27 Mayıs utancının yaşandığı günden bu yana dünya daTürkiye de çok değişti. Ama ülkemizde demokrasinin selameti hâlâ küresel aktörlerin tercihlerine bağlı. Bugün ABD'nin, Türkiye'de demokrasi isteyenler ile ona kastedenler arasında 'tarafsız' bir siyaset arayışına girmesi, Washington'ın 1960 darbesinde oynadığı rolü çağrıştırıyor. Günler önce darbeden haberdar olan ABD neden sessiz kalmıştı? 48 yıl önce Washington'da DP aleyhine kulis yapan CHP'lilerle bugün AK Parti aleyhine çalışanlar arasında fark var mı?
Neredeyse tüm dünya Türkiye'de bir yargı darbesi yaşandığını dile getirirken, ABD'nin olanlara seyirci kalması tuhaftı. Bu konuyla ilgili izlenim, eleştiri ve önerilerimizi 2 yazıda açıkça dile getirdik.
(Washington'daki Yanlış Hesap 1-2, Zaman) 10 ay önceki seçimde her iki kişiden birinin desteğini almış bir parti ile demokrasiyi raydan çıkarmaya yeminli güçler arasında 'eşit mesafeli' politika izlemek, demokrasi karşıtlarına destek demekti. Herkes bunu böyle anlıyordu. ABD'nin tepkisinin Avrupa'nın gerisinde kalması da Ankara'daki kirli oyunda Washington'ın rolü hakkında kuşkulara yol açıyordu.
Bu görüşlerimizin, Amerikan kamuoyu ve politika yapıcıları üzerinde bir etkisi olup olmadığını bilemeyiz. Bu satırları yazarken Dışişleri Sözcüsü Casey'nin "Konuyu yakından izliyoruz; mahkeme karar verirken halkın iradesini dikkate almalı." açıklamasını sayemizde yaptığını söyleyecek de değiliz. Ama son iki yazı, ilginç bir sonuç doğurdu. Daha çok Amerikalılardan tepki beklerken, ABD'de eğitim gören bir Türk akademisyenden önemli bir mektup geldi.
Yazıların ana fikrine katıldığını belirten akademisyen de Amerikan yönetiminin oynadığı 'tarafsız' politikanın, demokrasi karşıtı tavır olarak algılandığını düşünüyordu. Ancak daha önemlisi, Mehmet Kalkan isimli bu akademisyen tam da işlediğimiz konuya paralel sonuçlar içeren tezini gönderiyordu. Eski bir konu ele alınsa da günümüzle inanılmaz benzerlikler taşıyan tezin başlığı şöyleydi: Menderes Dönemi Türkiye-ABD İlişkileri ve Askeri Darbe.
Texas Tech Üniversitesi'nde hazırlanan tezi heyecanla okumaya başladım. Menderes döneminde ABD ile münasebetleri özetleyen Kalkan, özellikle Amerika'nın 27 Mayıs darbesindeki rolünü ele alıyordu. Soğuk Savaş'ın en sıcak olduğu bir dönemde, NATO'nun bir parçası olan ordunun ABD ile iyi ilişkilere sahip bir hükümeti devirmesi mümkün müydü? Amerika, bu denklemin neresindeydi?
Tez, komplo teorilerine girmeden bu sorulara cevap arıyordu. Kalkan'a göre modern Türkiye'deki bu ilk darbe, bürokrasi, CHP ve devletçi aydınların desteğiyle yapılmış ve başarılı olmuştu. CHP'nin askeri ikna için kullandığı en önemli argüman laiklikti. 1950'den itibaren DP'nin laiklik karşıtı olduğunu işlemeye başlayan CHP için ezanın Arapçaya çevrilmesi en iyi malzemeydi. İkinci argüman, medya ve siyasete getirilen kısıtlamalardı. Darbeyi tasvip etmeyen birçok insan da DP'nin bu tutumunu eleştiriyordu. Ama acaba asker neden hiçbir özgürlüğün olmadığı 1950 öncesi değil de şimdi bu yüzden hükümeti devirmeye kalkıyordu?
CHP'nin Menderes'e yönelttiği ağır eleştiriler arasında, Washington ile geliştirdiği ilişkiler ve hükümet tarafından imzalanan 60 ikili anlaşma da vardı. Ancak CHP, bir yandan Menderes'i, Türkiye'yi ABD'ye satmakla suçlarken, diğer yandan Ankara'daki ABD elçiliğiyle temastaydı. Partili vekiller ve parti araştırma bürosu üyeleri, sık sık elçiliği ziyaret ediyor; saatler süren görüşmelerde ABD'nin DP'den desteğini çekmesi isteniyordu. Bir defasında İnönü'nün damadı, Türkiye'ye yardımın durdurulmasını bile talep edecekti.
O kadar ki, Amerika'nın CHP'yi desteklediğinden kuşkulanan Menderes'in Dışişleri Bakanı Zorlu, elçiliği ziyaret ederek şikayetini dile getirecekti. Ama DP'nin beklentisinin aksine elçilik, konsolosluklara bir yazı geçerek gerilimde 'tarafsız' kalmalarını istiyordu. Halbuki aynı tarihte ABD'de yapılan bir toplantıda, ordu içinde İnönü'ye ilginin arttığı, gelişmelerin yakından izlenmesi gerektiği kararlaştırılıyordu. Amerika'nın CHP'nin tutumundan ve asker içindeki kıpırdanmadan habersiz olması beklenemezdi. Türkiye'nin kullandığı hassas istihbarat sistemlerinin hepsi Amerikan yapımıydı. CIA, her şeyden haberdardı. Mesela, bir CIA raporu, Menderes karşıtı gösterilerin arkasında İnönü'nün olduğunu haber veriyordu.
Ayrıca, Washington'da 24 Mayıs'ta yapılan Milli Güvenlik Konseyi toplantısında CIA adına konuşan Alen Dulles, olayların tam fotoğrafını yansıtıyor; sanki 3 gün sonra olacakları anlatıyordu: "Türk polisi ve askeri arasında ciddi karşıtlık var. Ordu bölünmüş. Generaller hükümete bağlılığını sürdürürken, genç subaylar hükümet ve muhalefet arasında bölünmüş durumda. Menderes'in memnuniyetsizliğin boyutunu anlayamadığı görülüyor. Durum daha da kötüleşebilir, hatta ordu duruma el koyabilir."
Ancak olayları çok yakından izleyen Amerika, hadise gerçekleşince sanki olanlar sürprizmiş gibi davrandı. Büyükelçi, darbe lideri Cemal Gürsel'le yaptığı ilk görüşmeyi anlatırken şöyle diyordu: "Latin Amerika'da çok darbe gördüm. Asker olmasam ve hareketin amacını unutsam, darbenin şekliyle gurur duyardım. Gördüklerim arasında en hızlı, en kesin, en etkili darbeydi."
Menderes'i ABD ile ilişkileri üzerinden vurmaya çalışan darbeciler, darbeden hemen sonra NATO'ya, CENTO'ya bağlılıklarını açıkladılar. Washington'daki Büyükelçi Melih Esenbel kanalıyla da ikili anlaşmalara saygılı olunacağı teminatını ilettiler. Amerikan yardımlarına kafa tutanlar, 1 Haziran 1960'ta maaşları ödeyebilmek için Amerikan Büyükelçiliği'nin kapısını çalarak Büyükelçi Warren'dan yardımı hızlandırmasını isteyecekti. Ancak konu çabucak halledilmiyordu. Çünkü darbe yapmış bir yönetime Washington'ın para çıkarması ve bunu Kongre'ye izah etmesi zordu. Ayrıca bazı konularda hâlâ tereddütlerin giderilmesi gerekiyordu.
Darbenin başına geçen Cemal Gürsel'in en çok uğraştığı konu, bu yardım meselesiydi. Amerikan büyükelçisi, sık sık bir araya geldiği Gürsel'le yaptığı görüşmelerin birini aktarırken, muhatabının diplomatik dilden anlamadığını söylüyordu. Baş başa görüşmede darbe liderlerinden Albay Alparslan Türkeş, söze girip "Bu yıl seçim yapacağız. Destek gerek." deyince, Büyükelçi de Amerika'da da seçim yılı olduğunu söylüyordu. Elçi, Gürsel'in Amerika'nın Türkiye politikalarını anlayamamasından da şikayetçiydi. Her türlü güvence vermesine rağmen, Gürsel'in sürekli "Türkiye'nin kaybı, Arap dünyasının kaybı olur." demesinden sıkılıyordu. Bir ara Türkeş'in "Paraya ihtiyacımız var." dedikten sonra Sovyetler'le işbirliğini ima ederek "Gerekirse, başka yerden de buluruz." demesi elçiyi fena kızdırmıştı.
Ancak darbecilerin ABD'ye karşı en önemli kozu, Sovyetler'e yaklaşma tehdidiydi. Ankara'daki mali sıkıntıyı bilen Sovyetler, darbecilere malî yardım öneriyor ve Cemal Gürsel'i Moskova'ya davet ediyorlardı. Bu faktörün de etkisiyle Başkan Eisenhower, Gürsel'e kamuoyundan uzun süre saklanacak destek mesajı gönderecek ve ekonomik yardım için Kongre engelini by-pass edecek formül bulunacaktı. Kongre süreci gerektiren yardım yerine, her yıl yapılan askerî yardım miktarı 277 milyondan 400 milyon dolara çıkarılacak; fark askerî olmayan alanlarda da kullanılabilecekti. Ama bu jest tamamen karşılıksız değildi. Milli Birlik Komitesi içindeki 14 aşırı milliyetçi isim tasfiye edilecekti. Bunlar arasında Sovyetler'e yaklaşma fikrinden bahseden Türkeş de yer alacaktı.
Tezin vardığı sonuç şu: ABD, darbe öncesinde Türkiye'de işlerin nereye gittiğini görüyordu ama tarafsız kalmayı tercih etti. Çünkü darbecilerin komünist veya Sovyet taraftarı olmadığından emindi. Üstelik, Washington, 10 yıllık ilişkiden sonra Menderes yönetiminden yorulmuştu. Menderes'in 1939-1950 İnönü döneminin aksine aktif bir dış politika izleme arzusu vardı. İçeride de bağımsız politika izlemek istiyordu. Birçok konuda ABD ile anlaşamıyordu. Ortadoğu meselesi bunlardan biriydi. Hatta haziran ayında Moskova'ya ziyareti düşünüyordu. Sovyetler'den aldığı kredi de ABD'yi rahatsız etmişti.
Kuşkusuz ne dünya 1960'ların dünyası ne de Türkiye o yılların Türkiye'si. Ancak Amerika, halkın seçtiği bir yönetimle darbeciler arasında tarafsız kalarak pasif biçimde de olsa bu utanç verici darbeye katılmış oldu. Tezi bitirince, kamuoyunun ABD'nin 'iki tarafa eşit mesafe' yaklaşımından endişe etmekte ne kadar haklı olduğunu bir daha anladım. Tabii bir de sözde Batı karşıtı geçinip aslında millete karşı her türlü işbirliğine açık CHP zihniyetini...
Zaman gazetesi