyor. Bu yüzden de artık mortgage krizi değil, kredi krizi değil, bankacılık krizi değil.. Ortada Batı'nın kendine göre bir dünya yaratmaya dönük aç gözlüğünün ve saldırganlığının yol açtığı bir felaket var.
Bazıları, bu durumu bir nükleer bombaya benzetiyor. Nükleer bomba patladıktan sonra mantar bulutlarının nereleri etkisi altına alacağını öngörmeye çalışıyor. Nükleer patlama orada, ABD'de patlamak üzere. İngiltere'yi vurmak üzere. Tabi başka Avrupa ülkelerini de. Bizi de vuracak. Ama gelişmekte ülkeler için bu kaos tahmin edilmeyecek ölçüde fırsatlar sunuyor. Sürpriz güçler devreye girebilir. Tabi kaynakları bol olan ülkeler için yepyeni fırsatlar doğuyor. Bu ülkeler, "eğer başlarına bela getirilmezse", sürecin sonunda çok etkin güçler haline gelebilir.
"Başlarına bela getirilmezse" dedim: Amerikan ordusunun hazırladığı "2008 Modernizasyon Stratejisi" adlı çalışma, önümüzde çok çetin "kaynak savaşları"nın olacağına işaret ediyor. ABD ordusunun üçüncü en uzun savaşına girdiği belirtilen çalışmada, 30-40 yıl boyunca "kaynak savaşları"ndan söz ediliyor. Sadece kaynaklar değil, ifade şöyle: "Doğal kaynaklar ve denizaşırı piyasalar.."
İşte bu cümle, yakın gelecekte yaşanacakları söylüyor bize!
Yeni Şafak gazetesi