Batı dünyasının iki ayağından biri olan Avrupa'dan uzaklaşan ancak ABD'ye yakınlaşan bir Türkiye tablosu karşısındayız. Temmuz 2012'de Rumların AB dönem başkanlığına başlamasıyla daha da netleşecek bu görüntü.
Önceki yıllarda 'Türkiye eksen değiştirdi' iddiasını tartışıyorduk. AK Parti hükümeti Batı'dan kopmuş, İslam dünyasına yönelmişti iddiaya göre. Amerika'dan bazı çevrelerin Türkiye'yi Batı dünyasında yalnızlaştırma çabalarının bir uzantısı olarak uzun süre gündemde durdu bu iddia.
Buna karşı hükümet çevreleri, 'Türkiye'nin tarihinde olmadığı kadar Batı kurumlarıyla işbirliği halinde' olduklarını dile getirdiler. NATO'dan, AB'den örnekler verildi. Sadece İslam ülkeleriyle değil, bütün komşularla 'sıfır problem' ilişkisi kurulduğu anlatıldı. Ayrıca, değişen bölgesel koşullarda Türkiye'nin gerektiğinde Batı'dan bağımsız hareket edeceği de vurgulandı.
Bence 'eksen kayması' iddiası yanlış, 'çok yönlü dış politika' anlayışı yerindeydi. İsrail'le ilişkilerin yeniden tanımlanıyor olması Türkiye'nin 'Batı'dan kopması' anlamına gelmiyordu. Nitekim geçen yıl 'Arap baharı' geldiğinde AK Parti yönetimindeki Türkiye'nin Arap Ortadoğu'su için model olabileceği yazılmaya başlandı. Libya'da Kaddafi'ye karşı alınan ortak tutum ve Suriye'ye yönelik Başbakan'ın sert açıklamaları Batı'da, özellikle de ABD'de eksen tartışmasını unutturdu. Hele NATO'nun 'füze kalkanı' projesine verilen destek bütün geçmiş anlaşmazlıkları kapattı. Şimdilerde Türkiye-ABD ilişkilerinin yeniden bir 'altın çağ' yaşadığı konuşuluyor, Obama ve Erdoğan'ın nasıl 'dost' oldukları yazılıyor. Dün Türkiye'nin eksen değiştirdiğini söyleyen Amerikalılar bugün Türkiye'yi yere göğe koyamıyor. Bunlara hiçbir itirazım yok. Türkiye'nin ABD'yle de çalışması gerektiğini düşünürüm. Ancak Batı ile ilişkilerde Avrupa ayağının kurşunlanıp, sadece ABD ayağıyla yol alınmasını da doğru bulmam. Bu, aksak bir Batı ilişkisi yaratır; asimetrik ve dengesizdir. Ortadoğu'da hızla gelişen olaylara, yükselen İran nüfuzuna, Irak'ta Amerikan askerlerinin çekilişi sonrası duruma ve de PKK ile mücadele konusuna bakan birileri 'Amerika'yı yeniden keşfetmiş' olabilir ki, olsun.
Soru şu: 1999 sonrası Avrupa odaklı bir Batı politikası yürütmeye başlayan Türkiye şimdilerde ABD odaklı bir Batı politikasına mı kayıyor? Yani, Batı içinde eksen mi değiştiriyor? Bu soru anlamsız değil. Yakın tarihe bakın; Türkiye ne zaman Avrupa ile ilişkilerinde sorun yaşasa 'Batı'nın Amerika eksenine doğru kayar'. 1980 darbesinin ardından cunta Avrupa ülkelerinden, kurumlarından ve kamuoyundan yoğun eleştiri alınca hemen direksiyonu ABD'ye doğru çevirmişti.
Sonra Soğuk Savaş'ın bitim yıllarında Türkiye'nin AB'ye adaylık başvurusu reddedilince Özal, ABD'nin Irak Savaşı ve Sovyetler'in çöküşünün yarattığı dinamiklerin de yardımıyla Başkan baba Bush ile çok özel ilişkiler kurmuş, Avrupa'sız bir Batı politikasına doğru yelken açmıştı. 1990'ların sonunda da AB sürecinin Türkiye'yi dönüştürmesinden, yani demokratikleşmeden endişe eden militarist-Kemalist çevreler ABD ile stratejik işbirliğine dayalı bir ilişki modeli önermişlerdi. Ama onları dinleyen olmadı ve siyasetini, ekonomisini ve hukukunu dönüştürmek üzere Türkiye AB sürecine odaklandı. Çok da mesafe aldı. Artık AB'den bağımsız bir şekilde, kendi dinamikleriyle Türkiye'nin demokratikleşme imkânından sözeder olduk. Yeni anayasa yaparsak buna tam inanacağım. Yani, inancım bıçaksırtı... İşte böyle bir noktada AB sürecinin iyice tıkanması, onun yerine ABD ile geliştirilen yeni 'stratejik dil' kafamı karıştırıyor. İşbirliği tamam ama, ABD ile kurulan 'stratejik' ilişkilerin hem Türkiye hem de bölge için de kadar 'demokratik bir vizyon' içerdiğinden emin değilim.
Merkel ve Sarkozy'ye kızıp Avrupa'ya sırtını dönen, sonra da sadece ABD ile 'derin stratejik' ilişkilere giren bir Türkiye yanlış yapar. 'AB kendi derdiyle meşgul. Üstelik Türkiye'ye verdiği sözleri de yerine getirmedi' diyebilirsiniz. Bu konuda haklısınız da... Ancak ben her durumda, 'ABD ile bölgesel stratejik oyun'un Türkiye'yi demokratikleşme önceliklerinden koparacağından endişe ediyorum. 'Batı içi eksen kaymasına karşı dikkatli olmalıyız' dememin nedeni de bu... Stratejik hesaplara dayalı bölgesel güç politikaları bizi 'içeriyi kurucu' demokrasi önceliğimizden savurabilir.
ZAMAN