‘Minnet kavramını, bu hastalığın nedenlerini, müminin amelinde yaptığı tahribatı irdelemeden önce sanırım önemli bir kavramı açmamız gerekir. O da ihlas kavramıdır’ diyerek konuşmasına başlayan Abdullah Gündüz, şunları söyledi:
‘Kur’an, insanların sadece ibadet etmek için (Zariyat 56) yaratıldığını ifade eder. Buna karşı biz de her gün defalarca sadece Allah’a ibadet edeceğimizi (Fatiha Fatiha-4-5) ifade ederek bu gerçeği onaylıyor ve kabul ediyoruz. Beden için ruh ne ise, amel için ihlâs da o mesâbededir. İhlâssız her amel sadece kuru bir yorgunluktan ibarettir. İhlas; samimi bir şekilde, sadece Allah Teâlâ’nın rızasını talep ederek iyilik yapmak, yegâne dost ve yardımcımızın yalnızca Allah Teâlâ olduğunu düşünerek O’na kulluk etmektir. Diğer bir ifade ile ihlâs kavram olarak, şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygu ve düşüncelerden, çıkar ve hesaplarından yani genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi ifade eder. Bu nedenle kulun gerek tutum ve davranışlarında gerekse sözlerinde yalnızca Allah’ın rızasını gözetmesi gerekir’.diyen Gündüz, tespitlerini şu ayetlerle destekledi. “Şüphesiz ki Kitâb'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dîniAllâh'a has kılarak ihlâs ile kulluk et!.." (Zümer 2).De ki: Ben, dîni Allâh'a has kılarak ihlâslı bir şekilde O'na kulluk etmekle emrolundum." (Zümer11). (Şeytan) Dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günâhları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!.." (Hicr 39-40) “Fakat unutmayın ki, onların ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları. Fakat O’na ulaşan, yalnızca sizin iyi niyet ve samimiyetinizdir. İşte bu amaçla onları sizin yararınıza sunuyoruz ki, O’nun sizi doğru yola iletmesine karşılık, O’nun şanını yüceltip tekbir getiresiniz için. (Ey Muhammed!) Öyleyse güzel davrananları müjdele” (Hacc 37)
Bu girişten sonra ‘minnet’ konusuna değinen Gündüz, şu açıklamalarda bulundu: ‘Minnet’; bir iyilik karşısında duyulan borçluluk duygusu olarak tarif edilebilir. Kelime ayrıca ihsan, in’am, lütuf, kerem, iyilik etme, iyilik bilme, bir iyiliğe teşekkür etme gibi anlamları da kapsar. Bununla birlikte, ‘yapılan iyiliği başa kakma’ anlamıyla yaygınlık kazanmış ve genellikle bu kötü yanıyla anılmakta ve kullanılmaktadır. Minnet, Kur’an ve sünnette amelleri boşa çıkaran, azap gerektiren kötü bir davranış biçiminde tanımlanarak yasaklanmıştır. Bu kötü huyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinde şöyle buyrulur: “Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak yağmur isabet etmiş de onu çıplak ve pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bu gibilerin yaptıkları işlerinden hiçbir kazançları olmaz. Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmez.’’ (Bakara 264)
Allah bu ayette, insanları sadaka ve malî yardım yüzünden minnet altında bırakmaya ve incitmeye kalkışanların bu davranışını, Allah'a ve ahirete iman etmeyen, başkalarına gösteriş olsun diye veya kişiden menfaat beklediği için harcama yapan kimselerin davranışlarına benzetmiş; bunun semere ve sonucunu da kaya misaliyle anlatmıştır. Yalçın ve pürüzsüz bir kayanın üzerindeki toprak, şiddetli yağmur aldığında sıyrılıp yere inmekte, düz yerlerdeki toprağa bereket getiren yağmur bu kayada toprağı yok etmektedir. Sadaka da böyledir; Allah rızası için verildiği ve karşılığında bir menfaat beklenmediği, ihtiyaç sahibi incitilmediği takdirde harcayana bereket ve ecir getirir, aksi halde verilen boşa gider, hem mal elden çıkar, hem de sevaptan mahrum kalınır.
Başa kakma, infakta bulunurken Allah (c.c.)’tan ziyade insanların dikkatini çekme görünümüdür. Bunların tümü temiz bir kalpte hareket alanı bulamadığı gibi, mümin bir kalbe de uygun düşmeyen davranışlardır. Başa kakma -bu yüzden- sadakayı, verene de alana da eziyete dönüştürür. Veren kişinin nefsinde büyüklük ve kibir etkisi bırakır. Verdiği kişiyi küçük ve kırgın görmeyi arzuladığı, kalbini ikiyüzlülük, gösteriş ve Allah (c.c.)'tan uzaklaşma ile doldurduğu için eziyettir. Alan kimseye de; nefsinde yenilgi ve kırgınlık etkisi, kin ve intikamla tepki gösterme duygusunu geliştirdiği için eziyet olmaktadır.’ Diyen Gündüz, daha sonra İslam’ın infaka ilişkin tutumunu da şöyle anlattı:
‘Elinde malı bulunduran ondan herhangi bir şey verdiğinde aslında Allah (c.c.)’ın malından vermiş olmaktadır. Şayet güzellikle borç verirse kuşkusuz yüce Allah (c.c.) kat kat fazlasıyla karşılığını verecektir. Yoksun ve yoksul olan kişi ise, cömertçe veren kişinin Allah’ın malından kat kat fazlasına erişmesine bir aracı ve neden olmaktan başka bir şey değildir. Veren de alan da Allah'ın (c.c.) rızkından vermekte ve yemektedirler. Allah'ın kendileri için belirlediği adapla mücehhez oldukları ve kendilerini bağladığı söze sadık kaldıkları sürece, Allah’ın malını Allah yolunda verenlerin ecirleri yine Allah katındadır’, dedi.
Gündüz, devamında; ’yapılan iyiliği başa kakmanın hem ferdî açıdan hem de toplum açısından zararlarının mevcut olduğunu ve bu durumda kişilerin kendilerini rahat hissedemeyeceklerini ve şahısların rencide olacaklarını belitti’. ‘Sonuçta bir güven bunalımı ortaya çıkacaktır. Yapılan iyilikler asıl amacından kopacak, karşılık olarak verilecek sevap ve mükâfat bir süre sonra yok olacaktır. Beşerî münasebetlerde ise sosyal bünyenin yardımlaşma harcıyla pekişmesinde zedeleyici nedenler oluşturacaktır. Haysiyet ve onur kırıcılığı sebebiyle kaynaşma yerine ayrışmayı, bütünleşme yerine dağılmayı, sevgi yerine kin ve nefreti getirecektir. Bunun elim sonucu olarak da kişisel çıkarların ön plâna alınmasını hızlandıracaktır’ diye tespitlerine devam etti.
Gündüz, ‘malî yardımın, infak ve sadakanın Allah rızası için yapılmış olmasının kesin işareti, yardım yapılan kimseden hiçbir menfaat beklememek, onu yardım sebebiyle minnet altında tutmamak, incitmemek, hiç böyle bir şey olmamış gibi davranmak’ olduğunu belirtti. Devamında, ‘en büyük sevabı, bu şekilde verenler alacak, korku ve üzüntüden kurtulma saadeti de bunların olacaktır. Kendisine sadaka verilecek kişiye karşı takınılacak tavır bir şekilde onu incitecekse bunu vermek yerine uygun sözler söylemek ve ihtiyacını arz eden kişiyi hoş görmek, durumunu başkalarına duyurmamak tercih edilmesi gereken davranış olmalıdır’ dedi.
Daha sonra, ‘başka bir minnet çeşidine değinen Gündüz şöyle devam etti: ‘Müslüman olmalarını Peygamberimiz (s.a.v.)’in başına kakan kimseler için de Kur’an’da şöyle denilmektedir: “Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.” [Hucurat sûresi, /17.
Özellikle bedeviler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’r karşı savaşmayıp İslamiyet’i din olarak seçmelerini zaman zaman başa kakıyorlardı. Bu tutumları onların henüz hakiki imanın zevkini tatmadıklarını; İslâm'a katılmalarının bir takım sosyal ve ekonomik meselelere dayandığını gösteriyordu. On dördüncü ayet ile bu âyet inince, ilâhî beyân bedevîler üzerinde geniş tesir meydana getirdi. Allah (c.c.)’ın kalplerde ve kafalarda dönüp dolaşan niyet ve düşünceleri de bildiğini anlamakta gecikmediler. O bakımdan çoğu kalbindeki şüphe ve tereddüdü attı. Ancak onlar henüz yeterince İslâm kültürünü alma imkânı bulamadıkları için ara sıra Peygamber (s.a.v.)’e serzenişte bulunurlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) terbiye ve nezaketi gereği onların bu gibi söz ve davranışlarını hoş karşılar ve kısa zamanda onları eğitip olgunlaşma çizgisine getirmeye gayret ederdi. Sonuçta onlar da gerçeği anladılar ve içlerindeki yanlış düşünceleri bir tarafa bıraktılar’ dedi.
Sunumuna, Peygamberimizin; “üç sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ kıyamet gününde bunlara iltifat buyurmaz, yüzlerine bakmaz, onları tezkiye etmez, korumaz. Onlar için can yakıcı azap vardır. Bunlar; elbiselerini kibirlenerek yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve satılık eşyasını yalan yeminle kıymetlendirmeye çalışan kişilerdir’’ hadisini aktararak devam eden Gündüz, son olarak şunları kaydetti:
‘Allah Teâlâ, halis bir niyetle yapılmış iyilikleri karşılıksız bırakmaz. İyilikleri bekleyen en büyük tehlike, onları yapanların, yaptıklarını başa kakmak suretiyle boşa çıkarmalarıdır. Allah Teâlâ, böyle bir yanlışlık yapmayanlar için büyük mükâfatlar vadetmektedir. Allah Teâlâ kıyamet günü bazı insanlara iltifat buyurmayacak ve onları bağışlamayacaktır. Yaptığı bağış ve benzeri iyilikleri yüze vuran, başa kakan, milleti minnet altında bırakmaya kalkan kişiler bu nasipsizler arasında bulunmaktadır. Bunun için yaptığı iyiliği asla başa kakmamak gerekir. Yaptığı iyiliği korumanın yolu, onu unutmaktır. Yüce Allah (c.c.) samimi olanların mükâfatını muhakkak verecektir. (Yaptığın iyiliği çok görerek, başa kakma!) [Müddessir 6]
(Mallarını Allah yolunda harcayıp, daha sonra verdiklerini başa kakmayanların, kalb kırmayanların, Rableri yanında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku ve üzüntü yoktur.) [Bakara 262]Mümin Allah için verir, minnet etmez’’.
Seminer, yapılan dua ve sunulan katkılarla sona erdi.